İSTANBUL hemen herkese, istediği her şeyi veriyor. Peki ya İstanbul'un sırtından bir yerlere gelenler, İstanbul'a ne veriyor? Koskocaman bir hiç. Öyle olmasa güzelim İstanbul bugün bu hale gelir miydi?..
İstanbul'a kıyısından köşesinden yönetici olan biri, hiçbir şey yapmasa da eninde sonunda bir yerlere geliyor. Emniyet müdürlerini, valilerini, belediye başkanlarını göz önüne getirin. Necdet Menzir emniyet müdürüydü bakanlık koltuğuna kadar uzandı. Kemal Yazıcıoğlu önce vali oldu şimdi de Emniyet Genel Müdürü yapılmak isteniyor. Oysa yeni emniyet müdürü 300'den fazla polis ve yöneticiyi, geçmişe yönelik olarak görevden aldı.
Hayri Kozakçoğlu İstanbul Valiliği'nden DYP Genel Başkan Yardımcılığı'na kadar terfi etti. Son olarak da daha kendisine alışamadığımız Vali Kutlu Aktaş, İçişleri Bakanı oldu. Tantan'ın yolunu açan da yine İstanbul'daki polislik günleri değil mi?..
Şimdi Tayyip Erdoğan da İstanbul'u basamak olarak kullanıp FP liderliğine oynuyor. Tıpkı daha öncekiler gibi, onun da İstanbul umurunda değil. Önemli olan kendi
TAYYİP Erdoğan'dan sonra dün de erken seçimdeki olası rakiplerinden Fatih Belediye Başkanı Sadettin Tantan'la uzun uzadıya görüştük. Yaptıklarını yerinde gördük.
Onu yıllarca namuslu, gözüpek bir polis şefi olarak tanıdık. Sonra çirkinliklere daha fazla dayanamayıp Sapanca'daki köyüne çekilmesini izledik. Bir ara spora olan ilgisi nedeniyle Güreş Federasyonu Başkanlığı da yaptı. Tam unutuldu derken, son yerel seçimlerde Refah'ın kalesi, Doğan (Heper) Ağabey'in benzetmesiyle Türkiye'nin Vatikanı Fatih'te, seçimler, hile karıştığı gerekçesiyle iptal edilince onu ANAP adayı olarak gördük. Öylesine destek gördü ki, seçim şampiyonu Refah Partisi'ni kendi evinde ağır bir hezimete uğrattı. Ama bunun faturası kendisine ağır oldu. Hem REFAHYOL hükümeti, hem de Tayyip Erdoğan'ın başkanlığı döneminde destek yerine hep köstek gördü...
Bir gün arayla Erdoğan ve Tantan'la ilk kez böyle uzun uzadıya yüz yüze geldik. Hiçbir önyargısız söyleyebilirim ki, Tantan pek çok açıdan çok daha inandırıcı geldi. Her şeyden önce profesyonel bir politikacı değil, içimizden biriydi. İçi neyse, dışı
İSTANBUL Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan dün gazetemizdeydi. Uzun uzadıya kendisini dinledik.
Erdoğan'a göre İstanbul'un en önemli sorunu, hızlı nüfus artışı. Eğer bunun önüne geçilmezse, İstanbul'un geleceği vahim. Ama aynı Erdoğan, meydanlara çıkıp üstüne basa basa "daha çok çoçuk yapın" mesajı veriyor.
Doğum kontrolüne karşı çıkıp, daha çok çocuk isteyen biri, sanırsınız ki çocukları çok seviyor, onun için bu konuda bu kadar ısrarcı. Ama Recep Tayyip Erdoğan'ı uzun uzadıya dinleyip, 4 yıllık belediye başkanlığı dönemini masaya yatırınca, maalesef, din gibi çocuk konusunun da istismar edildiğini üzülerek görüyorsunuz...
İstanbul'da 3 bini aşkın okul, 50 bini aşkın öğretmen, 2 milyonu aşkın öğrenci ve 3 milyonu aşkın veli var. Yani nüfusun dörte biri öğrenci, dörte üçü de eğitimle içli dışlı. Ama eğitimin böylesine önemli olduğu bir kentin belediye başkanının iki saate yakın süren brifinginde eğitime ve çocuklara ayrılmış tek satır yoktu.
Zaten olsa şaşardık. Çünkü geriye
OKULLAR tatilde ama, eğitim sektörü fokur fokur kaynıyor. Hem de cadı kazanı gibi. Bir yandan üst üste önemli kararlar alınıyor, bir yandan da acil kararlar alınması gereken bir dönemden geçiyoruz.
Ancak gelin görün ki, karar mekanizmasındaki tüm kurumlar adeta kapı duvar. Sıkıntıdan yaz tatilleri adeta cehenneme dönen okurlarımızın en büyük şikayet konusu bu. YÖK, ÖSYM, Milli Eğitim Bakanlığı, Yurt - Kur, üniversiteler adeta yaz uykusundalar.
YÖK Başkanı Kemal Gürüz yeni sınav sistemini açıkladı ve ortadan kayboldu. Velilerin, öğrencilerin kafasında yüzlerce soru var. YÖK'ü arıyorlar, ÖSYM'yi arıyorlar, kendilerine muhatap olabilecek bir tek kişi bulamıyorlar. Hukuk ve Kamu Yönetimi için Sosyal'i seçenlerin çalmadığı kapı kalmadı. Son çare Danıştay ama onun için de başvuruların başlaması gerekiyormuş. Bakan bile "Bu konu bizi ilgilendirmez, YÖK'ü arayın" diyor. Halbuki istese sorunu bir saatte çözer ama, nerdeee...
Eziyet çektirmeden, mahkemelere düşmeden, yukarıdan talimat gelmeden ne zaman kendiliğinden iş bitiriyorlar ki, şimdi
SINAV deyince tüyleriniz diken diken oluyor. Ama bazıları var ki, artık en son duyulması gereken sözcüklerin başında geliyor. Örneğin üniversite giriş, tıpta uzmanlık ve son yıllarda KPYDS diye ünlenen Kamu Personeli Yabancı Dil Sınavı...
Eğer bu sınavı kazanamazsanız, Nobel'e aday bilimadamı da olsanız akademik kariyer yapmanız mümkün değil.
Sadece o kadarla kalınsa iyi. İlkokulu, liseyi, üniversiteyi yurtdışında bitirseniz de, doktoranızı İngiltere'de, Amerika'da yapsanız da KPYDS'yi aşamazsanız, dil tazminatından yararlanamazsınız.
Parlak beyinleri, önce Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) ile hayatlarından bezdirdik. Şimdi ise KPYDS ile canlarına okuyoruz.
İbrahim Tatlıses'in bir röportajında dile getirdiği gibi Urfa'da Oxford vardı da onlar mı dil öğrenmedi?
Türkiye'de ailelerin dil konusunda ne kadar hassas oldukları ortada. Öğrenci istiyor, anne babalar istiyor ama, 8, 10 kolej ve birkaç üniversite dışında yabancı dil konusunda iddialı okul bulmak çok zor.
&n
BİRİ bakan çocuğu üç genç kız, sabaha kadar diskoteklerde eğlenip, babalarının son model Mercedes'iyle sürat sınırını zorlarken elim bir tarfik kazası yaşadı. Sonuç: Bir ölü, iki yaralı.
Haberi duyduğumuzda içimiz cız etti. Bir anne, baba için daha büyük nasıl bir felaket olur ki diye düşündük. Keşke hiç olmasaydı. Ölene rahmet, yaralılara şifa, gözü yaşlı yakınlara da sabır diliyoruz...
Ama madalyonun bir de öteki yüzü var:
Kazaya neden olan 18 yaşındaki genç kızımızın ehliyeti bile yokmuş...
En büyük trafik canavarının cehalet olduğu konusunda artık kimsenin kuşkusu yok. Son kaza da bunun en açık göstergesi.
Uykusuz, alkolü, ehliyetsiz ve hız sınırlarını zorlayarak araç kullanmak, cehalet ve kazaya davetiye çıkarmak değil de, nedir?
Bu konuda suçlu olan sadece gençler mi? Kesinlikle hayır. En az aileleri de onlar kadar kusurlu. Hatta daha fazla. Haydi kızlar gençti, ya aileleri?..
ÜNİVERSİTEYE girişte bundan sonra uygulanacak yeni sınav sistemi, dün YÖK Genel Kurulu'nda kabul edilerek resmen yürürlüğe girdi. Milliyet'in aylar önce duyurduğu tek basamaklı yeni sistem, başta dershaneciler olmak üzere pek çok kesimi rahatsız etti. Bunlardan biri de maalesef bizim meslektaşlar.
Eğitim konularını akılları estikçe hatırlayan, bu konuda gazetelerinde küçücük bir köşe bile açmayı düşünmeyen arkadaşlar, atladıkları tek sınav haberinin acısını YÖK Başkanı'nın protesto ederek hafifletmeye çalışıyorlar. Yeni sınav sistemine ilişkin bilgiler, niye herkese birden değil de Milliyet'e verilmiş...
Onların yanıldıkları nokta bize bu haberleri kimsenin getirip vermediği. Ama bir türlü anlamıyorlar. Bazı gazeteler, yeni sistemin getirdiği olumlu noktaların hepsini göz ardı ederek, sadece haber atlamanın kuyruk acısıyla sisteme karşı çıkmaya devam ediyor.
YÖK Başkanı'na protesto faksı gönderen, habercilikle kindarlığı birbirine karıştıran arkadaşlar, eğer ÖSYM Başkanı Fethi Toker'in aylar önce, hangi görev için izne ayrıldığını
HER yıl milyonlarca öğrencinin kaderini belirleyen üniversite giriş sınavıyla ilgili nihai karar bugün alınıyor. YÖK Genel Kurulu'nun bugün yapcağı toplantı, bu açıdan çok önemli. Umarız YÖK üyeleri bunun bilincindedir.
İnanıyoruz ki, YÖK ve ÖSYM tarafından hazırlanarak kendilerine gönderilen 1999 Öğrenci Seçme Sınavı Kılavuzu'nu incelemeye fırsat bulmuşlardır. Yine inanıyoruz ki, mağdur duruma düşecek öğrencilerin haklarını, YÖK Başkanı Kemal Gürüz'ün tüm dayatmalarına karşın korumaya çalışacaklardır. Örneğin, en azından bu yıl için Sosyal'den mezun olan öğrencilere de Hukuk ve Kamu Yönetimi'ne girişte alan puanı verilmesini sağlayabilirler...
Sınavlarla ilgili en ufak bir ayrıntı bile öğrenciler için çok önemli. Ama nedense en köklü kurumlar bile zaman zaman zaafa düşebiliyor. Örneğin Milli Eğitim Bakanlığı / Galatasaray ikilisi.
Bakanlığın bu yıl hazırladığı öğrenci kılavuzunda, Galatasaray Lisesi'ne bu yıl 100 öğrenci alınacağı duyuruldu. Oysa sonuçlar açıklandığında görüldü ki Galatasaray'a 50 öğrenci yerleştirildi. Diğer