18.12.1996 - 00:00 | Son Güncellenme:
MİLLİ Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreterliği'nin bugün bir araya gelmesi beklenen Bakanlıklararası Takip ve Yönlendirme Kurulu'na sunulmak üzere hazırladığı gizli raporu Milliyet ele geçirdi. Rapor, "Sorunlar ve Çözüm Önerileri" başlıkları altında iki bölümden oluşuyor.
Terörle mücadelenin güvenlik boyutunun etkili bir şekilde yerine getirildiğinin belirtildiği raporda, ekonomik, sosyal ve siyasal boyutta önemli aksaklıklar yaşadığına dikkat çekildi.
TSK'nın "iç güvenlik harekat ihtiyaçlarıyla ilgili sorunlar" başlığı bu saptamayı şu cümlelerle somutluyor:
"Başlangıçta İçişleri Bakanlığı'nın sorumluluğunda başlatılan iç güvenlik harekatı bugün itibarıyla tamamen TSK'ya havale edilmiş, dolayısıyla terörle mücadelenin sorumlusu İçişleri Bakanlığı'yken fiili sorumluluk ülke gerçeklerine istinaden tümüyle orduya geçmiştir."
"Terörle mücadelede sorunlar" bölümünde özel harekat polis timleri çok sert eleştirilip doğrudan orduya bağlanması istenirken raporda saptanan temel sorunlar şöyle:
"15 Nisan 1994'te kırsal kesimdeki silahlı teröristlere karşı operasyonlarda kullanılmak üzere il emniyet müdürlüklerinin kuruluşunda teşkil edilen özel harekat polis kimlerinden hatalı kullanımlar ve yanlış uygulamalar nedeniyle beklenilen verim alınamamıştır. Başlangıçta fizik kondisyonu açısından uygun olan özel harekat timinin büyük kısmı zamanla eğitimsizlik ve asli görevinin dışında kullanılması sonucu vasıflarını kaybetmiştir.
Ayrıca gece pusu görevlerinde ses, görüntü verme ve ateş yakma gibi davranışlarda bulunarak disiplini bozucu olmaktadırlar. Kılık kıyafet disiplinine uymadıkları ve vatandaşa karşı sert tutum ve davranışlar içine girdikleri tespit edilmiştir. (Genelkurmay'ın 22 Kasım 96 tarihli raporu)"
Raporun "çözüm önerileri" bölümünde ise şu ifadeler yer alıyor:
"Polis timlerinin hepsinin operasyonlarda etkin olarak kullanılabilmesi için genel bir prensiple güvenlik komutanlıkları harekat komutasına verilmesi gerekmektedir. Özel harekat timlerinin eğitimi askeri birliklere verilmeli ve vatandaşa karşı davranışlarının düzeltilmesi için halkla ilişkiler konusunda eğitilmeleri temel önceliktir."
MGK raporunun çarpıcı saptaması organize silah kaçakçılığıyla bazı politikacılar arasındaki ilişki. İsim yer almayan raporda bu bağlantı şöyle açıklandı:
"Organize silah kaçıkçılığı bağlantılarının birçoğu politikacılara kadar uzanmakta ve silah kaçakçılarının çeşitli menfaatler karşılığında parlamenterlerin dokunulmazlığından istifade ettiği bilinmektedir. Bu nedenle parlamenterlerin Meclis dışındaki eylemlerinden dolayı oluşacak suçları dokunulmazlık zırhı kapsamı dışına çıkaracak şekilde ilgili yasanın yeniden düzenlenmesi gerekmektedir."
"Güvenlik açısından karşılaşılan sorunlar" bölümünde yer alan istihbarat örgütleri değerlendirmesi ise şu saptamayı yapıyor:
"MİT JİTEM ve emniyet gibi devlet istihbarat teşkilleri arasında bir çalışma düzeni ve hiyerarşi bulunmamakta. Elde edilen istihbarat bürokrat ve hiyerarşik uygulamalar nedeniyle gecikmiş istihbarata dönüşmektedir. İstihbarat teşkilleri tümüyle birbirinden bağımsız ve koordinesiz çalışmaktadır. Bu nedenle bölgede bir geçim kaynağı haline gelen istihbarat sektörü mutlaka bir merkez altında birleştirilmeli, tahsis edilen ödeneğin bu merkezce sarf edilmesi zorunludur.
Devletin stratejik istihbaratının diğer ülkelerde olduğu gibi terör örgütünün üst düzey yönetim kadrosunun ortadan kaldırılmasına teksif edilmesi gerekir. Bölgesel haber elemanları ve itirafçılar için MİT bünyesinde bir koruma dairesi tefrik edilmesi ve devlet gücünün hissettirilmesi asıldır. Ayrıca jandarmanın yurtiçi ve dışı istihbarat faaliyetlerinde bulunması için özel bir yasa bir an önce yürürlüğe girmelidir."
Raporun bir başka önemli ayağını ise HADEP - PKK ilişkisi oluşturuyor. Bu konuda raporda şu görüşlere yer veriliyor:
"Siyasal alanda örgüte militan temini, yurtiçinde HADEP vasıtasıyla olmaktadır. HADEP'in son seçimlerdeki oy potansiyeli dikkat çekicidir. Bu legal görünümlü parti adeta PKK'nın asker bulma teşkilatı gibi çalışmaktadır. Bu partinin özellikle Diyarbakır'daki faaliyeti bölgede icra edilen operasyonlarda yaralı olarak ele geçen teröristlerin ifadelerinden anlaşılmıştır.
(Genelkurmay'ın 22 Kasım 1996 tarihli raporu) Ayrıca bazı insan hakları dernekleri ve legal görünümlü derneklerin de örgüte sempatizan yetiştirdiği bilinmektedir. Bu nedenle HADEP faaliyetlerinin pasifize edilmesi, devlet tarafından takip ve kontrolü, yurtdışı bağlarının kesilmesi, HADEP üzerinde sivil toplum, devlet ve üniversiteler vasıtasıyla ve medya aracılığıyla açık örtülü ve devamlı baskının her türlü yolla kurulması gerekmektedir.
PKK ve bunun yasal uzantısı görünümündeki HADEP'i uyuşturucu ve silah kaçakçılığı faaliyetleri Türkiye'ye ve Avrupa toplumuna verdiği zarar açısından sık sık işlenmelidir. İnsan hakları konularında da devlet aleyhine faaliyet gösteren hükümet dışı kuruluşların izlenmesi ve engellenmesiyle tüm yurtta üniversitelerde terörle mücadelenin zorunlu ders olarak okutulması."
Raporun en önemli bölümlerinden biri nüfus yapısıyla ilgili değerlendirmeler oluşturmakta:
"Bölgedeki doğurganlık oranının yüksekliği ve hızlı nüfus artışı diğer bölgelere nazaran yüksek. Bu artış Kürt milliyetçiliğinin içte ve dışta canlı tutulmasıyla nüfus dengelerinin değişmesi durumunda uzun vadede bir tehdit olarak ortaya çıkabilir. Araştırmalara göre Kürt nüfusu oranı 2010'da toplum nüfusun yüzde 40'ına, 2025'te yüzde 50'nin üzerine çıkma eğiliminde.
Bu oranla birlikte Kürt milliyetçiliğinin de ön plana çıkması ve bunun da milletvekili sayısına oranlanması ileride vahim sonuçlara yol açabilir. Bölgede nüfus planlaması seferberliği elzemdir. Az çocuğa prim ve çok çocuğa vergi gibi radikal önlemler gereklidir."
Raporun ekonomik ve sosyal sorunlar başlığı altında şu saptamalar yapılıyor:
"Bölgedeki imamların yüzde 90'ının bölge halkından olması dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı'nca bölge dışından aynı esaslarla atama yapılmalı. Cezaevlerindeki gardiyanların yüzde 80'i bölge halkından. Öğretmenlerin yüzde 43'ü bölge halkından. Bölge halkından personel istihdamının makul oranda tutulması gerekir. Ayrıca mülki amirlerin kendilerini terörle mücadeleden birinci dereceden sorumlu görmedikleri, askeri makamlar aracılığıyla kendilerine iletilen vatandaşların ihtiyaçlarına farklı bir yaklaşım sergiledikleri gözlenmiştir.
Devlet teşviklerinin çoğu ya iyi kullanılamayıp israf edilmiş ya da terörün hedefi ve finans kaynağı haline gelmiştir. Bölgedeki feodal yapının da etkisiyle bölge halkı siyasi iradesini kullanamamış, devletin sağladığı imkanları elinde tutamamıştır. Verilen devlet teşvikleri feodal yapının da etkisiyle PKK'nın finans kaynağı haline gelmiştir."
Raporda teröre destek veren ülkeler konusunda da şu görüşlere yer veriliyor:
"Teröre destek veren iki tür ülke bulunmakta. Biri Yunanistan gibi teröre ve örgüte destek verip Türkiye'ye yönelik siyaset olarak kullanan ülkeler diğeri ise Almanya, Fransa ve İngiltere gibi ülkemizdeki terör olaylarının ve bölge halkını siyasi bir şekilde değerlendiremeyen onlara zavallı bölge halkı olarak bakan ülkeler."
Rapordaki güvenlik harcamalarının tümüyle orduya verilmesi yönündeki değerlendirme ise şöyle:
"Şimdiye kadar tamamen TSK'nın kaynak ve stoklarıyla zorlanarak yürütülen mücadelenin TSK stoklarında meydana gelen noksanlıklar ve diğer projelerin yürütülmesinde yaşanan olumsuzluklar nedeniyle milli bütçeden terörle mücadeleye ayrılan ödeneğin Genelkurmay'ca sarfedilmesi."