“Beton mikserlerinin cinayet işleme hakkını yılda
2 kişiyle sınırlandıran tasarı Meclis gündeminde. Beton mikserinin, içinde hamile bir kadın ve eşi bulunan bir otomobili kasten ezmeye çalıştıktan sonra savcılıkça serbest bırakılması kamuoyunda öfkeye yol açarken, meclis beton mikserlerinin herhangi
bir ceza almadan işleyebileceği cinayet sayısına sınırlama getirmek için harekete geçti...”
Bu okuduğunuz, bir Zaytung haberi. Bilmeyen varsa, Zaytung, kendini “mizahi ve ironik haberler veren” bir site olarak tanımlıyor. Ancak çoğu zaman gerçek tabloyu
mizahi olmayan sitelerden çok daha gerçekçi şekilde
ortaya koyuyor. Üstelik arabaya defalarca çarpıp serbest kalan beton
mikseri sürücüsü bölümü tamamen gerçek.
Koskoca bir şantiyeye dönen memlekette epeydir “Trafik canavarı yine can aldı” başlıklarının yerini “Yine beton mikseri / hafriyat kamyonu cinayeti” ifadesi aldı. Şehirlerin göbeğinde, etraflarında insanların yaşadığı gerçeğini dikkate almadan, adeta otomatik pilotta ve olmayacak bir hızda hareket eden ölüm makineleri dolaşıyor.
Memleketteki Doğu Ekspresi sevdasından haberdar değildim daha, Kars’a gitmeye karar verdiğimizde... Bir arkadaşımızın doğum günüydü ve uzun süredir de yeni yaşına pek sevdiği Kars’ta girmeyi kafaya koymuştu. Dolayısıyla çok önceden alınmış trenden ucuz uçak biletlerimizle gittik biz Kars’a ve üç gün içinde kutsal turu tamamlamaya çalıştık ki, neler var
bunun içinde?
Mutlaka Ani Harabeleri’ni görmelisiniz. Sayısız deprem ve savaştan arda kalanları görmek, başlı başına hayat dersi gibi... Ermenilerden Bizanslılara, Selçuklulardan Gürcülere ve Osmanlılara kadar kimler gelmiş kimler geçmiş ve hepsinden kalan parçalar kardeş kardeş duruyorlar. Arpaçay Nehri’nin öte
yanı da Ermenistan. Gelin de milletleri
ayıran sınırları bir de yakından görün.
Sonra tabii Çıldır Gölü... Kışları üzerinde atlı kızaklarla gezilen, testereyle balık tutulan büyülü göl. Bu sene gördüğü en yumuşak kışı geçiren coğrafyada Çıldır, yakın zamanda çözülüp yeniden donmuş, ama en azından üzerinde yürüyüp akla ziyan fotoğraflar çekebiliyorsunuz. Tabii kenarındaki artık içki satılmayan lokantada (Biz Atalay’ın Yeri’ni tercih ettik) rakısız sarı balık yiyebiliyorsunuz.
Kayağa merakınız varsa mutlaka, aksi halde de
Dünyada bir rüzgâr gibi esen ve beraberinde bir sürü pisliği süpürüp bir ferahlık getiren #Metoo (#Bende) meselesinde kafamı kurcalayan bir yan vardı, BBC Türkçe’nin #SenDeAnlat dosyası için Berza Şimşek’e konuşan Deniz Türkali’nin söylediklerini okuyunca netleşti. “Ben tacize uğradım demenin neden kadınlara düştüğünü anlamış değilim. Her tacizci erkeğin, geçmişte kendisini tacizci olarak görmeyen, normal karşılayan her erkeğin kendi yaptığı tacizleri anlatmasıyla bir açılım olabilir ancak” diyordu; “Erkekleri buna zorlamak lazım. Kadın hareketini destekleyen erkeklerin geçmişlerinde çoğunun, gayet iyi biliyorum ki taciz de var, şiddet de var. Önce onlar bir başlasın dökülmeye...”
Tamam, kadınların ‘dökülmesi’ de az şey değil. Kendimizi yalnız hissetmemiş, başımıza geleni söze döküp rahatlamış oluyoruz hiç değilse. Bir de belki şu işe yarıyordur; erkekler taciz edilen kadının ‘aslında’ ne hissettiğini anlıyordur. Çünkü karşı tarafın da yerine utanmak, ses çıkarırsa üzerine dikilecek bakışlardan çekinmek, hatta hatta “Acaba bende mi bir sorun var ki bu adam bana böyle davranabiliyor?” diye kendini suçlamak sadece kadınların anlayabileceği bir duygu muhtemelen.
Erkekler “Akıllı uslu
2300 metre yükseklikteki bir yaylada yer alan Boğatepe; eski adıyla Zavot, Kars’ın meşhur gravyerinin doğduğu köy. Zaten zavot da imalathane anlamına geliyor. 93 harbinden sonra savaşmayı reddeden Malakanların Ruslar tarafından ceza olarak yerleştirildiği bölge, İsviçreli iş adamlarının Alplere olan benzerliğini fark etmesiyle bir peynir cennetine dönüşüyor. Malakanlar bölgeyi terk edene kadar gravyer üretimine devam ediyorlar, onlardan sonra gelen Karapapaklar da geleneği sürdürüyor.
1880 yılında İsviçreli peynir imalatçıları tarafından inşa edilen mandırada şu an Zavot Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği’nin kurduğu ekomüze var. Kaşarın ve gravyerin yapımından bölgedeki peynirciliğin tarihçesine kadar envai çeşit bilgiyi öğrenebildiğiniz gibi Kars’ta yiyeceğiniz hiçbir peynire benzemeyen, geleneksel yöntemle üretilmiş gravyeri de buradan satın alabiliyorsunuz.
Sütleri organik sertifikalı, eskiden peynirler de öyleymiş ama sonra iptal edilmiş. “Devlet küçük üretici istemedi. Direnen bir köy çıktık, iznimizi aldık ama tescilin ismini Marjinal koydular” diye anlatıyor Zümran Ömür.
Zümran Hanım, bu sertifikası gibi kendisi de ‘marjinal’ köyde kurulan Zavot Boğatepe Çevre ve Yaşam
'Hiçbir zaman atölyem olmadı ama her zaman fırçam, boyam, kağıdım oldu. Resim malzemesi satan dükkanlara girince, şekerciye girmiş çocuk gibi olurdum. Hep ‘Bir gün yapacağım’ diye satın alırdım. Ancak 70 yaşımda varabildim o güne.” Hümeyra, Milliyet’ten Fisun Yalçınkaya’ya verdiği röportajda bu cümlelerle anlatıyor, kendisini 70 yaşında sergi açmaya götüren yolu.
Her zamanki gibi çok mütevazı tavrıyla konuşuyor. Nişantaşı Hobi Sanat Galerisi’nden içeri girip tabloları görmeseniz, tabii bir de onun yaptığı her işte nasıl kılı kırk yaran biri olduğunu bilmeseniz, zannedeceksiniz ki boyalarla, tuvallerle bir süre oyalanmış bir heveskar olarak kendisine 70 yaş hediyesi, sergi açıvermiş.
Nitekim resim malzemeleri ve kitapları aldığı dükkanın sahibi bile şaşırmış, resim yaptığını bilmiyormuş, ne derece açık vermediyse.
1969’da plak çizmişti
Halbuki yakınındakiler bilir, Hümeyra yıllardır resim yapar, arada sevdiklerine tablolarından armağan ederdi. Bir süredir de yaz-kış demeden haftanın kaç günü Orhan Taylan’ın atölyesine gidiyordu evden. Onun dışında sette değilse, tual başındaydı. Sergi açma amacıyla falan değil, sadece tutkulu olduğu için. 1969’da plak kapağı çizdiği Melodi
Biz ülkemizde dokuz yaşındaki kız çocuklarının evlenmesine Diyanet’in izin vermesi, birtakım ortaöğretim hocalarının çıkıp kız öğrencilerin eşofmanından ‘şeytani’ düşüncelere kapılması ya da gençler arasındaki masum flörtleri ‘zina’ olarak değerlendirip “Zina yapacak yaşta ama evlenecek yaşta değil, öyle mi?” tarzı açıklamalar yapması, bir şehrin erkeklerinin toplanıp kadınlar pembe otobüste yolculuk etsin diye imza toplaması gibi konularla iştigal ederken dünyanın gözleri Altın Küre’de Cecil B. DeMille Ödülü alan güçlü, özgüvenli, şahane bir kadının üzerindeydi: Ödülün ilk siyah kadın sahibi olarak tarihe geçecek bir konuşma yapan Oprah Winfrey’de.
1964 yılında küçük bir kız çocuğuyken Oscar alan Sydney Poitier’yi izlediği günü anlatarak başladı konuşmasına Winfrey. İlk kez bir siyahın böyle onurlandırıldığını görüyordu ve bunun o yaşta bir kız için ne demek olduğunu anlatamazdı. Daha sonra Cecil B. DeMille Ödülü aldı Poitier. “Şimdi” diyordu Winfrey, “Biliyorum ki bazı küçük kızlar da aynı ödülü alan ilk siyah kadın olarak beni izliyorlar”.
Ona bugüne gelecek gücü ve ilhamı veren insanlara teşekkür ettikten sonra son dönemde Hollywoood’u silkeleyen taciz zincirine ve ‘Me Too / Ben
Tiyatroadam’ın yeni sezon oyunlarından ‘İntiharın Genel Provası’, Sırp yazar
Duşan Kovaçeviç’in yazdığı, gelecek umudu kalmamış insanlara dair acımasız bir kara komedi.
Artık hayata devam etmek için hiçbir sebebi, gelecek umudu kalmamış bir adam, köprünün üzerine çıkar. Kim bilir kaç romanın, kaç filmin ve de kaç tiyatro oyununun ilk cümlesi, ilk sahnesidir bu. Ya adam kendini aşağıya atar ve olaylar gelişir, ya birisi onu ikna etmeye gelir ve olaylar gelişir.
Bu oyunda gelecek. Hem de bir değil, üç kişi birden. İntihara kalkışan kişi kendisini başarısız bulan bir mimar. Bu son projesinde; Tuna köprüsünden atlayarak hayatına son vermekte başarılı olmayı umuyor. Ama işte önce bir balıkçı koşup geliyor onu durdurmak için. Ardından veda etmek üzere aradığı genç sevgilisi. En son da köprünün altından geçen yolcu gemisinin kaptanı. Hepsinin de kendince sebepleri var mimarın intiharını engellemek için. Bu intihar denemesini daha da acıklı hale getirecek sebepler... Misal, balıkçının derdi insanlar atladıkça ağlarının delinmesi, kaptan ise cesetlerin yolcularının başına düşmesinden şikâyetçi. Sevgili desen, onun tek derdi oynayacağı vaat edilen film.
Oyun içinde oyun
Böylesine ‘hümanist’,
Türk Hava Yolları’yla yolculuk eden biriyseniz, Morgan Freeman’ın sizi uçuşa hazırlayan sesine de aşinasınızdır. “Se7en”ın, “Driving Miss Daisy”nin Oscarlı aktörü koltuğunda şöyle bir arkasına yaslanır, “Dünyanızı genişletin” der, siz o an yolculuğunuzun güvenli geçeceğine ikna olursunuz, öyle bir etkileyici ses. İnsana “Evet ya, ben de bu koca dünyanın bir parçasıyım” dedirten bir reklam. Uçak içi eğlence sisteminden kendinize alt yazılı bir film seçip dünyanızın sandığınız kadar geniş olmayabileceği gerçeğiyle yüzleşene kadar.
THY ile Beyrut’a uçan bir yolcunun “Modern Family” dizisinde “eşcinsel” sözcüğünün “sapkın” olarak çevrildiğini gösteren tweet’iyle başladı tartışma. Bir başka kullanıcının gene fotoğrafla belgelediği gibi “Demolition” filmindeki “gay” sözcüğünün THY’cesi ise “tuhaf”tı.
Sonra T24 sitesinde THY için alt yazı çevirisi yapan bir çevirmenin yazısı yayınlandı. Takma isim kullanan yazar, kendilerine gönderilen talimatnameyle belirlenen sansürün çok daha geniş kapsamlı olduğunu anlatıyordu. Votkadan, şaraptan geçtim, “içki” bile diyemiyordunuz, örneğin alt yazılarda. Sıvı gördüğünüz yere “içecek” yazıyordunuz. Kimse “sevişmiyor”, olsa olsa “görüşüyor”du. “Allahın