Kişisel marka ve girişimci marka konusunda yaptığımız atölyelerde değindiğim çok önemli bir konu var. Kişisel markanız ya da girişimci markanız sadece sizden ya da sadece ürün ve hizmetinizden oluşmaz. Takım arkadaşlarınız da o markanın bir parçasıdır. Gelin görün ki bu nokta genelde atlanır ya da daha az önem verilen bir konu olarak geri planda kalır. Oysa kendi kişisel deneyimlerimize bakınca aramızda hep şöyle sohbet ederiz:
Restoranın için yemekleri güzel ama garsonların asık suratı yüzünden gitmiyorum.
Bir daha o banka ile çalışmam. Gişedeki memur neredeyse beni azarladı.
O özel okulun müdürü asla çocuklarla iletişim kurmuyor. Göndermeyin siz de çocuğunuzu oraya.
Belediyeye işim düştü, bana ters davrandılar. Bir daha oy filan yok.
Otel güzel ama çalışanları çok ilgisiz. Tatile gidilmez.
O markete gitmiyorum. Kasiyerinin davranışları çok kaba. İnsanın yüzüne de bakmıyor.
Tam tersi, iyi örnekler de var. Eski mahallemde sucu Erkan vardı. Sorsanız hangi marka su sattığını hiç hatırlamıyorum. Suyundan memnun muydum onu bile bilmiyorum. Su bayinin sahibi filan değil, sadece bir çalışan… Ama o adam tek başına tüm gün mahallede koşuşturur, neredeyse herkes suyu ondan
Çocukluğuma dönüp bakınca hep çok bilmiş bir çocuk görüyorum. Gözlüklü, her şeyi bilen, her şeye karşı bir çocuk. Oysa büyüdükçe anladım çok bilmiş olmanın aslında pek de bir şey bilmemekten geldiğini… Gerçekten bilmeye başlayınca da anlıyorsun ki aslında hiçbir şey bilmiyorsun. Daha az konuşuyor, doğrusunu söylesen fayda etmeyecek kişiler karşısında bile susuyorsun. Sadece içinden “Çok biliyorsun” deyip geçiyorsun.
Sanırım toplumca çok biliyoruz.
Taksiye biniyorum, bir telefon geliyor. Konuşma bitince konu sağlık, ekonomi, eğitim vb. ne olursa olsun, “Abla” diye başlıyor taksici, bir uzman edasında akıllar veriyor.
Dost ortamında bir sohbet açılıyor. Konunun uzmanı arkadaşa soru soruluyor ama en çok da soruyu soran ve diğerleri yanıtlıyor. Uzman arkadaş pek oralı olmuyor.
Hangi hizmeti verirseniz verin, aynı durum…
İşinizi tamamladınız/teslim ettiniz. İki gün sonra müşteriden bir telefon: “Bizim Ahmet abi dedi ki, ‘şunu da şöyle yapsalardı’. Ahmet abi kim? Hangi
Pazarlama dünyasında yaşıyoruz, gün geçmiyor ki aramıza yeni ürünler, yeni girişimciler katılmasın… Çığ gibi büyüyen bu pazarda ürünümüzü doğru
konumlandırma ile ilgili uzmanlardan destek alıyor, araştırıp soruşturuyoruz. Peki yeni
bir girişimcinin ya da girişimci adayının, kendi ürün/hizmet süreçlerini sorgulaması için
şöyle bir yöntem nasıl olurdu?
Hizmetinizi satın almak üzere kendinize bir başvurun bakalım. Satın alma süreçlerinde
neler hoşunuza gidecek nelere sinir olacaksınız? Artık hangi platformdan satıyorsanız
sipariş oluşturun. İletişim, tedarik, paketleme, kargo vs her aşamayı böylelikle en basit yoldan test etmiş olursunuz.
Süreçte aksaklıklar oldu mu? Neler yolunda gitti? Sizin yerinize bir tanıdığınıza alış veriş yaptırıp tüm süreci onun üzerinden de test edebilirsiniz.
Rekabetin sıkı olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Rekabet ettiğimiz alanlar artıyor, yeni yeni alanlar çıkıyor. Son yıllarda sosyal medyadaki rekabet çılgınlar gibi büyüyor. Ee pasta büyüdükçe herkes bir bazen birkaç dilim alma peşinde koşuyor ama unutulan bir konu, pasta hiçbirimize ait değil. Üstelik para vermek de yetmiyor.
Bir dolu şey daha isteniyor bizden. Kaliteli içerik, yaratıcılık, bağ kurma, farklılaşma… En önemlisi de zamanımızı vermemiz isteniyor, en kıymetli şeyimizi… Hepsine razı oluyor, dijital dünyada var olmaya çalışıyoruz. Peki, dijital dünyada sadece var olmak mı önemli, yoksa nasıl var olduğun mu?
Ürün/hizmetini pazarlayan birçok kişinin sosyal medya dünyasına girdiğinde odağını kaybettiğini sıkça gözlemliyorum. Markasını, markasının amacını, iletmesi gereken mesajı unutuyor. A kişisi yapmış, ben de yapayım. Rakibim B paylaşmış benim sayfamda da aynısı olsun. İşte markaya zarar burada başlıyor. Aynı ürünü üretiyor aynı hizmeti veriyor olsanız bile potansiyel müşterileriniz, markanızın
Hepimizin hayatı birer yolculuk; deneyimledikçe devam eden… Hepimiz aynı
gemideyiz ama verdiğimiz tepkiler farklı. Kimimiz bir fırtınada ne olacak şimdi diye
güvertede koşuştururken, kimimiz de gemi batmak üzereyken bile içerde şarap
eşliğinde müzik dinliyor.
Aynı gemideyiz ama deneyimlerimiz farklı, alanlarımız farklı...
Bazılarımız hızlı ve yorucu seyahatlere çıkarken kimisi sakin, güvenli, bildiği limanda
kalır. İşte fark tam da buradadır.
İki seçim arasındaki gizli kelime; cesaret. Cesur insanları, gözlerinden de tanırsınız.
Öncelikle hayaliniz nedir?
Peki, hayalinizi gerçekleştirmek için adım attınız mı? Yoksa henüz harekete geçmediniz mi? Veya belki de ne yapacağınız konusunda net değilsiniz. Seçtiğiniz şeyin doğru olup olmadığından emin değilsiniz.
İsterseniz en baştan başlayalım, seçiminiz doğru mu?
Kendinize şu soruları sorabilirsiniz:
Çocukken yapmaktan en keyif aldığınız şey neydi?
Neler sizi heyecanlandırır?
Nelerden konuşmaktan keyif alırsınız? Uzun süre hangi konuda konuşabilirsiniz sıkılmadan?
Bir kitapçıya gittiğinizde hangi türlere yönelirsiniz?
Çevrenizde, hayallerini gerçekleştirmek üzere yola çıkmış girişimciler vardır. İçlerinde arkadaşınız olanlar varsa en zorlandığı konulardan birinin daha fazla kişiye sesini duyurmak, olduğunu bilirsiniz.
Danışanlarım bana hayallerini anlatırken genellikle şöyle bir cümle ekliyor: “Şu kadar arkadaşım var, hepsi beni destekliyor. Sen yap, biz arkandayız diyorlar.” Ben de, “Ne kadar güzel. Ancak arkadaşlarınıza güvenerek yola çıkmayın. Hayalinize ve kendi çabalarınıza güvenin!” yanıtını veriyorum.
Etrafımızdaki girişimciler arkadaşımız bile olsa onlar için bir şeyler yapmayı akıl edemiyoruz ya da unutuyoruz. Belki de nasıl faydalı olacağımızı bilmiyoruz. Hatta bazen farkında olmadan köstek oluyoruz. Onu desteklemek yerine ondan bedavaya faydalanmaya çalışmaktan bahsediyorum. Birkaç örnek paylaşayım.
Diyelim ki arkadaşınız bir kitap yazdı. Onu tebrik ettikten sonra "Bir imzalı kitabını yollarsın artık" diyerek talepte bulunmak. Bir kitaptan ne olacak diye düşünebiliriz ancak 1 kitapla sınırlı kalmayacağı gibi kendisi de matbaadan kitapları para vererek alıyor. (Kontenjanı olan ünlü bir yazar değilse).
El emeği göz nuru seramikler üreten arkadaşınızın atölyesine gidip
Taşınma Sürecinden Çıkardığım Dersler
Yakın zamanda taşınmış biri olarak deneyimlerimi paylaşmak istiyorum.
Oldukça sancılı bir süreç yaşadım. Olayın en önemli kısmının ev bulmak olduğunu düşündüğüm için iki ayım ev aramak ile geçti. Çünkü istediğim bölgede kentsel dönüşümden dolayı ev yoktu. Düzgün bir ev arıyorsanız neredeyse 20 kişi aynı anda eve bakıyor, ev sahibi kimi isterse ona veriyor. Öyle ev sahipleri ile karşılaştım ki insan birlikte olacağı insanda o kadar kriter aramaz:
1 yıl sonrası için tahliye kağıdı
Karı koca memur olacak, iki de memur kefil getirecekler
6 aylık, 1 yıllık kira peşin
Evli ama çocuksuz
Baktığım dairelerden biri, komisyoncunun 20 yıllık bina dediği, meğer 40 küsur yıllıkmış. “Bilmiyorduk” diyorlar bir de. Bilmemesi mümkün mü? Bence hiç değil. Çıkarılacak ders: Önce evin sigortasını isteyip binanın yapım yılını mutlaka kontrol edin. Kontrollerinizi bitirmeden parasını ödemeyin.