Hızlı bir yıl geçiriyoruz hep beraber ve artık iyice biliyoruz ki birbirimize görünmeyen bağlarla bağlıyız. "Aman canım ondan bana ne?" kısmını geçmemiz gerektiğini sanırım evren bize bir bir anlatıyor. Pandemiden birkaç ay önce ofiste oturup sosyal medyada dolaşırken o kadar çok bunaldım ki…
Başlıklar şöyleydi:
Kötü haber geldi!
Ayrıldılar
Aldattı
Eziyet etti
Geceyi yıkan fragman
Bir kötü haber daha
Birçok kişi ve işletme sahibi, sunduğu ürün veya hizmet her ne ise, markasının o ürün/hizmet üzerinden temsil edildiğini düşünüyor. Ne büyük yanılgı…
Küçük bir markadan kurumsal bir markaya kadar hepsinin temsilcileri ile her an karşılaşabiliyoruz. Düşünün bir yerden bir şey satın almışsınız, gayet memnunsunuz. O yaz tatilinde gittiğiniz o barda bir adam kavga çıkarıyor, sonra ortaya çıkıyor ki alışveriş ettiğiniz firmanın bir çalışanı. Toplantıdan tanıdığınız x firmasının bir müdürü, sevgilisi ile AVM ortasında uygunsuz hareketleri var... Yemek yiyorsunuz, yan masada iki kişi tartışıyor, suçlamaların tonu diğer masalara ulaşıyor. Sizinle iş yapmak isteyen x hanım değil mi o? Geçenlerde de bir firmanın kurucu ortağının, sosyal medyadan kendisine ulaşıp bir soru soran gence, nasıl bencilce ve üstten bakan, ukala bir üslup ile cevap verdiği haberi vardı, yazdığı mesajları okurken ben utandım.
Sonuç olarak markanız, sadece ürün/hizmetiniz ile sınırlı olan, tek boyutlu bir durum değil. İşin üzücü yanı
Zaman zaman bu soruyu kendime ve danışanlarıma sorarım. Bazıları para, bazıları dost, bazıları öfke ve kin, bazıları harika anılar biriktiğini söyler.
Eğer biriktirdiklerinizden memnunsanız sorun yok. Ama şu an bulunduğunuz durumdan şikayetçi iseniz ya da geçmişe bakıp sürekli ‘keşke’ diyor, yaptıklarınıza veya yapamadıklarınıza hayıflanıyorsanız belki de birikiminizden memnun değilsiniz. Bundan 10 yıl sonra da hayattan topladıklarımızdan pişman olmak istemiyorsak hadi bugün küçük bir alıştırma yapalım.
Son zamanlarda en çok pişmanlık duyduğunuz, “keşke yapsaydım/keşke yapmasaydım” dedikleriniz neler? Peki, şu an sizi mutlu eden şeyler ne veya neler?
Bu soruların yanıtlarını yazıyoruz. İçimizden cevaplamayalım, mutlaka kağıt üzerinde görmemiz gerekiyor. Bu iki sorunun yanıtlarını yazdıktan sonra sıra şu soruda: “Bugünlerde neyi farklı yapsanız sonuçları farklı olur?”
Ben kendime bu soruları yönelttiğimde beni en çok güzel anıları hatırlamak mutlu ediyor diyorum. Ama iş, güç, koşturmaca içinde aslında çok daha fazla mutlu
İnsanın aklına hayata geçirmek istediği bir fikir, bir proje gelirse ya da başarmak istediği bir amacı varsa genelde en yakınlarından onay bekler. Kendi hayatımda bolca deneyimlediğim bir durumdur. Ne zaman “Acil konuşmamız lazım” cümlesini duysam, devamında beni ikna etme çabaları gelir.
Siz o fikrin başarılı olacağına inansanız da karşınıza fikirle gelen kişi, sizin onu ikna etmenizi bekliyor. Oysaki anahtar cümle; başarılı olacağına önce kendin inan.
Bazıları zihnindeki projeyi tam anlatmaz ya da anlattığı kişi sayısı çok azdır. Bazıları ise her önüne gelene anlatır, bir türlü kendi projesine kendi ikna olamaz.
Benim tercihim ise aklımdaki proje ile ilgili bütün detayları vermeden, özet olarak anlatıp bir iki kişinin fikrini almak ama sonuçta yine kendi bildiğimi yapmak…
Bırakalım projeyi, hayatlarında herhangi bir konuda küçük bir adım atmak için bile onaya ihtiyaç duyanlar var. Telefona sarılır, bütün detayları ve yapacaklarını anlatır, sonra da “Değil mi ama?” diyerek onaylanmayı bekler.
Tam da bu noktada kişi önce kendini ikna
Günlerdir hiçbir şey yapmak içimden gelmiyor. Güçlü ve kolay pes etmeyen bir yapım olmasına rağmen 15 gündür oldukça zorlanıyorum. Zorlanma sürecime anksiyetemin epey katkısı olduğunu da inkar edemeyeceğim.
İlk günler keyifliydim. Kızımla vakit geçirmek, mutfakta uzun saatler geçirip yeni lezzetler denemek, kitap, sanat, müzik… Türk filmlerindeki kadın karakterler gibi “Allahım ne kadar mes’udum!” diye şükrederek geçti. Ancak süreç uzamaya ve etrafımdaki insanların sağlık ve işle ilgili kaygıları arttıkça benim de endişelerim hızlıca yukarıya tırmandı.
Çözüm olarak aklıma gelenleri uygulamaya başladım, bozduğum beslenme şeklimi düzeltmek, iyi gelen müzikler dinlemek gibi. Ancak bir şey eksikti. Ne olabilir acaba derken, gözüme kitabımın kapağı ilişti: “Gerçekleştir Hayalini”. Tabii ya. Hayaller! Kendi kitabımın başlığı bana ilham verdi. Salgın haberleri gelmeye başladığından beri hiç hayal kurmadığımı fark ettim. Konuştuğum birçok insanın da hayalleri konusunda umutsuzluğa düştüğünü biliyorum. Bu çok bilinmezli denklemde insan nasıl hayal kurabilirdi ki? Oysa hayal kurmanın ne kadar önemli olduğunu en iyi bilenlerdenim.
Tüm bunlar olmasaydı işler düşündüğümüz şekilde
Tüm dünya için zor bir dönemden geçiyoruz. Hepimiz endişeli ve gerginiz. Hâl böyle olunca neşemizi kaybediyoruz, umutsuzlaşıyoruz. Aslında virüsten daha hızlı yayılan şey, mutsuzluk ve umutsuzluk.
Bazı insanlar felaket tellallığı yapmaya bayılıyor. Peki, neden bunu yapıyorsunuz? Evet, karanlık günlerden geçiyoruz ama daha fazla detaylandırıp daha karanlık senaryolar çizmenin kime ne faydası var? Ve kesin olmayan bir şeyi etrafa yayıp kendi gerçekliğini oluşturmanın?
Toplum olarak psikolojimiz bozulursa bence en çok kayıp o zaman verilir. Bu ülke yakın tarihte, 1999 depreminde 17 bin 480 kişi kaybetti. Kurtuluş Savaşı gördü, veba gördü, terör saldırıları yaşadı ve daha birçok acı… Bir şekilde yaralar sarıldı ve bugünlere gelindi.
Şu an ne kadar kişinin öldüğüne odaklanmak, makarna depolamak yerine, “Bu krizde ne yapabilirim? Yaralarımızı sarmaya ne katkı sağlarım? Bundan sonraki hayatımda neler yapmalı, neler yapmamalıyım?” diye düşünmeli. Komplo teorileri üretip durumu, içinden çıkılmaz hale getirmenin
Uzun zamandır yoğun çalışıyordum. Bu yılı kendime çalışma, üretme yılı ilan etmiştim. Ama ortaya çıkan son durum sonrası bende bir garip bir duygu durumu oluştu. Sanırım birçok kişide aynı durum var. Böyle durumlarda bende hemen radikal kararlar devreye giriyor. Mesela uzun zamandır İstanbul’dan gitmeyi düşünüyordum, bu kararımı hızlandırmaya karar verdim. Ve daha az çalışmaya, canımın çektiğini yemeye, daha az kafaya takmaya… Böyle travmatik olayların bana göre en önemli görevi hayatı o kadar da ciddiye almamak gerektiğini bize hatırlatması.
Gerçi hep hızlı kararlar alır ve uygulardım ama yıllar içerisinde kendime, fikrine güvendiğim bir A Takımı kurdum, arkadaş çevremden. Ne zaman ki bende duygular kontrolden çıkmış, hızlıdan öte, “fevri” bir karar vermek üzereyim; hemen A Takımı üyelerini tek tek arar, onlara “Durdurun beni” derim. Eğer beni frenlemek yerine “Mantıklı davranıyorsun. Arkandayız” diyorlarsa o zaman bildiğim gibi harekete geçiyorum.
Geçen gün sosyal medyada bir
Belki de bu yazı ile kendimi linç edilmeye hazırlıyor olabilirim. Ama toplumların gelişmesi için farklı seslere, düşüncelere de ihtiyaç var sonuçta.
Arkadaş ortamında konuştuğumuzda sıklıkla itiraz ettiğim bir söz var: “Kötü bir çocukluk geçirdim”. “Ama onun çocukluğu sıkıntılarla doluymuş.”
Konumuz gerçekten çok kötü zamanlardan geçerek büyümüş, bununla mücadele eden insanlar değil, küçücük bir zorluk karşısında “Ama ben çok kötü bir çocukluk geçirdim” diyerek bahane arayanlar… Ben de onlara şunu soruyorum: “Hangimiz mükemmel bir çocukluk geçirdik ki?”
İşin ilginci, gerçekten çok zor bir çocukluk geçirmiş kişilerin, bunun arkasına sığındıklarını ben görmedim. Tam tersi, küçükken zor zamanlardan geçerek olgunlaştıklarını, hayata daha sıkı sarıldıklarına tanık oldum.
Ayrıca iyi çocukluk kıstasları nedir? Babamı, sonra annemi kaybedip arada anne de olunca anladım ki zor iş, ebeveyn olmak. Ne çok şey bekliyormuş insan anne ve babasından…
Düşünsenize hem hayatlarını yaşayacak, çalışacak, üretecek, bazen üzülecek, hayal kırıklıkları olacak. Tüm bunları yaşarken küçük bir insanı koruyup kollayacak, büyütecek, ona yol arkadaşlığı edecek. Ve siz büyüyünce “Babam benimle az