Zamansız bir oyun

8 Şubat 2024

Bazı oyunlar var, yıllar önce yazılmış, insan “Kim bilir ne kadar eskimiştir” diye düşünebiliyor ve fena halde yanılabiliyor. Sevinilecek bir şeyden söz etmiyorum. İnsanın özünde değişmeyen bir şey var ve bu iç açıcı bir şey değil. Bunu usta bir yazar ele aldıysa da hem evrensel hem zamansız bir eser çıkıyor ortaya.  

Orwell’in “1984”ünü Nilüfer Kent Tiyatrosu’nda izlediğimde de bunu düşünmüştüm. Sermet Çağan’ın “Ayak Bacak Fabrikası” ile İstanbul’a gelen Eskişehir Şehir Tiyatroları’nı izlemek de aynı etkiyi yarattı üzerimde. Ezen – ezilen ilişkisinin dinamikleri, o korkutma - kandırma döngüsü insanlık tarihinin değişmeyen meselesi.  

Maalesef çok genç yaşta kaybettiğimiz çok yönlü tiyatro insanı Sermet Çağan, 1961 yılında yazmış “Ayak Bacak Fabrikası’nı. O günden bugüne sayısız topluluğun repertuvarına girdi, şimdi de Murat Karasu’nun son derece dinamik rejisiyle Eskişehir’de.  

“Ayak Bacak Fabrikası”

Yazının Devamı

İyi niyet taşlarıyla döşenen yol

5 Şubat 2024

Çocukluğuma dönüp baktığımda hâlâ hatırladıkça tüylerimi ürperten bir sahne var. İlkokulu özel bir okulda okudum, ailelerin bir dolu para verip çocuklarını gönderdiği ve o çocukların kişiliğinin sistemli şekilde ezildiği. Bir teneffüsten sınıfa döndüğümüzde çantalarımızın didik didik aranmış olduğunu görmüştük. İçlerinden çıkan ‘ganimetler’ öğretmen masasının üzerine yığılmıştı, hepimizi tek tek çağırıp o sakıncalı buldukları malzeme her neyse onun hesabını sormuşlardı. Mahremiyet denen şeyin ihlalinin ne derece can yakıcı olduğuna dair ilk deneyimim.

Filmekimi’nde seyirciyle buluşan, şu anda Başka Sinema salonlarında izleyebileceğiniz hatta mutlaka izlemeniz gereken “Öğretmenler Odası”, o sevimsiz duygunun içimde bir kez daha canlanmasında neden oldu. Film, 1984 Berlin doğumlu yönetmen İlker Çatak’ın dördüncü uzun metrajı ve Almanya’nın bu yılki Oscar adayı. Öğrencileriyle eşit ve eğlenceli bir ilişki kuran idealist öğretmen Carla Nowak’ın

Yazının Devamı

Cem Karaca’nın dinmeyen gözyaşları

1 Şubat 2024

Bu konuda her haber gördüğümde içim cız ediyor. Cem Karaca’nın hayatı film oldu, Yüksel Aksu’nun çektiği “Cem Karaca’nın Gözyaşları” geçen hafta gösterime girdi, biz sürekli o filmin sinemalarda kalmaya devam edip etmeyeceğini konuşuyoruz. Çünkü daha film sete çıkmadan başlayan ve bir türlü bitmeyen bir ‘engel olma’ çabası var, Cem Karaca’nın son eşi İlkim Karaca kaynaklı.

“Benden izin alınmadı” diye çekimleri durdurmaya yönelik dava açtı önce. Bu durum kendisinin “kişilik haklarının ihlali” olarak nitelendiriliyordu dava dilekçesinde. İkinci sorun “senaryo desteğinin İlkim Hanım’ın (ve ifadesine göre Cem Karaca’nın) ihtilaf içinde olduğu kişilerden alınmasıydı”. Halbuki filmin danışmanlarının başında Emrah Karaca geliyordu, Cem Karaca’nın tek çocuğu. Emrah Karaca hem filme senaryo desteği veriyordu hem de babasına ait bütün arşivi yapımla paylaşmıştı.

Üstelik belki de bu yaşanacak tatsızlıklar da tahmin edilerek, Cem

Yazının Devamı

“Hiç mi yaşamayalım yani?”

29 Ocak 2024

Aile, TDK’ya göre “evlilik ve kan bağına dayanan toplum içindeki en küçük birlik” sürdürülebilirliğini büyük ölçüde ‘yalanlara’ borçlu. Haksızlık ettiğimi sanmıyorum. Çoğumuz için haklarında az şey bildiğimiz, kendimizi anlatamadığımız, onlarla ilgili fikirlerimizi de kendimize sakladığımız bireylerden oluşan bir ‘küçük birlik’, aile. Ama tabii ki birbirimizin iyiliğini isteriz, hele çocuğumuzsa söz konusu olan, onun için neyin iyi olduğunu da en iyi biz biliriz. ‘Mutlu olsun’ diye. Belgin’in annesi gibi. Ama insan olduğu gibi kabul etmediği birinin neyle mutlu olacağını nereden bilsin?

Belgin, bir bakış açısında göre ‘evlenme çağını kaçırmasına ramak kalmış’ bir kadın. Bir gece yarısı annesinden aldığı telefonla apar topar baba evine gidip bir ‘yalanlar silsilesinin’ ortasına düşüyor. Kendisi için bir oyun kurulmuş o ayrı, babası Kamuran 74 yaşında “hiç mi yaşamayalım yahu?” sevdasına yakalanmış o ayrı, hayatı

Yazının Devamı

Dizilerin bize söyledikleri

25 Ocak 2024

Yeni bir solukla başlayan üçüncü sezonunu vites düşürmeden devam ettiren “Yargı” dizisi benim için düşmeyen merak dozu kadar toplumsal cinsiyet eşitliği alanında verdiği örneklerle de izlenir oldu ilk günden beri. Bir kere işine âşık bir ana kadın karakter vardı. Ceylin’i (Pınar Deniz) önce ne olarak tanımlarız? Ilgaz’ın (Kaan Urgancıoğlu) büyük aşkı / sevgilisi / karısı diye değil, mesleği uğruna riske giren, hatta bazen sevgilisiyle ters düşmeyi, onu kızdırmayı da göze alan bir avukat o. 

Dikkat edersek bunun dizilerimizde çok rastlanan bir özellik olmadığını görürüz. Çoğu ana kadın karakteri düşününce aklımıza ilk gelen mesleği olmaz. Hatta çoğunun mesleğini bilmeyiz bile. Ayrıca kendi kararlarını alan, hiçbir lafın altında kalmayan ama bir yandan da aşkına sadık, üzüldüğünde, korktuğunda sevgilisinin göğsüne başını yaslayan sahici bir kadın, Ceylin. Karşısında da ona her alanda destek olan bir adam var. Evde hizmet beklemeyen, mutfağa karısı kadar sık girip yemek yapan,

Yazının Devamı

Müzikli oyunlar zamanı

22 Ocak 2024

Bu ay Maximum Uniq Hall’da yeni perde açan iki ayrı müzikal izledim. 27. İstanbul Tiyatro Festivali için hazırlanan bir proje olan Peyk müzikali “Hamiyet” idi. Şimdi ayda bir – iki kez farklı sahnelerde seyirciyle buluşuyor. Neden ‘Peyk müzikali’? Çünkü tamamen Peyk’in şarkılarından oluşuyor ve grubun solisti İrfan Alış’ı çocukken çok etkilemiş gerçek bir karakterin hayali hikâyesini anlatıyor. Muhtemelen geniş hayal dünyasından ötürü deli damgası yiyen bir kadınmış, Hamiyet. Deniz Madanoğlu’nun kaleme aldığı, 1980 darbesi sonrasında geçen oyunda Aslı İnandık’ın canlandırdığı Hamiyet de kocası ve çocukları dahil herkesin deli gözüyle baktığı bir kadın. Ancak o bu deliliğini şarkı sözü olarak dışarı vuruyor. Çalıştığı konfeksiyon atölyesinde bulduğu kumaş parçalarının üzerine sözler yazıyor, bunları solisti olduğunu iddia ettiği müzik grubuna iletecek, yakında şarkıları radyoda çalınacak, anlattığı bu.

Oyunun en güzel tarafı, Peyk’ten canlı olarak

Yazının Devamı

Kendi hikâyemize çıkış bileti

18 Ocak 2024

Önceki akşam katıldığım bir toplantıda kadınlardan oluşan topluluğa “Özgürleşme yolunda önünüze çıkan engeller nelerdi?” diye bir soru yöneltildi. Gelen yanıtlarda en çok “kocam” geçiyordu. Bu engeli aşmış olan vardı, aşmaya hazırlanan vardı, düşününce bu en azından çoğu insan için ‘boşanılabilen’ bir engel. ‘Kendim’ diyen oldu ki aşılması en zor engel bu da. Ama itiraf edeyim benim aklımdan annem – babam geçti. Özleyerek hatırlayacağım bir üniversite hayatım olmadıysa, o bölümde ne işimin olduğunu hep merak ettiysem sebebini onlara bağlıyordum çünkü. Bunun hiç orijinal bir bahane olmadığını biliyorum ama ‘bence’ annemin babamın benimle ilgili planlarına hayır diyememiş, onları hayal kırıklığına uğratmayı göze alamamıştım. 

Sonradan uğrattım tabii. Çünkü bu ‘engeli’ daha birinci sınıfta bir gazetede çalışmaya başlayarak aştım ve bedeli de yıllarca uzayan bir okul hayatı oldu. Ama şart mıydı? Ve tabii bu neden bu kadar çok insanın

Yazının Devamı

Nefret ettiğiniz bir ikiziniz olsa

15 Ocak 2024

Öncelikle “Ne yaparsam yapayım kayırmacılık duvarlarını aşamıyorum, aslında o pozisyon için gereken bütün özellikler bende mevcut ama işte müdüre dalkavukluk yapamadığım / patronun gözüne giremediğim / beni koruyacak kodaman akrabalarım olmadığı için benim yerime hep o hak etmeyen kişi / kişiler getiriliyor” duygusuna yabancı olan kaç kişi vardır, oradan başlayalım. Hayatımızın bir noktasında; ama okulda ama iş yerinde içimizden geçmiştir bu. Hata bizde değil onlardadır, biz doğruyuzdur onlar yanlıştır. Ne ‘olamıyorsa’ sebebi budur.

Bazısı içinse bir yaşam biçimidir bu. Mesela Burak Çıplak için öyle. Çalıştığı bankada hep birileri onun önünü kesiyor, kuyusunu kazıyor, arkasından iş çeviriyor, yükselmesini engelliyor. O ise kendi kendine hırslanıyor, içi içini yiyor, dışa vuramıyor. Hiçbir konuda doğrudan yüzleşebilen biri değil zaten, hep ürkekçe, sinsice dile getiriyor ‘şüphelerini’. Pahalı içkisini gizli gizli içtiğinden emin olduğu evdeki

Yazının Devamı