Cumhurbaşkanı Demirel cumartesi günü YÖK üyeleri ve rektörleri Çankaya'da kabul etti. Uzun uzun dinledi. Sorunlarının çözümü için konuların takipçisi olacağını söyledi.
Rektör çok olunca kişi başına düşen süre de az oldu. Her rektör ortalama 4.5 dakika konuştu. Beş saate yakın da diğer üniversitelerin sorunlarını dinledi.
Çankaya toplantısının özünü "2000 yılının çağdaş cumhuriyet üniversiteleri" projesi oluşturdu. Hem Çankaya, hem de YÖK ve rektörler, üniversitelerin 2000 yılına yepyeni bir vizyonla girmeleri konusunda görüş birliğine vardılar.
Cumhurbaşkanı Demirel, rektörleri dinlerken özellikle sağlık yatırımlarıyla çok yakından ilgilendi. Yarım kalan üniversite hastanelerinin bir an önce bitirilmeleri için ne gerekiyorsa el birliğiyle yapılmasını istedi.
Cumhurbaşkanı YÖK yasasında yapılması düşünülen değişiklik tekliflerini, seçimden sonra kurulacak hükümete bizzat götürme sözü de verdi.
Üniversitelerin bağnaz ve gerici akımların etkisinden kuratırılarak laik, demokratik, uygar kurumlar haline getirilmesini de isteyen Demirel, torba bütçe konusunda da destek vaadinde bulundu.
Son birkaç gün içinde üç değişik etkinliğe katıldım. İlki Kanada üniversitelerinin Ankara İstanbul ve İzmir'de gerçekleştirecekleri eğitim fuarının bir tanıtım toplantısıydı. Öğretim olanaklarını ticari anlamda ilk kez dünya pazarına açan Kanada'nın ilk durağının Türkiye olması ilginçti. Çünkü en iyi potansiyel buradaydı. Geçen yıl gidip görmüştük. Kanada eğitim kurumları hem ekonomik hem de düzey açısından Avrupa ve ABD'ye göre çok avantajlı. Ayrıca öğrenci gönderme işlemlerinin büyükelçilik gözetimi altında gerçekleşmesi büyük bir güvence...
Robert dışındaki Amerikan okullarını bünyesinde toplayan Sağlık Eğitim Vakfı (SEV), 30. kuruluş yıldönümünü kutladı. İzmir, Üsküdar ve Tarsus Amerikan Koleji mezunlarının kurduğu SEV, 8 yıl yasasından sonra, ilköğretim okullarıyla sık sık gündeme geldi. Amerikan desteği azaldığı için kendi olanaklarıyla sancılı bir büyüme dönemi geçiren SEV, herşeye rağmen "Daha iyi eğitim" anlayışından hiçbir şekilde taviz vermiyor. Uzun vadede Türkiye'nin en düzeyli ve en geniş okullar zincirine sahip olmaları işten bile değil. Birikimleri, uluslararası bağlantıları, duyarlı mezunları ve eğitime gönül vermiş Türk ve Amerikalı
Her şey bir TV programıyla başladı. Eğitim konuşuluyordu. Bir ara konuklardan biri muzipçe Milli Eğitim Bakanı'na 6 kere 9'un kaç olduğunu sordu. Bakan önce şaşırdı. Sonra düşünmeye başladı. 58, 64 gibi çeşitli rakamlar telaffuz etti. Doğru cevabı bulması kolay olmadı. Ve ne olduysa ondan sonra oldu...
İngiltere'de eğitim sisteminin çöktüğünü savunanlar için daha çarpıcı bir örnek olamazdı. Konu bir anda İngiliz kamuoyunun gündemine oturdu. Başbakan Blair, eğitime yönelik peş peşe reform paketleri açmaya başladı. Zaten seçimlerdeki en büyük kozu da eğitimdi. Önce üniversitelerde paralı eğitime yumuşak bir geçiş yaptı. Ardından bütçeden eğitime ayrılan kaynakları artırdı. Daha iyi eğitim için bu kadarı yetmezdi. İşadamlarını göreve çağırdı. İngiltere'yi çeşitli ekonomik bölgelere ayırarak, bu bölgedeki endüstri kuruluşlarının, kendi bölgelerindeki eğitim kurumlarının finansmanına katkıda bulunmaları için yeni düzenlemeler getirdi. Gelinen son nokta ise, matematiğin sevdirilmesi için başlatılan ilginç kampanya oldu.
Reformcu İngiliz Başbakanı, 2000 yılını Matematik Yılı ilan ederek ülkede büyük bir seferberlik başlattı. "Matematik bilgisi
8 yıllık kesintisiz eğitim kör topal devam ediyor. Aksayan, düzeltilmesi gereken yönleri var. Ama bunlarla kimse ilgilenmiyor. Oysa liderlerin açıklamalarına bakıldığında hemen herkes "8 yılık kesintisiz eğitimi biz çıkarttık" diye sahipleniyor.
ANAP lideri Yılmaz, 8 yılın kendi başbakanlığı döneminde çıkartıldığını ve gerçek sahibinin kendileri olduğunu her vesile dile getiriyor. Dönemin Milli Eğitim Bakanı DSP'li Hikmet Uluğbay olduğu için onlar da 8 yıllık kesintisiz eğitimin kayıtsız, şartsız kendi eserleri olduğunu iddia ediyorlar.
8 yılı en fazla sahiplenen partilerden biri de CHP. Onlar da "Biz olmasaydık, bu yasa asla çıkmazdı" diyerek 8 yılın gerçek sahibinin diğer partilerden çok kendileri olduğu konusunda hemfikirler.
DYP'ye gelince onlar da kesintisiz haliyle değil ama 8 yıllık temel eğitim kararının kendi hükümetleri döneminde alındığını ısrarla vurguluyorlar. 8 yıllık kesintisiz eğitim kararının alınmasına ortam hazırlayan 15. Milli Eğitim Şurası'nın kendileri döneminde gerçekleştiğini ve bu konuda ilk adımı kendilerinin attığını, dolayısıyla sahibinin de kendileri olduğunu seçim meydanlarında dile getiriyorlar.
Gazete ve reklam panoları partilerin seçim mesajlarıyla dolu. Vaattan kim ölmüş dercesine, tüm partiler yine sınırsız bir vaat furyası içindeler. Sanki bir önceki seçimde verdikleri vaatleri yerine getirdiler de, yeni vaatlerde bulunuyorlar.
Diğer partiler için şu anda diyeceğimiz bir şey yok. Çünkü eğitim adına henüz ortaya bir proje koymadılar. Ama ANAP'ın vaatleri ve bizim de onlarla ilgili söyleyeceklerimiz var.
Mesut Yılmaz, sayfalar dolusu reklamlarda ve Türkiye'nin dört bir yanına asılan duvar ilanlarında gülümseyen yüzüyle bakın neler diyor:
"Eğitim hamlesini tamamlayacağız! Hedef: Her Türk çocuğuna çağdaş eğitim."
ANAP'ın Türkiye sözleşmesinin 3. maddesi böyle başlıyor ve şöyle devam ediyor:
* 3 yıl içinde tüm okullarda tekli öğretim,
Anadolu'daki üniversiteler kıpır kıpır. Yüz binlerce genç, Ankara ve İstanbul dışındaki bu kurumlarda kendilerine parlak bir gelecek arıyor. Bir kısmında, taşlar artık yerli yerine oturmuş. Atatürk, Çukurova, Karadeniz Teknik, Ege Üniversitesi bunlardan bazıları. Bir de Pamukkale, Süleyman Demirel, 18 Mart, Dumlupınar, Sütçü İmam gibileri var ki, henüz emekleme dönemindeler. Öğrencileri çok, ama kaynakları yetersiz. Ne yeterince öğretim üyeleri var ne de derslikle laboratuvarları...
Cuma günü Çanakkale 18 Mart'ın konuğuydum. Yeni yapılan kampusu gezdik. Çanakkale Boğazı'na bakan yamaçta, geniş bir alana yayılmış. Bittiğinde, sadece Türkiye'nin değil, dünyanın en güzel kampuslarından biri olacak. Muhteşem manzarası var.
Öğrencilerle buluşmamız samimi bir ortamda gerçekleşti. Başka kentlerden alışık olduğumuz boş salonlar, burada tıklım tıklımdı.
Büyük hayaller kurup azla yetinenler gibi Çanakkale'ye gelen öğrencilerin çoğunun gönlünde de başka üniversiteler yatıyor. Ama gayretliler. Kabuklarını kırıp önce Türkiye'ye, ardından da dünyaya açılmak istiyorlar.
Sık sık yaşanan yönetim değişikliği nedeniyle, bugüne kadar
ÖNÜMDE iki liste var. İlki İstanbul'daki tüm özel Türk ve yabancı okullarının üniversite sınavındaki başarı durumunu gösteriyor. İkincisinde ise imam hatip liselerinin kazanma yüzdeleri var. Ayrıca 466 sayfalık kocaman bir kitap daha var ki, onda da Türkiye'deki tüm okulların başarı haritası bulunuyor. ÖSYM tarafından yayımlanan bu kitapta liseden mezun olanların ÖSS ve ÖYS'deki başarıları en ince ayrıntısına kadar gözler önüne serilmiş. Örneğin Galatasaray Lisesi, kendi türündeki okullar arasında, Türkiye genelinde ve dersler düzeyinde kaçıncı sırada, hemen bunu bulmak mümkün...
Yabancı dil konusu çok önemli. Hangi okul yabancı dilde başarılı, hangileri dökülüyor? Onun da bir listesi var. İşin en doğrusu: lafı hiç fazla uzatmadan listeleri bütünüyle yayımlamak. Yayımladığımızda eminim ortalık epey karışır.
Sonra da sanki listeleri biz kafadan düzenlemişiz gibi, sanki öğrencilerini sınavda biz başarısız kılmışız gibi eşini, dostunu, ahbabını bulan; sitemlerini iletir. Ona da alıştık. Ama biz bu listeleri açıklama onurunu okulların kendilerine ya da onları temsil eden derneklere bırakmak istiyoruz. Kendileri açıklasınlar ki, biz de
ÜNİVERSİTE yarışı tüm hızıyla devam ediyor. Adaylar ilk yüzdelik dilimlere girebilmek için artık son güçlerini ortaya koyuyorlar. Tıpkı diğer yarışlarda olduğu gibi, yarışın sonunda ayakta kalanlar ipi göğüsleyecek.
Son günlerde üniversite adaylarıyla sık sık bir araya geldiğimiz için tedirginlik ve bıkkınlıklarını daha yakından görebiliyoruz.
Bir buçuk milyon adaydan yarıdan fazlası hiçbir şekilde sınava hazırlanmıyor. Dershaneye devam edenlerin, tempolu bir şekilde sınava hazırlananları ise, 200 bini aşmaz. Önceki yılların verilerine baktığımızda da, bu kadar aday zaten üniversiteye yerleştiriliyor.
O halde bu kıyasıya yarış neden?
Aslında bir buçuk milyon aday birbiriyle değil, kendi içinde bulunduğu grupla yarışıyor. Örneğin ilk yüzde 3'lük dilime, yani ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ, Hacettepe, Bilkent, Koç, Galatasaray, İstanbul ve Marmara üniversiteleri gibi gözde fakülteleri bulunan yüksek öğretim kurumlarının adayları ile taşra üniversitelerini kazanmak isteyenler birbirlerinden çok farklı.
Bu gruptaki adayların kazanamama diye bir sorunları kesinlikle yok. Onlar için önemli olan ilk 5 tercihlerinden birine,