‘Sabret ki her şey hissettiğin gibi oIsun. Sabret ki her şey gönIünce oIsun’ demiş ya MevIana… Bunun bir de ‘Fazla naz âşık usandırır’ yönü var hayatta. Yani sabretmenin sınırı bir yere kadar. İnsanı bir şeye heveslendirip sonunda eli boş bırakılıyorsa o zaman bıkkınlık ve güvensizlik kaçınılmaz olur. Haliyle beklenene karşı soğukluk da baş gösterir.
Nasıl ki, ‘Vatanım Sensin’ izleyicisine tam da bu duyguları yaşatıldı. Nedeni malum… Kalp çarpıntısıyla beklenen Cevdet-Azize buluşmasına dair umutların kof çıkması!
Yoğun tepkilere neden olan bu sürpriz gelişim dizinin gelecek bölümlerini ve reytinglerini nasıl etkiler, bilemem. Ama işin asıl üstünde durulması gereken boyutu yarattığı hayal kırıklığından ziyade bu aşamaya nasıl gelindiği hususu olmalı! Buluşma işini ileriye bırakıp farklı gelişime kapı açan senaryonun Cevdet’le ilgili gerçeği Azize yerine Tevfik’e öğrendirtmesinin öykünün gidişatı açısından gerekli olduğunu varsaysak bile, sabırların isyana dönüşmesine sebep olan Azize karakterinin yapılandırılmasındaki aksaklığı görmezden gelmemiz mümkün değil.
‘VATANIM SENSİN’ AZİZE’YLE DİBE VURUYOR
Hiç şüphesiz ‘Vatanım Sensin’ ekrandaki kayda değer yapımlardan. Benim de baştan itibaren takip ettiğim dizilerden. Kimi zaman bıktırıcı bölümleri olsa da, bazı yerlerde mantıkla ters düşen basitlikler sergilese de geneli itibariyle beğenilecek bir içeriğe sahip olduğunu inkâr edemeyiz. Dahası vatan sevgisi ve vatan hainliği üstüne düşündürdüğü… Bu kavramlara geniş açılı bakmayı sağladığı… Ve ‘düşman-dost’ ikilemine farklı yorum getirdiği aşikâr. Ayrıca oyuncu kadrosunun zenginliği, Serhat Tutumluer’i konuk etmesi ve nihayetinde Okan Yalabık’ı alarak Süleyman’la Pargalı’nın anılarını Cevdet-Hamilton karşılaşmasıyla canlandırması da dizinin elini güçlendiren faktörler oldu.
Tüm bu olumlu yönlerine karşın yapımla ilgili ilk yazımda da vurguladığım gibi Azize karakteri zincirin zayıf halkası! Baştan itibaren hep bir noksanlık duygusu hâkim karaktere. Kocasını sevmesini ve onun yokluğuna rağmen ayakta kalıp üç evlat yetiştirmesini bir yana bırakırsak, Azize Hemşire’nin karşılaştığı olayları derinlemesine sorgulamadan kabullenmesi; Tevfik’e karşı gereğinden fazla iyi niyetli yaklaşması karakteri masumlaştırmaktan ziyade saflaştırıyor.
Şöyle ki; Kocasının şehit düştüğünü sanırken yıllar sonra karşısında Yunan ordusuna katılmış Albay Cevdet olarak gören Azize Hemşire’nin onun bu dönüşümünün altında bir sebep olduğunu yeterince düşünmemesi bu saflığın ilk basamağı! Âşık bir kadının vatanı uğruna canını vermeye hazır asker kocasının bu dönekliği neden yaptığını anlamak için daha akılcı ve sabırlı davranması gerekirdi. Oysa Azize’nin fevri tavırlarla Cevdet’le zıtlaşması, hatta onu Yunan komutana ispiyonlaması mantıkla tersti. Ama yine de bir nebze kabul edilebilirdi bu yaptıkları. Lakin devamındaki gelişmeler Azize’yi iyiden iyiye dibe vurdurmaya başladı.
Sırf üstündeki üniformanın renginden dolayı Cevdet’i külliyen düşman belleyen Azize, hemşire olarak hayatın tam merkezindeyken… Kuvvacıların gizli faaliyet yürüttüklerini biliyorken Cevdet’in de böylesi bir görev üstlenmiş olabileceğini düşünmemesini kabullenmek imkânsız. Tevfik’in vatanseverliğine sonsuz güvenen Azize’nin en azından Cevdet’in infaz ettiği Eşref Paşa’nın neden ölmediğini sorgulayıp kuşkulanması ve işin içinde bir bit yeniği olduğunu düşünmesi gerekmez miydi? Gel gör ki, sert sert konuşup bilmişlik taslayan ve karnındaki bebeği öz babası Cevdet’ten gizleyip onu Tevfik’in çocuğu yapma olayını içine sindirerek nikâhı kabullenen Azize Hemşire, hastane odasındaki yaralı mahkûmun kocasının göründüğü gibi biri olmadığına dair sözlerini de dikkate almayıp, at gözlükleriyle bakmayı ve Cevdet’e karşı tavır yapmayı sürdürdü.
Azize Hemşire’nin bunca saflığını ‘Nasılsa gerçek ortaya çıkacak ve karı koca buluşacak’ umuduyla sineye çeken izleyici, sabırlıydı sabırlı olmasına. Fakat bölümler boyu süren Azize-Cevdet ayrılığı da işin suyunu çıkartır hale gelmişti artık. Sonra bir baktık yeni bölüm fragmanında Eşref Paşa ölürken gerçekleri anlatan bir mektup bırakıyor. Azize de mektubu okuyor. Tamam dedik. Nihayet ikilinin vuslat vakti geldi. ‘Vatanım Sensin’ izleyicisini aldı mı bir heyecan. Halit Ergenç ile Bergüzar Korel’i omuz omuza verdirme zamanıydı artık. Elbette bu sahne bölüm finaline saklanacaktı ama olsun buna değerdi. Peki, ne oldu? Biz böyle heves ve heyecanla ekran karşısında beklerken bir de baktık ki sevinçle koşturan ve karısına sarılıp öpen Cevdet’i buzdağı gibi karşılayan Azize gerçekten bihaber. Hoppalaaa… Azize’nin Eşref Paşa’dan gelen mektubu okuduğunu görmüştük fragmanda oysa. Meğerse fragman iki yüzlüymüş. Azize’nin okuduğu mektup aslında orijinali değilmiş. Bu değişim de Eşref Paşa’nın vatanseverliğine güvenip vasiyetini teslime layık gördüğü Azize Hemşire’nin saflığı sayesinde en basit biçimde gerçekleştirilmiş. Biz de afiyetle yemişiz. ‘Pes’ dedik haliyle.
Bu kadarı da fazlaydı. Zira ‘Kadının vatanseverliğine güvenmek hata olur’ fikrini doğurmaya müsait biçimde davranan tedbirsiz kadın konumuna düşürülen Azize, başkasının görmemesi gerektiği yönündeki uyarıya rağmen çok gizli mektubu sanki alelade bir kâğıtmış gibi çekmeceye tıkıvermişti. Üstelik o odanın başka kapısı olduğunu bile bile odadan çıkıp gitmişti. Ne uğruna? Tevfik’in söyleyeceğini duymak için. Şart mıydı hemen odadan çıkıp ona koşması? Önceliği, kendisine emanet edilen vatanla ilgili belgeyi okumak yerine Tevfik’in sözlerini dinlemek miydi? Tut ki boş bulundu, gitti. Bu durumda mektubu cebine koyup yanında tutmak yerine neden çekmeceye tıkıştırdı?
VELHASIL; ‘Vatanım Sensin’, son bölümünde baltayı taşa vurdu. Tevfik’in düzmece mektubu nasıl hazırladığı… Adamının odanın arka kapısının var olduğunu nasıl bildiği… O sahte mektubun içinde ne yazdığı gibi soruların havada kalan cevaplarını geçtim… Azize Hemşire, Eşref Paşa’nın emanetine sahip çıkmayarak sadece Cevdet’le kavuşmasını bekleyenleri hayal kırıklığına uğratıp sabırları taşırdı. Aynı zamanda ‘Vatanım Sensin’deki mantığı da dibe vurdurdu.
Umarım önümüzdeki bölümlerde bu hata telafi edilir. Cevdet’i öğrenen Tevfik ile sağlanacak gelişim, dibe vuruşu yükselişe çevirebilecek biçimde yaratılır. Vatanseverlikte kadın önder gibi sunulmaya başlanılan ve Tevfik’e karşı hoşgörüsü kabak tadı veren Azize Hemşire de bundan fazla aptal konumuna sokulmaz. Aksi takdirde işin suyunu çıkartmayı sürdüren dizi tıpkı ‘Cesur ve Güzel’ gibi düşüş yaşar ki bu da yazık olur.
Anibal GÜLEROĞLU