Bir bilim kadını, bir parti lideri, eski bir başbakan için "yalancı"lıktan daha ağır bir itham olabilir mi? Normal koşullarda hayır. Ama yalancılık, kişiliğin önüne geçmiş ve yalan sözcüğü Tansu Çiller ismini çağrıştırıyorsa sadece bilim ve politika adına değil, ülke adına da üzülmemiz gerekir.
Türk toplumu kendini yalanla besleyen, geleceğini yalan üzerine kuran ve "yalan"ın bir sembolü haline gelen böyle bir utanç batağına nasıl saplandı ve niye kurtulamıyor?
Akademik çevrelerde ona bir yalancı gözüyle bakılıyor. Ciddi bilim adamları, profesörlüğüne gülüp geçiyor. Bilim dünyasına kazandırdığı ne ciddi bir eseri, ne de ciddi bir projesi var. Akademik yaşamı holdinglere danışmanlıkla geçti. Boğaziçi Üniversitesi'nde profesör olması, ona pek çok kapıyı araladı. Buna yalan üzerine kurulu üstün oyunculuk yeteneği ve "kolejli kız" cazibesi de eklenince, piyasanın aranılan danışmanı oldu. Ama nedense danışmanlıkları uzun sürmüyordu. Çünkü; para kazanma hırsının ötesinde içindeki cevher bir türlü keşfedilemiyordu. Dahası, olabilmek için can attığı danışmanlıkları kaptığında bile gözü hep dışarıdaydı...
Derken 1991 seçimleri için Demirel'in vitrin adayı oldu. Son olarak Fazilet Partisi'ne yamanan Nazlı Ilıcak'ın referansıyla milletvekili seçildi. En büyük hayali "bakan" olmaktı. Olsun da hangisi olursa olsundu. Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'na bile razıydı...
Şovu ve şovmenleri seven Demirel sayesinde hayalini süsleyen bakanlık koltuğuna oturması uzun sürmedi. Siyaset hoşuna gitmişti. Yalan üzerine kurulu bir dünyaydı ve onun da en başarılı olduğu konu buydu...
Özal rahmetli olup, Demirel'e Çankaya yolu görününce, kendisine hayalinin de ötesinde imkanlar sunuldu. Demirel'in başı "verdimse verdim" yüzünden büyük beladaydı. Tek derdi, bir an önce Çankaya'ya çıkmaktı. DYP'nin başına kimin geçeceği umurunda bile değildi...
Büyük kongreye gidildiğinde Köksal Toptan ve İsmet Sezgin ile birlikte ona da "yürü arkandayım" mesajı verildi. Bugün yerden yere vurduğu medya da o güne kadar daha gerçek yüzünü tanımadığı için kendisine sempatiyle baktı. "Köylü partisi" DYP ise, kolejli kızın yıldırım aşkına tutulmuştu. Cindoruk liderlikten kaçıp, Toptan'ın oyları da Sezgin'le parçalanınca Başbakanlık yolu Çiller'e açıldı.
Taktik hocası da bu işlerin piri Yalım Erez'di. Nahit Menteşe, Necmettin Cevheri de akıl hocalarıydı. Ama mutlu izdivaçları uzun sürmedi. Cünkü; birbirlerini çok iyi tanıyorlardı... Parti lideri, başbakan olduğunda onu çok iyi tanıyan profesörler, "eyvah" demişlerdi. Ne bir birikimi, ne bir tecrübesi, ne de aşırı ülke sevgisi vardı. Aklı fikri Amerika'daydı.
Son seçimlerde "laikliğin kalesiyim" dedi, oyları topladı, Erbakan'ı başbakan yaptı. Öğrenci, işçi, köylü, kentli, emekli, asker, kadın, varoş, terör derken; torbasındaki yalanlar bitince, din istismarına başladı. Öylesine uzak olduğu bir konuydu ki, eline yüzüne bulaştırdı.
Kabahat şimdi kimde? Yalancıda mı, yalancıya hayallerinin ötesinde olanak sunanlarda mı, yoksa hepimizde mi? Daha da önemlisi, bundan sonra ne olacağı. Gözü Çankaya'daymış. Ama bana kalırsa, sondan başa dönüp ilk hayali olan Amerika'ya yerleşirse hiç şaşırmayın!
Yazara E-Posta: a.guclu@milliyet.com.tr
Özay Şendir
New York Times’tan Erdoğan’a baskı çağrısı
28 Nisan 2025
Tunca Bengin
Varlığı da tehdit yokluğu da...
28 Nisan 2025
Cem Kılıç
‘Belirli süreli’ sözleşmeler hakkında her şey
28 Nisan 2025
Abdullah Karakuş
Depremin etkilerini nasıl azaltabiliriz?
28 Nisan 2025
Hakkı Öcal
Faşizm imkânsız diyorsanız, etrafınıza bakın ey ABD’liler
28 Nisan 2025