UEFA, finansal adil oyun (FFP) kurallarını uygulamaya başlayalı beri Avrupa’daki takımların finansal yapıları gözle görülür şekilde düzelirken bizim kulüpler baş aşağı gitmeye devam ediyor. Bugün iş öyle bir noktaya geldi ki, tüm Avrupa’nın borcunun neredeyse yarısı Türk takımlarından geliyor. Hâl böyle olunca da gün geçmiyor ki kafamıza bir terlik yemeyelim! Ah o “bir şey olmaz yea” anlayışımız yok mu? Bu konuda suçlu hep kulüp yönetimleri gösterilir ama üzerinden bu kadar yıl geçtikten sonra, dört işlem bildiği halde yoluna milyonlar dökülerek getirilen her transferi alkışlayan taraftarlar, başkanlara dur demeyen genel kurullar ve bu konulara girmeyen spor medyası da en az kulüp yönetimleri kadar bu suça ortak.
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Galatasaray bu sene de Avrupa’dan men cezası almalıydı. Çünkü geçen sene Galatasaray’ın aldığı ceza iki sezonu kapsamasına karşın bir sezon olarak uygulanıp ikinci yıl ertelendi ve takip eden dönemde Galatasaray’ın mali durumu eskisinden de kötü oldu. Fakat anlaşılan o Mustafa Cengiz ve arkadaşları allem edip gallem edip UEFA’yı men cezası vermeme konusunda ikna ettiler. Aslında buna “ikna”dan ziyade “kabul” ettiler demek daha doğru zira anlaşma metni futbolun Küçük Kaynarca’sı gibi ve ne gariptir ki bu iş takdir ve mutlulukla karşılanıyor. Şampiyonlar Ligi’ne gidilecek ya, gerisi hikâye; tam da bu durumlara düşme nedeni olan kafa yapısı.
İşte o hikâye kısmında, bugünlerde hemen hemen 50 milyon avro (yani 275 milyon TL veya rakamları büyük göstermek isteyenlerin tabiriyle 275 trilyon) olan zararın önümüzdeki sene 20 milyon avroya sonraki sene de 10 milyon avroya düşme taahhüdü var. Bunun olması için Galatasaray’ın ya Şampiyonlar Ligi şampiyonu olması ya da bırakın transfer etmeyi, elde para eden kim varsa satması gerek. Çok ağır bir kabul ve olmazsa ne olacak?
İkinci konu artık neredeyse tüm kulüplerimizle kanıksadığımız transfer giderlerinin transfer gelirlerini aşmama konusu var ki bu (kardeş takımın yedek kalecisine milyonlar verilmediği) normal şartlar altında havada kapıp takımını güçlendireceğin adamı, eldekilerden satmadan alamamak anlamına geliyor.
Bir de dikkatlerden kaçan kadroda az futbolcu bulundurma zorunluluğu var ki bu iki açıdan çok önemli. Birincisi direkt takımın kadro zenginliğini elinden alıyor ikincisi ve bence daha önemlisi de takımın yarınlarını. Zira kadrodan oyuncu çıkarılmak zorunda kalınınca piyango büyük olasılıkla o kadroya yeni dâhil olmuş genç futbolculara vurur. Bu da demek oluyor ki normalde A takım heyecanı yaşayacak olan birkaç genç futbolcu bu sevinçten mahrum kalacak, ilerleyen yıllarda da takımları onlardan.
İşin trajikomik tarafı da UEFA’nın “senin mali durumun çok kötü” dediği kulübe 15 milyon avro ceza vermesi. Bu, düştüğü için annesinden dayak yiyen çocuğun durumuna benziyor. (Bu arada aynı şekilde UEFA ile anlaşma yapıp taahhütlerini yerine getiremeyen Makabi Tel Aviv sadece 1m avro ceza aldı.) UEFA’nın çelişkili bu yaptırımı yerine daha yaratıcı cezalar vermesi gerek. Bundan kastım herkesi Avrupa’dan men etmek değil. Zira Vitoria Pilsen’in Avrupa’dan men cezası alması ile PSG’nin men cezası alması aynı şey değil. Neyse konu buradan Aysun Kayacı’ya kadar uzanır, en iyisi burada bitireyim.
can.nizamoglu@gmail.com