Bazı şirketlerde hiç tatile çıkmayan muhasebe müdürleri vardır. Eğer patronsanız ve sizin de böyle bir çalışanınız varsa, bu duruma sevinmek yerine onu tatile gönderin. Zira bu kişilerin uzun süreli izin kullanmamalarının nedeni tatili sevmemelerinden ziyade şirkette döndürdükleri dolaplar olabilir ve onlar bir sebeple görevlerinden ayrıldıklarında ortaya şeytanlara giydirilmiş ters pabuçlar çıkabilir.
Teşbihte hata olmaz, Aziz Yıldırım’ın yirmi yıllık iktidarının ardından Fenerbahçe’de yaşananalar da biraz buna benziyor. Evet, kastım Ali Koç’un hafta içinde açıkladığı 621 milyon avroluk borç rakamı. Bu rakam, eski başkan Yıldırım’ın son açıklamasına göre 400 milyon avro olan borcun bir buçuk katından fazla. Bu arada Yıldırım o borç rakamını „Fenerbahçe’nin borcu 350 – 400 milyon lira (350 mi, 400 mü?) bizim gelirlerimizi de düşünürsek borç aslında sıfır“ şeklinde, yanan yüreklere su serperek açıklamıştı! Tıpkı „yalandan da olsa ne güzel güldün o akşam bana“ şarkısında olduğu gibi yalandan da olsa hoşlandığımız şeyleri görmek veya işitmek hoşumuza gidiyor. Fakat bir de en iyi Fenerbahçelilerin bildiği gibi gerçeklerin elbet bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu var.
Ali
Mesut Özil’in Tayyip Erdoğan ile Londra’da çektirdiği fotoğraf Türk medyasında ne kadar yankı buldu emin değilim ama bu olaydan sonra Almanya’da tabiri caizse yer yerinden oynadı!
Almanya’da konu ile ilgili, sokaktaki adamın “Mesut, abi sen hayırdır?” demesinden Bierhoff’un “bu olayın ardından Özil milli takıma alınmamalıydı” şeklindeki açıklamalarına kadar uzanan nice yorumlar yapıldı ve o meşhur ifadeyle Mesut linç edildi. Takip edebildiğim kadarıyla da gerek medya gerekse halk arasında sadece çok küçük bir grup “yapmayın, etmeyin adam futbolcu, siyasetçi değil” dedi.
Ve Mesut dün, bardağı taşıran birkaç olayın ardından kendi Instagram hesabından uzunca bir açıklamada bulunarak Alman Milli Takımı’nı bıraktığını cümle âleme ilan etti. Muhtemelen açıklamaları görmüşsünüzdür ama özetle Mesut dedi ki: “benim iki kalbim var; bunlardan biri Türkiye, diğeri Almanya için atıyor ve bu hep böyle olacak. Ben o fotoğrafı siyasi bir amaçla değil, siyasi düşüncesinden ziyade ülkemin lideri ile çektirdim. Zamanında başka siyasi liderlerle görüşenlere kimse ses çıkarmazken, bu olaydan sonra medyada benimle ilgili bir karalama kampanyası başlatıldı. Sahadaki performansım yerine bu
Almanya’da hemen hemen herkes dün Hırvatistan’ı destekliyordu. Maç sırasında, Polonya’da yaşayan bir arkadaşımla konuştuk, o da orada büyük çoğunluğun Hırvatistancı olduğunu söyledi. Bizim memleket zaten baştan ayağa damalıydı ve anladığım kadarıyla diğer ülkelerde de durum farklı değildi. Sözün kısası finalde Fransızların Fransızlardan başka dostu yoktu ama kazandılar; helal olsun!
Bir kitap var adı: Kaptan Sınıfı, yazarı da Sem Volkır (Sam Walker). Kitapta çeşitli spor branşlarındaki farklı kaptanlardan bahsedilirken, bir bölüm de Didie Döşamp’a ayrılmış. Hatırlarsınız 1998’de Fransa, tarihindeki ilk Dünya Kupası zaferine ulaşırken takımın kaptanı Döşamp’tı. Döşamp, milli takımdaki kaptanlık görevini o zaman şöyle açıklamış: “benim işimin az bir kısmı sahadaki performansım ile ilgili, çoğunluğu ise diğerlerine yardım etmeyle.” Tamamen takıma adanmışlığın göstergesi olan bu ifadenin yanı sıra bir de aynı kitapta 98 finalinin devre arasında Zidan ve Döşamp arasında yaşananlar anlatılıyor: “Fransa devre arasına son şampiyon Brezilya önünde 2-0 önde girmişti. Maçtaki iki golü atan Zidan sevinçten zar zor ayakta dururken Kaptan Döşamp onun yüzünü ellerinin arasına alıp “maç daha
Kulüplerin sermaye artırımı yapacaklarını duyduğumuzda şöyle bir irkiliyorsak bunun iki nedeni var: birincisi zamanında Galatasaray’ın yaptığı Nasrettin Hoca misali (bunu zamanından çok yazdığım için konunun detayına tekrar girmeyeceğim) sermaye artırımı, ikincisi de aslında tüm şirketler için normal hatta zaman zaman gerekli bir uygulama olan sermaye artırımında spor kulüplerinin çok yüksek oranlar uygulayarak tabiri caizse vur deyince öldürmeleri.
Fenerbahçe Futbol A.Ş’nin mevcut sermayesi 28 milyon lira. Bu tutar Galatasaray’ın artıra artıra 540 milyona çıkardığı ve Beşiktaş’ın da 240 milyon lira olan sermayeleri dikkate alındığında düşük kalıyor. Ayrıca şirkete sıcak para girişi olsun, bilançonun biraz eli yüzü düzelsin diye düşünüldüğünde sermaye artırımı hiç de mantıksız değil. Soru, sermaye artırımda oranın ne olacağı ve rüçhan hakkının kaç liradan kullandırılacağı. Zira küçük yatırımcı denen ve konu spor kulüpleri olunca aslında çoğu taraftar olan güruhun sermaye artırımından gol yememesi için bu oran ve tutarın çok yüksek olmaması gerek.
Fenerbahçe, SPK’ya yaptığı başvuruda, sermaye artırım oranını %250 olarak belirledi. Rakamdan da anlaşılıyor ki bu oran yüksek
Ne yalan söyleyeyim, Koku’yu ilk izlediğimde dikkatimi çeken onun burnu olmuştu. O günden beri ne zaman onun adını duysam aklıma, sanki bir dizi operasyon geçirmiş gibi küçük ve kalkık burnu gelir. Futbol âlemi göründüğü kadar büyük olmadığı için o Koku, dönüp dolaşıp Fenerbahçe’nin teknik direktörü oldu.
Eski yıldız futbolcuların teknik direktörlüklerine hep şüphe ile yaklaşırım. Zira Arigo Sakki’nin dediği gibi bu iş aynı anda hem at hem de jokey olmaya benziyor. İyi örnekler de yok değil ama genelde yıldız futbolcular takım elbise giydiklerinde çuvallıyor. Fakat Hollandalılarda başka milletlerde olmayan bir özellik var ki çok iyi profesyoneller. Bu demek oluyor ki Koku, futbolculuk gömleğini çoktan çatıdaki sandığa koymuş hatta bir zamanlar futbolcu olduğunu unutmuşçasına teknik direktörlük yapıyor olabilir; umarım öyledir.
Osmanlıdaki Fransız hayranlığı gibi, Barselona’nın da Hollanda hayranı olduğu yıllarda Van Haal, Klayvırt, Zenden, De Buur’ların iksini birden ve daha nice Hollandalıyı İspanya yolcusu yaparken o dönem 27 yaşında olan Koku’yu da ihmal etmemişti. Fakat bu adamların en esaslısı Koku oldu zira Messi piyasaya çıkana kadar Barselona formasını ondan daha
Bu sezon Fenerbahçe hep Aykut Kocaman üzerinden okundu. Fakat bunun nedeni okuyanların öyle istemesinden ziyade, Kocaman’ın kadro tercihleri, davranışları ve açıklamalarıyla adeta “her şeyi benim üzerimden yorumlayın” demesinden kaynaklandı. Benim bile en az on yazım direkt onula ilgili oldu.
“Medya ile çok farklı düşünüyoruz” (ki futbol gibi basit bir oyunda ne kadar farklı düşünüp bu farklı düşünceyi ne kadar sürdürebilirsin?) “çok net görünüyor şampiyon olacağız” veya “çok net görünüyor bizi şampiyon yapmayacaklar” gibi çarpıcı, büyük ve ağır ifadeler sezon boyunca çeşitli zamanlarda Kocaman’ın dudaklarından dökülürken, aynı esnada Fenerbahçe taraftarları da, Fenerbahçe üzerine yorum yapanlar da ikiye, üçe, dörde falan bölündü.
Bir grup, “siz onu asla anlayamazsınızcılar” oldu. Bu iliklerine kadar taassup işlemiş arkadaşlar, “Aykut Hoca ne yapsa haklıdır, onun oyun planı çağının da ilerisinde” sloganlarıyla, ne artık adı Kocaman ile özdeşleşen Atıf’ın takımın vazgeçilmezi olmasına bir söz söyle(yebildiler)diler, ne de Ekici veya Ozan gibilerin iyi oynadıktan sonra yedek kulübesinden çıkamamalarına. Fakat bu kişiler kötü niyetli değildi. Onların tek sorunu Aykut
UEFA, finansal adil oyun (FFP) kurallarını uygulamaya başlayalı beri Avrupa’daki takımların finansal yapıları gözle görülür şekilde düzelirken bizim kulüpler baş aşağı gitmeye devam ediyor. Bugün iş öyle bir noktaya geldi ki, tüm Avrupa’nın borcunun neredeyse yarısı Türk takımlarından geliyor. Hâl böyle olunca da gün geçmiyor ki kafamıza bir terlik yemeyelim! Ah o “bir şey olmaz yea” anlayışımız yok mu? Bu konuda suçlu hep kulüp yönetimleri gösterilir ama üzerinden bu kadar yıl geçtikten sonra, dört işlem bildiği halde yoluna milyonlar dökülerek getirilen her transferi alkışlayan taraftarlar, başkanlara dur demeyen genel kurullar ve bu konulara girmeyen spor medyası da en az kulüp yönetimleri kadar bu suça ortak.
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Galatasaray bu sene de Avrupa’dan men cezası almalıydı. Çünkü geçen sene Galatasaray’ın aldığı ceza iki sezonu kapsamasına karşın bir sezon olarak uygulanıp ikinci yıl ertelendi ve takip eden dönemde Galatasaray’ın mali durumu eskisinden de kötü oldu. Fakat anlaşılan o Mustafa Cengiz ve arkadaşları allem edip gallem edip UEFA’yı men cezası vermeme konusunda ikna ettiler. Aslında buna “ikna”dan ziyade “kabul” ettiler demek daha
Aslında tribünler kararını çok önceden vermişti ve adeta seçim yapılmasına gerek dahi yoktu. Yine de kararı kongre üyeleri vereceğinden akıllarda küçük de olsa bir “acaba” vardı ama tüm kongre üyeleri öncelikle bir taraftar olduğu için sürpriz yaşanmadı ve Ali Koç ezici bir üstünlükle zafere ulaştı.
Bu kongreyi, o tek adaylılardan veya mevcut başkanın aday olmadığı kongrelerden ayırmak gerek. Zira yirmi yıldır görevde olan ve bu doğrultuda kulüpte nüfuzu bulunan, kimilerine göre o istemedikçe asla gitmeyecek veya ceketini assa tekrar seçilecek olan başkana karşı yeni bir umudu seçmek başlıbaşına büyük bir demokrasi dersi, herkes için bir ilham vesilesi oldu; yirmi binin üzerindeki rekor katılımcı sayısı ve kongrenin kavgasız, gürültüsüz tamamlanması da cabası.
Ali Koç’tan beklentiler çok yüksek ve kendisi de bunun farkında. O, Fenerbahçe camiasının yıllardır biriken başarısızlık ve kötü yönetim sarmalının adeta panzehri, camiadaki sessiz çığlığın sesi ve adeta bir kurtarıcı olarak görülüyor. Onun başarılı, vizyoner, profesyonel kişiliği ile ağır başlı tavrı dikkate alındığında bu beklentilerin hiç de temelsiz olmadığını söylemek gerek. Sonuçlar açıklandıktan sonraki