Farklı bir gençlik dizisi

2 Eylül 2016

“Hiçbir şeyin olmadığı, sadece güzel kızlarla oğlanların havalı bir kampüste salındığı bir gençlik dizisi daha herhalde” diye başına iliştim, yerimden kalkamadım.

Daha beşinci dakikadaydık, ben neler olacağını merak etmeye, adım adım Show TV’nin yeni dizisi ‘Arkadaşlar İyidir’in atmosferine kaptırmaya başlamıştım kendimi. Hatta daha jenerikte, Şanar Yurdatapan’ın ‘Arkadaş’ şarkısının Gripin yorumuyla başlamıştı macera. Farklı bir şey izleyeceğimiz belliydi.

Nitekim, star oyuncuların sırtına yaslanarak reyting almayı denemektense anlattığımız hikayeye odaklanırsak, iyi yazılmış ve iyi çekilmiş bir işin ne kadar izlenebilir olacağını gördük. Üniversite çağında beş arkadaş etrafında gelişiyor olaylar.

Hepsini adı sanı çok az bilinen, parlamaya aday gençler oynuyor: Seda (Aslı Melisa Uzun), Eren (İdris Nabi Taşkan), Gizem (Su Kutlu), Yunus (Akın Akınözü) ve Merve (Hayal Köseoğlu).

Dizi İzmir’de, iki aileyi derinden etkileyen korkunç bir kazayla başlıyor. Bu aynı zamanda çocukluk arkadaşı olan Gizem ve Seda’yı ayıran,

yıllar sonra da suçluluk ve intikam duyguları ekseninde bir araya getiren bir dönüm noktası.

Sadece Gizem ve Seda’nın değil, aynı üniversitede okuyan beş gencin her birinin

Yazının Devamı

Hangi aileyi seçerdiniz?

1 Eylül 2016

“15 yaşındaki oğlumu okula bırakıyordum. Birden gergin bir sesle ‘Baba, ben eşcinselim’ dedi. O an aklıma gelen sadece ona sarılmak oldu. Onu ne kadar çok sevdiğimi söyleyebildim ve olduğu gibi kabul ettiğimi.”
Bu cümleleri söyleyen, Amerikalı papaz Danny Cortez. Los Angeles’ta bir Güneyli Baptiste kilisesinde görevli. Eşcinselliğe hiç de olumlu bakan bir insan değilken, rahiplik hayatında karşılaştığı itiraflar onu adım adım bu noktaya getirmiş: Öfkelenmek, inkar etmek, utanmak yerine çocuğunu olduğu gibi kabul etmek ve insanlarla da durumu bütün açıklığıyla paylaşmak, kiliseden kovulma riskini de göze alarak.
Kürsüye çıkıp eşcinselliğe bakışıyla ilgili yaşadığı değişimi insanların gözünün içine bakarak anlattığı video youtube’da mevcut. Oğlu Drew’un eşcinsel olduğunu dünyaya duyurduğu video da. Danny Cortez ve oğlu dürüstlüklerinin karşılığında cezalandırılmamışlar, aksine bir oylamayla kilise LGBTİ bireyleri dışlamayan bir ‘Üçüncü Yol’ kilisesine dönüşme kararı almış. Buna tahammül edemeyip gidenlerden geri kalanlarla elbette. Ve iki senedir Cortez her mecrada hikayesini paylaşarak insanların tekrar tekrar bu konuyu düşünmesini sağlıyor. “Eğer bana bir iki hafta ömrün kaldı

Yazının Devamı

DT’de Shakespeare hayal değil

30 Ağustos 2016

Acaba memlekette ‘şaşırtan’, ‘şoke eden’ olay eksikliği mi çekiyoruz ki, bir de kendi flaş haberimizi taştan çıkarıyoruz diye düşünüyorum bazen.

Mesela dün kopan ‘Devlet Tiyatroları artık sadece yerli oyun oynayacak’ fırtınası. Ne diyor haber? Yeni sezon yaklaşırken, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Nejat Birecik bölgeleri arayıp yabancı oyunları kaldırtmış, bundan böyle sadece yerli oyunlar oynayacaklarını açıklamış. Amaç da milli, manevi duyguları pekiştirmek ve vatan bütünlüğüne katkıda bulunmakmış.

Her şeyden önce tiyatro evrensel bir sanattır, vatan her yerde vatan, savaş her yerde savaştır ve o amaçlanan beraberlik duygusunu pekala iyi sahnelenmiş bir İngiliz, Amerikan, Alman, Rus oyunuyla da sağlayabilirsiniz. Hatta maalesef örneğini çok gördüğümüz yerli müsamerelerden çok daha başarılı bir şekilde.

Hep aynı oyunlar

Ayrıca Türk tiyatro edebiyatı 12 bölge 65 sahneye yetecek zenginlikte değildir, döne dolaşa aynı oyunların sahnelenmesinden, sürekli “Yerli yazar yok” diye ağlanmasından da anlaşılacağı üzere. Nitekim bakıyoruz; gene Recep Bilginer’ler, Nahit Sırrı Örik’ler ‘Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe’ler, ‘4. Murat’lar, ‘Rumuz Goncagül’ler, Kenan Işık’ın yıllar önce Şehir

Yazının Devamı

Kutuplaşma nasıl oluyor?

29 Ağustos 2016

Konuşunca herkes aynı şeyden yakınıyor: Kutuplaşma. “Aynı topraklarda kardeşçe yaşıyorduk, ne ara böyle düşman olduk?” Bu cümleyi siyasi görüşe, inanca, dine, dile, mezhebe, aklınıza gelen her farklılığa uyarlayabilirsiniz, hepsine gider.
Ne zaman kardeşçe yaşıyorduk, itiraf edeyim benim yaşım yetmiyor o sözü edilen mutlu günleri özlemle anmaya. Kutuplaşmanın bir çeşidi hiç eksik olmadı hayatımızdan bana sorarsanız. Ama bugüne gelirsek tablo şu: Herhangi bir konuyu birbirimizi bu ülkeden kovmadan tartışamıyoruz.
Ya siyahsın ya beyaz, ya bizdensin ya değil. Uzlaşmamız, bir meseleyi sebebiyle, sonucuyla konuşmamız, kimseye zarar vermeyecek bir orta yol bulmamız mümkün değil. Benim gibi düşünmüyor musun? Hadi koş o çok beğendiğin Batıya ya da Suudi Arabistan’a, İran’a, artık durum nereyi gerektiriyorsa, her kesimin birbirini sürdüğü yer farklı. Emin olduğumuz şey; ev sahibi biziz, tapu bizde. Nazım’ın ‘Bu memleket bizim’ini tamamen yanlış anlamış insanlar topluluğu.
Sosyal medya bu sürgün tebliğleri için ideal bir mecra. Ama tabii önce, savaşın çıkması gerekiyor. Tartışacağız ki “Beğenmeyen gitsin” demeye sebebimiz olsun. Bir bakıyoruz twitter’ın en çok konuşulanlar listesine: Her

Yazının Devamı

HAK EDİLMİŞ DAYAK

26 Ağustos 2016

Spor yazarı - Socrates Dergisi Genel YayınYönetmeni Caner Eler ve altı arkadaşının Kalpazankaya’da yaşadıkları, hiç de sır olmayan bir yönümüzü bir kez daha gözler önüne serdi: Ortada tecavüz varsa edileni, cinayet varsa öleni, dayak varsa yiyeni sorguluyoruz biz.

Önce bilmeyenler için olayı özetleyelim: 30’lu yaşlarında üç kadın ve dört erkekten oluşan grup, yemeklerini yedikten sonra hesabı öderken adisyona göz atıyorlar, ‘şalgam’a benzer bir şey yazdığını görünce, şalgam içmedikleri için olsa gerek, “Şalgam mı yazıyor burada?” diye soruyorlar. Şefin “Ne bileyim ne yazıyor, ne olmuş?” sorusuyla başlayan sürtüşme “Ne yazıyorsa ödeyin gidin lan” şeklinde bitiyor. Daha doğrusu yeni başlıyor, çünkü mekan çalışanları Caner Eler ve arkadaşlarının üzerine çullanıyorlar.

Eler’in arkadaşlarından birinin ekşi sözlükte yazdıkları şöyle: “Başında aşçı şapkasıyla ocakçısından tut, yaklaşık bir 10 dakika kadar sonra ortalık durulduğunda ‘abi siz gayet iyi, kibar adamlardınız; niye böyle yaptınız?’ minvalinde bir şeyler sayıklayan komisine kadar geldiler. 20 kişi dövdüler bizi. Ben bu yaşımda ilk defa dün gece anladım ki dayak yerken yapılması gerekenlere dair zerre fikrim yokmuş. 20 kişi

Yazının Devamı

Yasakla huzur sağlanır mı?

25 Ağustos 2016

Cannes’da başlayıp Fransa’nın güneyindeki sahil kasabalarına yayılan haşemayla denize girme yasağıyla ne amaçlanıyordu emin değilim ama düşmanlığı körükleyecek ilk sonuçlarını bu hafta verdi.
Cannes’da çocuklarıyla denize giren tesettürlü bir kadın, polis tarafından kıyafeti uygun olmadığı için sahilden çıkarıldı, üzerine de 11 Euro para cezası ödemek zorunda bırakıldı. Sağdan soldan
gelen “Evine git!” nidalarıyla beraber dört dörtlük bir nefret suçu tablosu.
İtalya’da da Fransa’nın izinden gitmek isteyenler var da, neyse ki İçişleri Bakanlığı da Katolik Kilisesi de sağduyulu açıklamalar yaparak yasağa karşı çıkıyorlar. İçişleri Bakanı Angelino Alfano, “Biz Müslüman kültürünü reddettiğimiz izlenimi doğuracak adımlar atmadığımız için şu ana kadar güvenli bir ülke olabildik. Ben Allah’a ibadet etmiyorum ancak inanç özgürlüğünü garanti eden bir kültürle eğitildim” diyor.
Kilise yasağı ‘utanç verici’ buluyor. Her ikisi de “Rahibeler de mayo giymiyor” diyor. Fransa’ya sesini duyuramıyor.
Cannes Belediyesi’nin iddiasına göre bu yasağın amacı ne? “Toplumsal huzursuzluğu engellemek”. Yasağa karşı çıkan İslamofobi ile Mücadele Derneği’nin başvurusunu reddeden mahkemenin

Yazının Devamı

‘SAHİBİ GİBİ’ BİR MEZAR

23 Ağustos 2016

Ne kadar meraklıyız ‘vefasızlık’ haberlerine. Tanınmış bir insanın zor durumda olduğunu, ya da cenazesine az kişi geldiğini, ölümünden sonra unutulduğunu duymayalım, hemen birer cengaver kesiliyoruz. “Falancaya büyük vefasızlık!”

Bu sürekli ‘birilerini’ suçlama merakının bir tezahürü tabii. O kişinin hayatında bizden daha yakın birileri var büyük ihtimalle, biz bu mesafeden atıp tutarken asıl acıyı çeken onlar ve biz
onları suçluyoruz, o acıyı layıkıyla yaşayamadıkları için.

Mesela son olarak üç yıl önce kaybettiğimiz usta oyuncu Tuncel Kurtiz’in mezarını ‘yaptırmadıkları’ için. Onu ‘sahipsiz’ bıraktıkları için.

Sosyal medyada böyle bir telaş var bir haftadır. Tuncel Kurtiz gibi yaşamı boyunca çok sevilmiş, son anına kadar etrafında onun ağzından bir kelime daha fazla kapabilmek için gözünün içine bakan genç oyuncu arkadaşları ve elini hiç bırakmayan Menend Kurtiz gibi şahane bir kadın olmuş ve Tuncel Kurtiz ‘sahipsiz’ kalmış. Ne demekse.

Hiç de sahipsiz görünmüyor

Komplo teorisini ileriye taşıyıp olayı Kurtiz’in muhalif bir sanatçı olmasına bağlayan bile var. Hani muhalif sanatçıların başına pek çok şey gelebilir bu memlekette ama mezar yaptırılmasına henüz bir engel yok.

Bakıyo

Yazının Devamı

Düşmanımız misyoner Koreliler mi?

22 Ağustos 2016

Kendinizi bir an için Güney Koreli beş kişilik turist grubunun yerine koyun. Dünyanın öbür ucundan, kalkıp gelmiş, bu yaz sıcağında dilini, adetini bilmediğiniz bir ülkenin tarihini, kültürünü öğrenmek için elinizde kağıt kalem, geziniyorsunuz.
Birden bir takım adamlar üzerinize yürüyor. Bir sebepten öfkeliler, anlamanız mümkün değil. Girilmeyecek bir yere mi girdiniz? Hayır, Ulucami’nin avlusundan geçtiniz, herkese açık, ‘Allahın evi’, kimsenin babasının malı değil. Halkı rahatsız edecek bir hareketiniz mi oldu? Yoo, ağzınız var diliniz yok. Ne istiyor bu adamlar?
“Defolun gidin” diyorlar, dillerini bilmediğinizden anlaşılır olmak için “Hadi yallah, kışt” falan gibi nidalar kullanıyorlar. Karşılarında itiraz eden de yok ama yetinmeyip belediye görevlisinin süpürgesiyle üzerinize yürüyorlar. O da veriyor süpürgeyi, kafanıza indirseler kimsenin umuru değil, “gavur oğlu gavurlar sizi”.
Medeni olduğu varsayılan bir ülkede başınıza bunlar gelse ne düşünürdünüz? Nasıl tanımlardınız o insanları? “İlkeller, barbarlar, zorbalar?”, hiçbiri tam açıklamaya yetmiyor değil mi? Bu utanç verici görüntüler Gaziantep’ten. Maalesef biz aynı dili konuştuğumuz için adamların derdinin ne olduğunu

Yazının Devamı