Hayatın bir halinin kapıda, o önlükleri üzerinize giydiğiniz yerde bırakıldığı yerdir, yoğun bakım. Patronunuzla sürtüşmeniz, beklediğiniz telefon, ödenmemiş faturalar ve sevgilinizle kavganız ancak o girenin bileceği koku burnunuza çarptığı anda dışarıda kalır. Kolonyanı alıp hasta ziyaretine gitmeye benzemez, gerçek hayatın tokadına hazır olmanız gerekir. Zaman durur aslında bir anlamda ve o ‘an’a hapsolursunuz.
Özen Yula’nın yazıp sahneye koyduğu, İstanbul Tiyatro Festivali ile orta yapım olarak hayata geçirdiği ‘An’ı izlemeye Yeldeğirmeni Sanat Merkezi’ne giderken, bir tiyatro oyunu insanı ne kadar koparabilir hayattan da kendi zamanına bağlayabilir, tahmin etmiyordum.
Kadıköy Şifa Hastanesi bir yoğun bakım ünitesi kurmuştu bunu biliyordum, seyirci de içeride 60 - 70 dakikalık bir zaman kesitine tanık olacaktı, bir de bunu. Eninde sonunda bir ‘oyun’du.
Başka bir dünya
Ama kapının önünde duran ambulanstan basamaklarda sigara içerek içerideki annesinden haber bekleyen ‘oyuncu’ya kadar her şey daha adımımızı atarken başka bir dünyaya geçmemizi sağlıyordu. Nasıl oldu anlamadan önlüğümü giymiş, diğer ‘seyircilerle’ birlikte yataklardaki hastaların kaderlerine tanıklık ederken buldum kendimi.
Birkaç dakika geçmeden de ne seyirci kaldı zaten, ne oyun, ne oyuncu. Doktor, hemşireler ve hastabakıcılar bizi görmeden geçiyorlardı ya yanımızdan, biz de kendimizi görünmez hissettik ve insanın bu en güçsüz ve en ‘mahrem’ halinin gözlemcisi olduk.
Bir an o yanıklar içinde acı çeken kadının kızının yolunu gözler, bu haline sebep olan kocasının cezasını bulmasını umar, ardından anneleri bilinci kapalı son dakikalarını yaşarken miras kavgası yapan iki kardeşi tutup silkelemek ister olduk. Tek kelime Türkçe anlamayan, Kürt hastabakıcının teselli ettiği Asmin’in böbrek ağrısından, yüksek ateşle acile getirilen delikanlının
aritmisinden önemli bir şey kalmadı hayatta. Bir hastadan öbürüne, bir hikayeden diğerine aktı zaman.
Bir yatağın yeni sahibine hazırlanmasına da tanık olduk, bir yoğun bakım hastasının son yatağını terk edişine de. Çok ürpertici, çok sert, ama bırakıp gidemediğiniz, gözünüzü bir an ayıramadığınız, eşsiz bir deneyimdi. Hayatın kendisi gibi.
Gerçek gibi
Can Girgin, Canan Demirli, Deniz Akgündüz, Esin Aslan, Gözde Nur Kuru, Hasan Ali Yıldırım, Hülya Erol, Kaan Songün, Kerem Kupacı, Memetcan Diper, Mehmet Selin Sağdıç, Nazan Diper, Ozan Yılmaz, Ömer Çobanoğlu, Tuğba Eskicioğlu, Zeyno Eracar... Hiçbiri oyuncu değildi sanki.
O kadar iyiydiler ki. Ben o hemşireyi de, o doktoru da o hastabakıcıyı da tanıdığıma yemin edebilirim. Kapıda önlüğünüzle beraber bırakıp çıkamadığınız, birçok ‘an’ını yanınızda taşıyacağınız bir 70 dakikaydı. Kaç oyun bunu yapabilir ki?