Çok satma, çok izlenme gibi parametreler hiçbir zaman bir işin iyi olduğuna dair kanıt sayılmaz ama herhalde edebi-sanatsal değerle izleyici- okur, daha doğru tabirle ‘takipçi’ arasındaki uçurum da hiç bu kadar açılmamıştı.
İnternetin gücü; iki kalem oynatabiliyorsan ki, “Ben yazamam” diyen insan hiç görmedim, yeterince pervasız, mümkünse biraz edepsiz olabiliyorsan, özgüvenin de boyunu aşmışsa ki, bu da nadir rastlanan bir özellik sayılmaz yayınevine falan ne hacet, ‘eserlerini’ okurla buluşturman an meselesi. Öyle uzun uzadıya düşünmeye, kurguya, hikayeye falan gerek yok, mutlaka vardır aşk, flört, seks anıların yaz, kurtul. İçine yanlış kullanılan sözcükler, sosyal medya bağımlılıkları, kurt adam mı insan mı olduğu belirsiz, esrarengiz bir erkekle ona kör kütük aşık belaperver bir kız, biraz da bağlanma, iletişim kurma, kendini ifade etme sorunu gibi arızalar serpiştirdin mi, işte sana ‘güncel edebiyat’. Ve Wattpad’den New Yorker’a kadar yolun var, kim tutar seni?
20 yaşındaki Margot’nun 35’lerindeki Robert’la kötü seks hikayelerini kadın bakış açısından anlatan ilk öyküsü ‘Cat Person’, 11 Aralık’ta New Yorker’da yayınlanan Kristen Roupenian, şu an yayınevlerinin peşinden
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu kadın cinayetlerine ilişkin 2017 veri raporunu yayımladı, hepimiz hayretler içinde bakakaldık. 409 kadın öldürülmüştü, bir yıl içinde. Yüzde 22’si kocası, yüzde 13’ü ‘tanıdığı biri/akraba’ tarafından. Tahmin etmesi zor değil, çoğu boşanmak istediği için.
Biz bu rakamları sindirmeye çalışır, sayı gün gün artmaya devam ederken İstanbul Maltepe’de Ali Yardım adlı bir adamın iki ve üç yaşlarındaki iki kızını pompalı tüfekle öldürdüğü haberi geldi. Ve aynı tüfekle kendini de vurduğu.
Hikâye çok bildik maalesef. Dilek Yardım kocasından boşanmaya çalışıyor, adam ayrılmak istemiyor, karısını tehdit ediyor. Uzaklaştırma kararına rağmen kapıya bıçakla, silahla dayanıyor ve sonunda ona ceza vermek için kendi çocuklarını öldürüyor. Telefonda son cümlesi, “Çocuklarını öldürdüm, mutlu musun?”
Çocukların annesi perişan halde kameralara konuşuyor. Elinde çocuğunun emziği. “Kendi ailem de dahil kimse bana sahip çıkmadı” diyor, “Polisine de yalvardım, savcısına da yalvardım. Beni bu adamdan kurtarın dedim, kimse sesimi duymadı. Bir gece bile tutmadılar içeride”.
Yine ciddiye alınmayan bir uzaklaştırma kararı ve bedeli, hesabının kimden sorulacağı belli olmayan
B Planı’nın ikinci sezon oyunu “Tac’ın Nöbetçileri”, birbirine zıt iki karakter; hayalperest Babür ve görev adamı Hümayun üzerinden insana dair hayati sorgulamalar yaptırıyor.
Yıl 1648, Agra, Hindistan. Dünyanın yedi harikasından biri olan Tac Mahal, on altı yıllık sır perdesinin ardından gün ışığına çıkmak üzere.
Babür ile Hümayun, kimsenin görmesine izin verilmeyen bu gizli güzelliği korumakla görevli iki şafak nöbetçisi. Korudukları şeyin neye benzediğini merak etmeden, hiç kıpırdamadan ve asla konuşmadan orada dikilmeleri gerekiyor.
İmparatorluk nöbetçilerinin en yüksek rütbeli komutanının oğlu olarak görev bilinciyle yetiştirilmiş Hümayun için kolay bu. Zaten değil ağzından çıkanları, aklından geçenleri bile denetim altında tutmaya, imparatorun emirlerini hayatın tek gerçeği saymaya alışık. Şah Cihan “Tacmahal’e bakılmayacak” dendiyse bakılmayacak. Bakan gözler dağlanacaksa dağlanacak. Nokta.
Ferman sorgulanır mı?
Babür öyle değil ama. Haylaz, ele avuca sığmayan, yıldızlara uçan tahtırevanların, çuvala girip her yere taşınan deliklerin hayalini kuran, masallara ve dostluğa inanan bir delikanlı. Ve merak ediyor. Her şeyi. Harem nöbetçisi olmanın nimetlerini de, Tacmahal’in neye
İş lafa geldiğinde mangalda kül bırakmayan milletimizin torunu olmakla gurur duyduğu Osmanlı’dan kalan mirasa nasıl gözü gibi baktığının bir örneğini daha gördük bu hafta sonu: Kösem Sultan tarafından 17. yüzyılda yaptırılan Büyük Valide Han’ın kubbesi, zıplamalardan delinmişti.
Kulağa çok garip geliyor, evet, kubbede neden zıplansın, değil mi? Çünkü instagram’da birkaç tık daha alabilmek için Doğu Ekspresi’ne dadanmış, Kars’ı yeniden keşfetmiş insanlarız. Fotoğraf çektirip sosyal medyada paylaşamadığımız günlerde yaşamanın bir anlamı yokmuş belli ki. Valide Han’ın kubbesi de hala tam olarak bozmayı başaramadığımız uçsuz bucaksız bir İstanbul manzarasına sahip. Öyleyse neden tepesinde zıplamayalım?
Hürriyet’ten Özgür Altuncu’nun haberinde, 2016 yılında bir tabela marifetiyle çıkmanın tehlikeli ve yasak olduğu duyurulan kubbede oluşan deliğin fotoğrafı var. Allahın işine bakın ki tam o sırada yabancı bir ekip kubbede katalog çekimi yapmakta. Kimden izin alarak? Söylediklerine göre kapıdaki ‘güvenlik’ görevlilerinden.
Girmenin yasak olduğu bir tarihi binada, üstelik bir dolu ekipmanla profesyonel çekime hangi güvenlik görevlisi izin verebilir? Tabii ki bizim gibi tarihi eserleri beton
Yeni bir işe başlarken, yeni bir eve ilk adımınızı atarken, yeni bir şehre giderken kendinize uğurlu geleceğini varsaydığınız adetleriniz var mıdır sizin de? Kimi sağ ayağıyla attığı adımdan medet umar, kiminin yanından ayırmadığı bir maskotu vardır, o başlangıçtan iyi bir şeyler beklediğimizi en azından kendi kendimize fısıldayan bir işarettir her biri.
İşe yarar mı yaramaz mı bilemem ama sizin o şeye daha bir inanarak başlamanızı sağlar. Bazen elinizde tutunacağınız bir tek o inanç vardır ve az şey de değildir aslında. 2018’e başlamamıza birkaç gün kalmışken mesela, hep beraber güzel günlere inanmayı deneyebiliriz. İsterseniz siz “Çift yıllar bana iyi gelir” diye de formüle edebilirsiniz, ya da sekiz uğurlu sayınızdır, bir zararı yok. Olmadı Rast makamından bir şarkı tutturabilirsiniz, neden olmasın?
“Musikimizin büyük üstadı bestekar, yorumcu Münir Nurettin Selçuk, bir alışkanlık, gelenek ve uğur olarak, her şeyin yolunda ve rast gitmesi için konserlerine Rast makamında bir eserle başlamayı uygun görürmüş” diye yazıyor Overteam Yayınları’nın hazırladığı Rakı Ajandası’nın 1 Ocak gününde.
Ne ararsanız var
Sayfalarının arasına küçük anekdotlar, anılar, kitaplardan alıntılar,
Takside radyo haberlerini dinliyoruz. Sunucu bir hevesle yılbaşı gecesi Taksim’deki güvenlik önlemlerini anlatıyor; işte Tarlabaşı çıkışında, İstiklal Caddesi girişinde, Gümüşsuyu ayrımında, uzun sözün kısası, Taksim’i herhangi başka yere bağlayan her köşede ‘daha’ fazla sayıda güvenlik görevlisi bulunacakmış.
Bir an meydanda kutlama yapılabilecek, insanların huzur içinde eğlenebilmesi için alınıyor bu önlemler zannettim. Öyle ya, biz o meydanda halkın hep birlikte kutlama yapabildiğini, konserler dinlediğini, yiyip içtiğini çok uzun sayılmayacak bir süre önce gördük. Neden yeni yılı da hep birlikte sokaklarda karşılayamasın?
Yok, öyle değilmiş, Taksim’de sokak kutlamaları yasakmış, güvenlik önlemleri de birileri meydanda toplaşmaya kalkışmasın diye alınmakta.
“Peki, madem öyle, Beşiktaş’ta toplanılır” diye geçiriyorum aklımdan. “Bu ne ısrar soğukta sokaklara çıkmak için?” derseniz, insanların çoğunun bütçesi işletmelerin dört gözle beklediği o gecede bir restoranda, gece kulübünde, hatta sıradan bir kafede bile bulunmaya elverişli değil. Fiks mönüler kişi başı 200-300 TL’den başlayıp 1000 TL barajını zorluyor. Dolayısıyla sokak partileri insanlar için hoş bir alternatif, ‘idi’ çünkü
İstanbul’un belli bir bölümü bütün hafta sonunu İSKİ ile flört halinde geçirdi. “Kaçan kovalanır” düsturunu benimseyen nazlı taraf İSKİ telefonlarınızı açmıyor, canı istiyor meşgule düşürüyor, ya da açıyor ama bir türlü bilgi vermiyor, verse bile onu habire değiştiriyor ki aranızdaki elektrik asla eksilmesin. İlişkisinin tavsadığından şikayet edenler kendisinden ders almalı.
“Tamam, suyumuz şu an kesik ama iki saat sonra gelecek” deyip gevşemek, ona göre plan yapmak, musluktan akması gereken suyu “elde bir” kabul etmek falan yok, her an her şeye hazırlıklı olacaksın.
Kesinti Beyoğlu ilçesinde cumartesi 15.00 sularında başlayıp Kurtuluş üzerinden Şişli’ye uzanarak Cihangir - Asmalımescit hattındaki hareketli bir hafta sonu akşamı geçirmeyi hayal eden eğlence mekanlarına olsun, Noel’i kutlamak için evinde hazırlık yapanlara olsun, hoş bir sürpriz yapmış oldu.
Haksızlık olmasın, yeni yıl öncesi bize yitirdiğimiz değerleri anımsatan, birleştirici, nostaljik bir hafta sonu yaşattı. Asmalımescit’te bir restoran tuvaletinde çocukluğumdan beri görmediğim kova ve maşrapayla karşılaştım az şey mi? Depoların da bir sonu var çünkü, malum. Mekanlar arası dayanışmaya, birbirine müşteri yollamaya
Evet, müzik piyasamız öyle bir hale geldi ki, artık saygı albümü olmayana iyi gözle bakılmıyor. Tabii ki bütün bestecilerimiz saygıyı hak ediyor ama biraz da işlerin ne derece kesat olduğunun göstergesi, 40 yaşını dolduran müzisyene saygı albümü yapılıvermesi.
Neyse, bu girizgah aslında gerçekten bir değil 10 saygı albümünü hak eden bir usta, Aşık Mahzuni Şerif için... 453 plak, 58 kaseti, bir dolu haksızlığı, derdi, çileyi 62 yıllık ömrüne sığdıran ozan, 15’inci ölüm yıldönümünde Arda Müzik’ten çıkan ‘Mahzuni’ye Saygı’ albümüyle anılıyor.
Kasım 2001’de ‘Elhamdülillah Kızılbaş’ım ve laiğim. Ben değil, yedi sülalem Kızılbaştır. Bir suç varsa o da dedemdedir” dediği için Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde (DGM) yargılanan ve davası sürerken 17 Mayıs 2002’de hayatını kaybeden ozanın sözü, müziği şimdi 34 müzisyenin sesiyle güçlenerek bir kez daha ölümsüzleşiyor.
Bir albümde ‘çeşitlilikten’ söz edeceksek, o bu olsa gerek. Sadece ‘Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ dizisi izleyicilerinin aşina olduğu Demet Akalın-Ahmet Aslan düeti ‘İşte Gidiyorum Çeşmi Siyahım’ bile şaşırtmaya yeterken, iki disklik albümde Aylin Aslım’dan Hayko Cepkin’e, Cem Adrian’dan Funda Arar’a, Gripin’den İntizar’a kimi