Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Acımız büyük, saatler ilerledikçe, tablo netleştikçe daha derinleşiyor. Tıpkı 17 Ağustos sonrasında olduğu gibi. O zaman da “Bu bir milat” demiştik, muhtemelen yine aynı sözler verilecek. Peki, o zaman yaşadığımız onca facia, çaresizlik, iş bilmezlik niye? Kabahatli arıyorsak, kabahatli hepimiziz ama gün kabahatli arama günü değil, yaraları sarma, ders çıkarma ve bunları hayata geçirme günüdür!.. Ne olur artık duygularımızla değil, aklımızla hareket edelim. Günü kurtarmaya değil, geleceği kurtarmaya yönelelim.

Haberin Devamı

Dersler çıkartalım.

Dünyanın dört bir yanından kurtarma ekipleri, bilim insanları geldi, gelmeye de devam ediyor.

Elbette öncelikli amaçları yardımcı olmak ama daha önemlisi dünyanın en büyük doğal afetlerinden birini her şeyiyle yerinde incelemek ve olası bir felakette ülkelerini nasıl koruyacaklarına yönelik dersler çıkarmak!..

Yani bizim yapamadığımızı onlar yapmaya çalışıyor ve muhtemelen de bizden önce hayata geçirecekler!..

Organizasyon yeteneği

Organizasyon dışarıdan bakıldığında kolay gibi gözükse de dünyanın en zor işlerinden biridir.

Hele ki böylesi zor dönemlerde.

Müthiş bir deneyim, birikim ve en önemlisi de liyakat gerektirir. Ömrünü bu işe adamış kadrolarla yol alınır. Dün nerede hata yaptık, bugün ne yapmalıyız diye mücadele gerektirir. Mazeret aranmaz, çözüm üretilir.

Öteleme asla olmaz, her dakika bir gün kadar önemlidir ve saniyesi boşa harcanmaz. Bu süreçte bir kez daha gördük ki tüm yaşananlara ve uyarılara rağmen hiç ders almamışız ama daha da acısı, olası senaryolara karşı zerre kadar hazırlık yapmamışız.

Felaket bölgelerinde yemeden, içmeden, uyumadan günlerdir canla başla fedakârca elinden geleni yapmaya çalışan herkesi canı gönülden kutluyoruz.

Depremin hemen sonrasından bugüne kadar bölgede canla başla görev yapan meslektaşlarımızın, görev sorumlulukları, organizasyon yetenekleri ve o en zor şartlarda bile görevlerini en iyi şekilde yapma konusunda verdikleri mücadelenin de herkese örnek olmasını diliyoruz.

Onların gittiği yere asıl gitmesi gerekenler nasıl gidemez? Asıl bu sorgulanmalı, dersler çıkartılmalı, geleceğe yönelik adımlar atılmalı.

Haberin Devamı

Bir bilgisayar, bir kamerayla gitmek kolay, yardımlar öyle mi denilmemeli.

Canlı yayın arabaları teknik özellikleri nedeniyle en zor seyahat edenidir.

Van depremini duyar duymaz İstanbul’dan yola çıkartıp, o haftaki Genç Bakış’ı artçı depremlerin etkisiyle zangır zangır sallanan çadırda yapmıştık.

Kocaeli’nde de öyle olmuştu. İlk saatlerden itibaren tüm gazeteciler oradaydı ve zor koşullarda canlı yayınlarla işimizin mazeret üretmek değil, haber vermek olduğunu göstermişlerdi.

Başta gazeteler olmak üzere tüm yayın organları en ücra köşelere kadar ulaşarak farklı ve özel haber peşindeler.

Mazeretleri olamaz çünkü onların görmediğini başkaları görüp haber yaptığında en çok üzülen kendileri olacaktır!

Nasıl ki habercilerin mazereti olamazsa, felaketlere yönelik her türlü tedbiri alacak olanların da mazereti olamaz. Olmamalı!..

Her eleştiri bir derstir!

Sağlıkta koruyucu hekimlik nasıl ki en iyi tedavi yöntemi ise felaketlerden korunmanın en iyi yolu da yine koruyucu önlemlerdir.

Haberin Devamı

O kartondan binalar adam gibi yapılsaydı, denetlenseydi, en kritik görevler liyakatli ellere teslim edilseydi felaketin boyutları bu denli büyük olur muydu?..

Eleştirenler içerisinde dozunu kaçıranlar, manipüle edenler her zaman olmuştur, olmaya da devam edecektir ama samimi olanları, canımızı yaksa da dikkate almalıyız. Hem de her alanda.

Neden mi?

İşte 2 Aralık 1999’da Milliyet’te kaleme aldığım yazıdan bir bölüm:

“Tarih 2 Mayıs 1985.

Yer: TBMM.

Kayseri Milletvekili Mehmet Üner, son birkaç ayda yaşadıklarımızı 14 yıl önceden görüp uyarıyor:

‘Yüzde 92’si deprem bölgesinde olan ülkemizde nüfusun yüzde 95’i deprem tehlikesi altında yaşıyor.

Sanayimizin yoğun olduğu kentlerin yüzde 75’i, barajlarımızın yüzde 41’i, birinci ve ikinci derecede tehlikeli deprem bölgesinde.

Son 45 yılda depremlerden 60 bin vatandaşımız hayatını kaybetti. 400 bin konut yıkıldı.

Ekonomik kayıp, 15 Atatürk Barajı boyutunda.

Depremin yol açtığı zarar Japonya’ya oranla 30 kat daha fazla.

Bu bize jeolojik bilgilerden yararlanabildiğimiz takdirde zararın 30 kat azalabileceğini gösteren somut bir örnektir.

Jeolojik açıdan sakıncalı yerler imara açılmasın. Her belediye jeoloji mühendisi çalıştırsın.

Önerge iktidar partisinin oyları ile reddediliyor ve ardından yine oylarıyla imar affı çıkartılıyor.

Bugün gelinen nokta ise ortada…”

TBMM arşivlerinde benzeri daha yüzlerce soru önergesi var ve hepsi de araştırılıp gereği yerine getirileceğine, dönemin iktidar partisi ya da partilerinin oylarıyla reddediliyor. Anayasa yeniden düzenlenirken, umarız parmak hesabı kadar vicdan hesabı da dikkate alınır!

Evet, o dönemlerde günü kurtardık, peki ya bugün?

Çekilen onca acıya değiyor mu o halının altına süpürmeler!..

İşte bu yüzden, her şeyden önce test odaklı bu eğitim sisteminden vazgeçip soran, sorgulayan, araştıran, gereğini zamanında yerine getiren iyi insanlar, iyi yurttaşlar, yetiştirelim. Kamusal görevleri illaki liyakatli ellere teslim edelim.

Kabahatli hepimiziz ama gün kabahatli arama günü değil, yaraları sarma, ders çıkarma ve bunları hayata geçirme günüdür!

Birbirimizi kırarak yol alamayız, bugün değilse ne zaman ortak akılda buluşabiliriz?

Özetin özeti: Derslerin en acısını yaşadık. Benzeri felaketler hep olacağına göre, en azından önlemler alalım ve sonrası için aynı hataları bir daha yapmayalım!..