“Korku filmi değil Kabil’in gerçekliği”

19 Ağustos 2021

Bir dizi olarak izlemek kolaydı. Heyecanlı bir maceraydı izlediğimiz, evet moral bozucuydu biraz ama kahramanımız pek çok zorluğun üstesinden gelmeyi başaran bir kadındı. Zaman zaman “Yok artık canım” dedirtecek şeyler oluyordu. Bir ülke böyle bütün dünyanın gözünün önünde değişecek, toplumun yarısı köle sayılacak, kadınların sahip oldukları ne var ne yoksa ellerinden alacak, o güne kadar biriktirdiği parası, çalışıp çabalayıp inşa ettiği kariyeri, işi gücü, diploması, hatta doğurduğu çocukları, bütün hayatı avucundan kayıp gidecek ve bütün dünya da bunu izleyecek. İtiraz edenin uyarı olarak parmağı kesilecek, gözü çıkarılacak, hatasından dönmezse duvardan sallandırılacak. Hani çok distopya gördük ama bu kadarı ancak filmlerde olur, en azından bu saatten sonra. Bravo Margaret Atwood’a, nasıl da başarıyla kurgulamış.

Taliban Afganistan’ın başkenti Kabil’i ele geçirdiğinden beri “The Handmaid’s Tale”de “neticede film” diye izlediğimiz ne varsa bir bir

Yazının Devamı

Yangından sonra hayat

16 Ağustos 2021

Manavgat’tan İçmeler’e, Turunç’tan Mazı’ya ormanlarımız peş peşe yanmaya başlamadan önce karar verilmiş bir seyahatim vardı, Marmaris’e. Vazgeçmeyi ben de düşündüm tabii ama Datça ve Marmaris belediyelerinin yaptığı “Rezervasyonlarınızı iptal etmeyerek de bize destek olabilirsiniz” paylaşımlarının da etkisiyle şu anda bu bölgede bulunmanın “köy yanarken taranmak” olmadığına karar verdim. Yollarda giderken, kafanızı kaldırdığınızda tepenizde uzanan karanlık insanın içini burkuyor evet, ama konuk olduğun, yemek yediğin, alışveriş ettiğin esnafın seninle giriştiği içten sohbetten bile burada bulunmanın onlar için bir şey ifade ettiğini anlıyorsun. Çünkü kimse kalmamış pek. Zaten pandemiden beli bükülen esnaf, bütün umutlarını bağladığı turizm sezonuna da ağustos ayında veda etmek zorunda kalmış. Hala beklentisi olanlar, yeni rezervasyonlardan medet umanlar var ama tamamen kepenk kapatıp gitmiş olanlar da az değil.

Köylü pazarlarında daha da fark ettiriyor kendisini hazin tablo. Bazı tezgahlar boş.

Yazının Devamı

İstanbulluların taksi deneyimi

12 Ağustos 2021

Ne yaparsan yap bir sonuç alınamayacağına inandığın için ucunu bıraktığın, uğraşarak kendini yormaktan vazgeçtiğin konular vardır ya hayatta. Mesela taksiler. Ben uzun zamandır İstanbul taksi şoförlerinden düzgün bir muamele beklemekten, karşılaştığım saçmalıklara şaşırmaktan vazgeçtim. Elimden geldiği kadar sarı arabaya binmiyor, illa bineceksem ‘passiflora’mı
eksik etmiyorum.

“Bineceksem” dedim de, sanki binmek- binmemek kendi inisiyatifimdeymiş gibi oldu. Halbuki ne alakası var. Hepsi bir doğru saati, doğru güzergâhı tutturma meselesi. Bunu bütün İstanbullular bilir, saat 13.00- 16.00 aralığı “değişim saati”dir ancak karşılaştığın taksinin dönüş durağına yakın, yol üzerinde bir yerlere “bırakılabilirsin.” O tarafa gitmiyorsan senin sorunun, taksiciler sana otostop çekiyormuşsun gibi davranacaklar, “Nereye?” diye sorup cevap işle vermeden gaza basacaklar, sinirin bozulacak bu kesin. Ayrıca kısa mesafe hala pek sevilmiyor, o “minimum” ödeme miktarı kimseyi mutlu etmiyor, 16 lira tuttu misal, 20 lira verdin,

Yazının Devamı

Hak savunurken haksızlık etmek

9 Ağustos 2021

Bu hafta da ateş gibi yakan gündemimiz içerisinde Tokyo’dan gelen güzel haberlerle mutlu olduk, kısa bir süreliğine aynı şeye sevindik. O kadar az oluyor ki böyle fırsatlar, bir vesile bulup kamplara ayrılmadan önce kıymetini bilmek lazım. İsimleri aynı, tuhaf bir şekilde doğum günleri (26 Mayıs) aynı, memleketleri (Trabzon) aynı iki azimli ve güçlü kadın boksör tarihi başarılara imza attılar. Buse Naz Çakıroğlu gümüş madalyayla Olimpiyat Oyunları’nda madalya kazanan ilk Türk kadın boksör oldu, üzerine de Busenaz Sürmeneli altın madalya alarak şampiyon olan ilk Türk kadın boksör unvanına ulaştı. Şahaneler ikisi de. Beni en çok etkileyen, son derece ne yaptığını bilen, başarıyı hak ettiğinin farkında kadınlar olmaları.

Busenaz Sürmeneli mesela, “Altın madalya gelecek dedik ve geldi ama yetinmeyeceğiz. Daha büyük mutluluklar, daha büyük gururlar ve rekorlar için yola devam edeceğiz. Bizi izlemeye devam edin,” şeklinde anlattı duygularını. Kendini gayet net ifade edebilen biri yani. Hal böyleyken

Yazının Devamı

Şöhret yolu olarak cinayet

5 Ağustos 2021

Çok çok üzgünüm, Azra Gülendam Haytaoğlu’nu arayan ailesinin, dostlarının sosyal medya paylaşımlarını, sonunu bildiğimiz bir filmi izler gibi, yüreğimiz ağzımızda izledik ve korktuğumuz haber geldi sonunda. Korktuğumuzdan da beteri geldi üstelik diyeceğim ama her cinayet haberinde “tüyler ürperten detay”lara boğula boğula kanımız pek o kadar da donmaz oldu. Sanki neredeyse her gün bir erkeğin bir kadını katletmesi, bunun artık aylık, yıllık bilançolara dökülebilmesi yeterince dehşet verici değil de bir sürü süse püse, ilgisiz detaya ihtiyaç duyuyoruz ürpermek için.

Çocukluğumdan hatırlıyorum, o “üçüncü sayfa haberleri”, kadın cinayetleri hep bir “genç  güzel kadın” vurgusuyla yazılırdı. Çoğunlukla nüfus cüzdanından çekilmiş, siyah beyaz, bulanık bir fotoğraf olurdu sayfada, dolayısıyla haberi “cazip” hale getirme işi muhabirin kalemine düşerdi. Maktul “güzel falanca” olunca haberin daha ilgi çekici olduğu kabul edilmiş

Yazının Devamı

Ağaç kampanyası ve doğanın bilgisi

2 Ağustos 2021

Kaç gündür memleketin dört bir yanında ormanlarımız yanıp kül oluyor. Biri bitmeden öteki tutuşuyor. İçler acısı bir şey. Bir o kadar içler acısı olan da oturduğumuz yerden birbirimizi azarlayarak kendimizi faydalı hissetme alışkanlığımız. Bu her felakette kendini gösterir oldu, “en çok ben üzülüyorum” demenin yolu başkalarını hırpalamaktan geçiyor. Öfkemizi yönlendirecek mecra bulmakta zorluk çekiyor olmalıyız ki faturayı en kolay olana kesip rahatlıyoruz. Misal, arkada alevler yükselirken iskelede yemek yiyen insanlar. Onlar vurdumduymazlıklarıyla bu yangının bir numaralı sorumluları. Ben onlara hesap sorup normal hayatıma dönerek vicdanlı ve sorumlu bir vatandaş oluyorum, onlar da “köy yanarken saç tarayanlar”.

Neyse, konumuz başka. Bu “azarlama” furyasından ilk nasibini alanlar TEMA’nın ağaçlandırma kampanyası ve onu destekleyenler oldu. “Yaşamı yeniden yeşerteceğiz” gibi umut veren bir slogan birçoğumuza iyi geldi, tutunduk ona. İnsan bu, iyi ihtimallere, dayanışmayla bir şeyleri

Yazının Devamı

Bize düşen gölge etmemek

29 Temmuz 2021

Güzel şeylere hasret kaldığımızdan mıdır nedir, 2020 Tokyo Olimpiyatları’na dört elle sarıldık. Kendi adıma konuşayım, hayatımda hiç bu kadar heyecanlanarak maç izlediğimi hatırlamıyorum. A Milli Kadın Voleybol Takımı’mızla birlikte hop oturup hop kalkıyorum. İlk maçında Çin’i yendiği zaman da ikinci maçında İtalya karşısında 3-1 mağlup olduğu zaman da böyle bu, kazanıp kaybetme meselesi değil yani. ABD maçını da gene aynı kalp çarpıntısı, göz dolmasıyla izleyeceğim belli ki. Böyle güçlü, böyle azimli, hayatta büyük hedefleri, gelecek hayalleri olan genç kadınlar görmek başlı başına bir mutluluk, bir heyecan ve bir umut kaynağı çünkü. Şahaneler, pırıl pırıl parlıyorlar.

Onlar böyle tozu dumana katarak ilerlerken ortaya sürülmeye çalışılan, bütün bölen, parçalayan, ayrıştıran, alakasız yorumları, artık her başarının kaçınılmaz klasiği haline gelen kılık kıyafet ‘eleştirilerini’ ve de ona karşı geliştirilen karşı söylemleri tamamen göz ardı etmek gerektiğini

Yazının Devamı

Mutsuz aileler de benzer

26 Temmuz 2021

Kulağa ne kadar doğru gelse de Tolstoy’a katılmıyorum sanırım, “Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır”, diyor ya “Anna Karenina”ya başlarken. Büyük felaketlerin, sıra dışı mutsuzlukların ya da olur ya çılgınca bir mutluluk halinin yaşandığı bir aileden söz etmiyorsak, her ailenin “mutsuzlukları” da “mutlulukları” da birbirine benziyor bence. Maalesef çoğunlukla da mutsuzlukları.

Temelinde birlikte kalmayı mecburiyet kabul eden, artık bunu isteyip istemediğini sormayı bırakmış bir anne baba ve bu “mahkûmiyetin sebebi olarak gördükleri çocukları olan bir topluluktan ne beklenebilir ki? İki taraf da hayatta yaşayamadıklarının faturasını birbirine ve hükmedebildikleri canlılar olarak gördükleri çocuklara keserken onları bir arada tutan duyguya da olsa olsa “tahammül” adı verilebilir. Oysa doğru cevap “sevgi” olmalıydı.

Neyse, iyi tarafından bakmaya çalışırsak, bu mutsuzluklardan yüz yıl geçse eskimeyen romanlar, sınır tanımayan

Yazının Devamı