Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Kaç gündür memleketin dört bir yanında ormanlarımız yanıp kül oluyor. Biri bitmeden öteki tutuşuyor. İçler acısı bir şey. Bir o kadar içler acısı olan da oturduğumuz yerden birbirimizi azarlayarak kendimizi faydalı hissetme alışkanlığımız. Bu her felakette kendini gösterir oldu, “en çok ben üzülüyorum” demenin yolu başkalarını hırpalamaktan geçiyor. Öfkemizi yönlendirecek mecra bulmakta zorluk çekiyor olmalıyız ki faturayı en kolay olana kesip rahatlıyoruz. Misal, arkada alevler yükselirken iskelede yemek yiyen insanlar. Onlar vurdumduymazlıklarıyla bu yangının bir numaralı sorumluları. Ben onlara hesap sorup normal hayatıma dönerek vicdanlı ve sorumlu bir vatandaş oluyorum, onlar da “köy yanarken saç tarayanlar”.

Haberin Devamı

Neyse, konumuz başka. Bu “azarlama” furyasından ilk nasibini alanlar TEMA’nın ağaçlandırma kampanyası ve onu destekleyenler oldu. “Yaşamı yeniden yeşerteceğiz” gibi umut veren bir slogan birçoğumuza iyi geldi, tutunduk ona. İnsan bu, iyi ihtimallere, dayanışmayla bir şeyleri değiştirebileceğine inanmak istiyor, bu da iyi yanı aslında. Onu “Yapılması gereken bu mu şimdi, cahilsiniz” diye aşağılamak yerine neden her yangında ağaçlandırma kampanyası patlıyor diye bakmak ve bunun neden olmaması gerektiğini bilimsel yollarla anlatmak daha iyi olmaz mı?

İlk sorunun cevabı çok basit, çünkü yanan yerde birkaç yıla boy göstermesinden korktuğumuz otel inşaatını böyle engelleriz diye düşünüyoruz. Çünkü insanın kendi kendine kurduğu, şeytanın aklına gelmeyecek komploya, iklim krizine inanmak daha zor geliyor. Oysa bu yangınların aynı anda patlak vermesinin ve bu kadar büyümesinin önemli sebeplerinden biri aşırı sıcaklar ve kuru rüzgarlar. Ben demiyorum, Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü Ekoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu söylüyor. Konuyu Twitter’da tane tane anlatan Tavşanoğlu, en son iklim krizine dair faydalı yayınlar yapan podcast “Esmiyor”a da konuk oldu ve yangınları nedenleri, sonuçlarıyla açıkladı. Türkiye’deki en büyük yangın 20 bin hektar alanı etkileyen 2008 Taşağıl - Köprülü Kanyon yangınıyken, şu an bunun kat kat üstünde bir alanla karşı karşıya olduğumuzu, durumun “otel için yakıldı” ya da “terör eylemi” ile açıklanamayacağını, sıcak dalgaları arttıkça riskin artacağını, dolayısıyla buna “yeni normalimiz” denilebileceğini söyledi.

Haberin Devamı

Öte yandan iyi şeyler de söyledi; Akdeniz ormanları milyonlarca yıldır yangınla haşır neşir oldukları için yangınla başa çıkmalarına, hatta yangın sayesinde üreyip çoğalabilmelerine olanak tanıyan özellikler evrimleştirmişler. Yani “Yangından sonra Akdeniz’de bir orman yok olmaz, ekosistem ortadan kalkmaz, birkaç ay sonra ölü sandığınız çalılar, toprağın altında yangını canlı atlatan dokuları sayesinde sürgün verir. Kızılçamın tohumlarını yangından korumak için yıllarca kapalı tuttuğu bazı kozalakları birkaç hafta içinde açılır ve tohumlar besin ve mineralce zenginleşmiş olan yanmış toprağa ulaşır,” diyor. Yangından sonra yapılması gereken, doğaya kendini yenilemesi için fırsat vermek, yanmış dalları yere sererek kızılçam tohumu takviyesi yapmak gibi dolaylı restorasyon yöntemleri tercih etmekmiş, ağaçlandırma yapmak değil. “Ağaç dikme seferberliği iyi niyetle bunu ortaya atanların sandığının aksine, ormana zarar verecektir,” diyor.

Haberin Devamı

Zaten TEMA cephesine baktığımızda onların da farklı düşünmediğini görüyoruz. Habertürk yayınına katılan TEMA Vakfı Başkanı Deniz Ataç “Aslına bakarsanız doğrusu o alanın hiç ağaçlandırılmaması, kendi haline bırakılmasıdır” diyor, “Biz de onaylamıyoruz”. Peki neden başlatmışlar kampanyayı? “Kamuoyu baskısı nedeniyle”.

Çok acayip değil mi, ormanı korumak için, kendi elimizle ona zarar verecek bir kampanya başlatıyoruz. Halbuki dengeyi bozmasak yetecek. Kamuoyu baskısı keşke oranın ormanlık alan olarak kalmasını sağlamaya yarasa, gerisi doğanın bilgisine bırakılsa.