Dayak utancı

15 Nisan 1999


Kızını dövmeyen dizini döver. Dayak cennetten çıkmadır. Eti senin kemiği benim. Nush ile uslanmayanın hakkı kötektir. Öğretmenin vurduğu yerde gül biter...
Dayakla terbiye konusunda dilimize yerleşmiş yukarıdaki gibi tam 64 deyim var. Yani dayak kültürümüzün bir parçası haline gelmiş. O kadarla da kalmamış kanunlarımıza bile girimiş. Eğer öğrenci okulda terbiye amacı ile dövüldüyse suç teşkil etmiyor. Bu kanun yüzünden mahkemelere intikal eden davaların yüzde 95'i dayak yiyenin değil, dayak atanın lehine sonuçlanıyor.
Dayak, dünden bugüne yaşamımızın her anında var. Evde, okulda, kışlada, sokakta dayak yiyen, sonuçta kendisi de dayak atan biri olup çıkıyor. İşin en garibi de, eğitim seviyesi yükseldikçe dayak atma oranı düşeceğine, yükseliyor. Dayak konusunda yaptığı araştırmalarla adı "dayakçı profesör"e çıkan Prof. Dr. Oğuz Polat, "Bu konuda üç araştırma yaptım. Maalesef üçünde de eğitimlilerin, eğitimsizlere göre dayağa çok daha fazla başvurdukları ortaya çıktı. Bir başka ilginç veri de kocasından yediği dayak yüzünden evinden kaçıp sığınma evlerinde barınanların, çocuklarını dövenler arasında ilk sırada yer almaları." Prof. Polat bu

Yazının Devamı

Bakanı ağlatan şiir

14 Nisan 1999


Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıolu ile birlikte dün Kosovalı mültecilerin ağırlandığı Kırklareli Gaziosmanpaşa Mülteci Misafirhanesi'ndeydik. Yurtlarından, yuvalarından silah zoruyla kovulan Kosovalı çocuklarla kucaklaştık. Bugüne kadar onları, televizyonda bir savaş filminin sahnesinde izler gibi izlemiş ve yüreğimiz sızlamıştı. Oysa yaşadıklarını bir de kendi ağızlarından dinleyince, insanlık adına Sırplı canilerden bir kez daha utanç duyduk.
Kamp çocuk kaynıyor. Büyükler kaderlerine küsmüş, bir köşede ellerinde radyo Kosova'da olup bitenleri dinliyordu. Kurtulduklarına sevinemiyor, ülkelerindeki katliamın bir an önce sona ermesini bekliyorlardı. Türkiye'de bulunmaktan çok mutluydular, ama içleri kan ağlıyordu. Yüzlerinde zoraki tebessüm olsa da gözleri hüzün fışkırıyordu.
Çocuklar için sınıflar hazırlanmış, derslere başlanmıştı. Mülteciler arasında öğretmen de vardı, öğrenci de. Helva yapmak ise, Milli Eğitim Bakanlığı'na düştü. Süratle eğitim ortamı hazırlandı ve ilkokul birinci sınıftan, lise son sınıfa kadar ders başı yapıldı. Üniversite öğrencilerinden Türkçe bilenler ise, hiç zaman geçirilmeden Edirne, Bursa ve İstanbul'daki

Yazının Devamı

O bir yalancı (2)

13 Nisan 1999


Dinime küfreden bari Müslüman olsa diye bir deyim var. Tam Çiller için söylenmiş. Kişi herkesi kendi gibi bilir derler ya o da halkı, medyayı, öğretmeni, öğrenciyi, veliyi kendisi gibi yalancı sanıyor.
Hiç sıkılmadan 49 yıllık Milliyet'e gazetecilik dersi veriyor. Oysa, onun gazetecilik anlayışı ortada. Eğer tüm basını, yalan, yağcılık, karalama, tek kutuplu yayıncılık ilkesi üzerine kurulan BTV ve Öncü gazetesi gibi besleme basın haline getirmek istiyorsa işi zor. Çünkü medya sektöründe bütün bulup bulacağı birkaç eksiği ile hepsi o kadar.
Çiller Hanımefendi, bizleri kurtarmak istiyormuş. Basını özgür hale getirecekmiş. Aman uzak dursun. Sömürmediği bir tek basının onuru kalmıştı, onu da ağzına almasın. Çünkü onur sözcüğü ağzına hiç yakışmıyor...
Çiller'in yalancılığı, ailesini, partisini ve ona oy verenleri ilgilendirir. Ama eğer devlet görevi üstleniyorsa ve hele hele gençlerin geleceği konusunda bir şeyler söylüyorsa bizi de ilgilendirir. Onda artık kişiliğinin bir parçası haline gelen medya düşmanlığı gibi bizim bir önyargımız yok. Yaptığı, yapacağı hayırlı hizmetleri elbette alkışlarız. Yeter ki eğer varsa göstersin.

Yazının Devamı

O bir yalancı

12 Nisan 1999


Bir bilim kadını, bir parti lideri, eski bir başbakan için "yalancı"lıktan daha ağır bir itham olabilir mi? Normal koşullarda hayır. Ama yalancılık, kişiliğin önüne geçmiş ve yalan sözcüğü Tansu Çiller ismini çağrıştırıyorsa sadece bilim ve politika adına değil, ülke adına da üzülmemiz gerekir.
Türk toplumu kendini yalanla besleyen, geleceğini yalan üzerine kuran ve "yalan"ın bir sembolü haline gelen böyle bir utanç batağına nasıl saplandı ve niye kurtulamıyor?
Akademik çevrelerde ona bir yalancı gözüyle bakılıyor. Ciddi bilim adamları, profesörlüğüne gülüp geçiyor. Bilim dünyasına kazandırdığı ne ciddi bir eseri, ne de ciddi bir projesi var. Akademik yaşamı holdinglere danışmanlıkla geçti. Boğaziçi Üniversitesi'nde profesör olması, ona pek çok kapıyı araladı. Buna yalan üzerine kurulu üstün oyunculuk yeteneği ve "kolejli kız" cazibesi de eklenince, piyasanın aranılan danışmanı oldu. Ama nedense danışmanlıkları uzun sürmüyordu. Çünkü; para kazanma hırsının ötesinde içindeki cevher bir türlü keşfedilemiyordu. Dahası, olabilmek için can attığı danışmanlıkları kaptığında bile gözü hep dışarıdaydı...
Derken 1991 seçimleri için

Yazının Devamı

Kosavalı çocukların artık yüzü gülecek

9 Nisan 1999


Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu ve YÖK Başkanı Kemal Gürüz'den Kosovalı çocuk ve gençlere müjde. Artık ağlamayacaklar, artık eğitimleri yarım kalmayacak. Türkiye, Kosavalı misafirlerine sadece güvenli bir barınma ortamı ve sıcak yemek sunmakla kalmayacak, çocuklarının parlak bir geleceğe kavuşmaları için elinden geleni yapacak.
Bakan Bastoncıoğlu, Kosava'dan 20 bin dolayında mülteci geleceğini, bunlardan 4 - 5 bininin öğrenci olacağının tahmin edildiğini belirterek şöyle konuştu:
"İlk gelen kafilelerde iki bin 606 kişinin 379'u ilköğretim öğrencisiydi. Ayrıca içlerinde 9 sınıf öğretmeni ve 39 branş öğretmeni vardı. Şu anda barındıkları Kırklareli Gaziosmanpaşa Göçmen Misafirhanesi'nde 7 derslikli prefabrik bir okul mevcut. Öğrenciler, önümüzdeki hafta kendi öğretmenleri gözetiminde derslere başlayacaklar. Yeni kafileler geldikçe de, yeni okullar açılarak acılı küçüklerin derslerine devamları sağlanacak."
Milli Eğitim Bakanı, bu amaçla salı günü Kosavalı misafirlerin ağırlanacağı Edirne, Bursa, Tekirdağ, Kırklareli, Çanakkle Milli Eğitim müdürlerinin Kırklareli'de bir araya gelerek alınacak tedbirleri görüşeceklerini ve

Yazının Devamı

Üniversite sınavı

8 Nisan 1999


Eğitim, sınav için mi, yoksa insanı hayata, mesleğe, bir üst öğrenim kurumuna hazırlamak için mi yapılır? Milli Eğitim Temel Kanunu'na bakarsanız ikinci seçeneğin doğru olması gerekir. Ama uygulama ilk seçenek yönünde. Yani sınavlara endekslenmiş bir eğitim sistemimiz mevcut. Bu yüzden de Milli Eğitim Temel Kanunu'nda kazandırılması istenilen davranışlardan pek çoğu gerçekleşemiyor. Ne iyi bir vatandaş yetiştirilebiliyor, ne de yaratıcı, problem çözücü, üretken, küçüklerine, büyüklerine saygılı, okulunu, öğretmenini, derslerini, ülkesini seven gençler...
Zaten bugünkü sitemden farklı bir sonuç beklemek de enayilik olur. Öyle bir sınav ortamı yaratıldı ki, sınavda soru sorulmayan dersler adeta angarya haline geldi. Sadece dersler gelse iyi, okullar bile fazla gelmeye başladı. Pek çok öğrenci için dershane zaten bu boşluğu dolduruyor. Amaç sınavsa, dershaneler bu iş için biçilmiş kaftan, bir de okulda niye zaman kaybedilsin ki!..
2 Mayıs'ta yapılacak üniversite sınavı için lise son sınıflar adeta boşalmış durumda. Rapor alan okuldan kaçıyor. Milli Eğitim Bakanlığı da buna çanak tutuyor. Ortaöğretim Kurumları Sınıf Geçme Yönetmeliği'nin devam /

Yazının Devamı

Yabancı hayranlığı

6 Nisan 1999


Osmanlı İmparatorluğu döneminde ticareti azınlıklar yapardı. Askeri ve mülki yönetici yetiştiren okulların dışında, öğretmen ve mühendis yetiştiren kurumlar ancak 18. yüzyılda açılabildi. Diğer alanlarda ise usta çırak ilişkisi hakimdi. Ama öyle "usta"lar çıkmış ki, mekteplilere taş çıkartmışlar.
Cumhuriyet'le birlikte Osmanlı'nın tutucu, ürkek, ezbere dayalı eğitim sistemine son verilerek, her alanda bilimsel bir anlayışla çağdaş meslek adamları yetiştirilmeye başlandı. Henüz Nobel'e aday olan bilimadamlarımız, alanında dünyanın bir numaralı mühendisi, doktoru, iktsatçısı, hukukçusu, mimarı, eğitimcisi, diplomatı yok ama, yetişmiş insan gücü açısından ilk 20 ülke arasına kesinlikle girebiliriz.
Evet dünya çapında uzmanlarımız, yöneticilerimiz yok. Ancak Türkiye'deki kurumlarda söz sahibi olabilecek hemen her alanda yüzlerce, binlerce yetişmiş kadromuz var. Ama eski alışkanlığın bir devamından mı, yoksa yabancı hayranlığından mıdır belli değil, "illa da yabancı olsun" anlayışından henüz kurtulabilmiş değiliz.
İstanbul'daki Türk kolejlerin çoğunun başında yabancı müdür var. Büyük otellerin, şirketlerin çoğunun başında da yine

Yazının Devamı

Kararsızların kararı?...

5 Nisan 1999


Seçime artık günler kaldı. Tansiyon düşük, kararsızlar hâlâ en büyük güç. Bırakın bir partinin tek başına iktidara gelmesini, iki partili koalisyon bile zor gözüküyor. İşte bu yüzden kararsızların kararı çok önemli.
Kararsızlar seçmen kitlesi içerisinde aslında en dinamik grubu oluşturuyor. Onların kararsızlıkları duyarsızlıkta, bilinçsizlikten değil, aradığını bulamamaktan kaynaklanıyor.
Oylarını ne kurşun asker gibi hiçbir şeyi araştırıp soruşturmadan gözü kapalı veriyorlar ne de kul mantığıyla hareket ediyorlar. Liderleri iyi tanıyorlar, her palavraya kanmıyorlar. Laf değil icraat istiyorlar. Demokrasiye herkesten çok onlar inanıyor. Ülkenin geleceğini herkesten çok onlar düşünüyor. Kararsız olmaları müşkülpesentliklerinden değil, siyasetin kendilerine sunduğu sınırlı seçeneklerden. Oysa her biri yaşamlarında kolay karar verebilen insanlar. Ama hâlâ kime oy vereceklerine karar vermiş değiller.
Son seçimde nasıl aldatıldıkları hafızalarında tazeliğini koruyor. Düşünüyorlar ve düşündükçe de kararsızlıkları artıyor. Kararsızlar okuyan, düşünen, sorgulayan, mevcutla yetinmeyip daha iyisini arayanlardan oluşuyor. Aslında onları

Yazının Devamı