21.11.2013 - 11:52 | Son Güncellenme:
Yeni Şafak Gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi'nin yazdıkları dikkat çekici:
Dershaneler konusuna girmedim.
Girmek istemedim.
Çünkü tartışma doğru zeminde, doğru bir metin üzerinden ve doğru üslupla yürütülmüyor.
'Firavun', 'Diktatör', '28 Şubat' sözlerinin havada uçuşup, savaş tamtamlarının çaldığı bir ortamda yerim olamazdı.
Hele hele, 'Bu konuda hiçbir ahlaki kriterimiz yoktur' diyen bir anlayışla işim olamazdı.
'Diyalog' alameti farikası olan bir cemaatle, istişareye önem veren bir iktidarın ortak aklı bulacağına inandım.
Hoca efendiden saygıyla söz ederken, Başbakan'a karşı da usturuplu bir dil kullanılmasını beklemek en büyük hakkımız.
Camdan konakta oturanlar başkasının camına taş atmamalı.
Hoca efendinin hizmeti de lazım Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliği de...
Türkiye Erdoğan gibi bir lideri kolay bulmadı. Kaybetmeye de niyetimiz yok.
Bu sorunların hepsi çözülür.
Ama iş dershane olayından çıkıp bir siyasi operasyona dönüşürse, kusura bakmayın ona müsaade etmeyiz.
Bu tartışmaların iki hedefi var.
1-Cumhurbaşkanlığı seçimi. Başbakan'ın, Cumhurbaşkanlığı engellenmek isteniyor.
2-Erdoğansız AK Parti. Recep Tayyip Erdoğan köşke çıkarsa, Erdoğan'sız AK Parti'yi dizayn etme.
Tartışmalara bir de bu pencereden bakmakta ve büyük fotoğrafı görmekte yarar var.
Yeni Akit Gazetesi'nin etkili kalemlerinden Hasan Karakaya'nın yazdıkları ise şöyle:
HÜKÜMETİN SAĞDUYUSU
Olaya “hükümet” cephesinden bakacak olursak; birileri, Bülent Arınç’ın sözlerinden hareketle, “dershane” konusunda bir “geri adım” atıldığını düşünebilir...
Ama, “dersaneleri kapatma” girişiminin taa 2008’den bu yana gündemde olduğunu unutmamak gerekir...
Hükümet, her girişim esnasında “eksiklikler” olduğunu gördü ve “uygulama”yı erteledi.
Öyle sanıyorum ki;
Son “taslak”ta da eksiklik ve yanlışlıklar görüldü... Bunların “paydaşlarla görüşülerek” halledilmesi konusunda bir “kanaat” belirmiş olmalı ki, uygulama yine ertelendi...
Ama, bu “erteleme”ye bakıp, hiç kimse dershane konusunun “gündemden kalktığını” düşünmemelidir.
Bugün değilse yarın, konu yeniden gündeme gelecektir.
Kabul etmeliyiz ki;
Hükümet, bu son süreçte son derece “sağduyulu ve itidalli” davranmış, bütün “saldırgan” ifadelere karşı “kardeşlik hukukuna riayet” etmiştir.
Hükümet, bütün “yıpratma kampan-yaları”na rağmen, hiç “üslub”unu bozmamış, “öfke, hınç ve histeri nöbeti”ne girmemiştir!.. Eğer, Hükümet; konuyu “teknik” düzeyde tutmasaydı, “kavga” çok daha sert olurdu!..
HOCAEFENDİ’NİN HIRÇINLIĞI
Aynı durum, Fethullah Hocaefendi için maalesef geçerli değildir... “Diyalog ve hoşgörü timsali” olarak gösterilen Hocaefendi’nin, “menfaat” sözkonusu olduğunda nasıl “hırçın”, nasıl “öfkeli” ve nasıl “agresif” olabileceği “dershane olayı”nda görüldü!..
Her şey yolunda iken “yüzüne güldüğü” insanlara, “rant” sözkonusu olduğunda nasıl “hakaret” edebileceği ortaya çıktı...
Hiç kimse, Hocaefendi’nin; “Firavun... Karun... Diktatör ve tımarhanelik deli” sözlerini “tevil” etmeye çalışıp da, bunların “genel bir konuşma” içinde geçtiğini, Hocaefendi’nin bir “elbise” gibi ortaya koyduğu “firavun” misalinin “maksatlı olarak çarpıtıldığını” iddia etmesin!..
Hocaefendi, bu misali “her zaman” veriyorsa, “iddia sahipleri”ne sormazlar mı; “Bu misali, dersaneler haberinin içine yerleştiren kimdir?..”
Bu “elbise”nin, “dershane gardıro-bu”nda ne işi var?.. “Elbise”yi kim koydu oraya?.. “Hocaefendi” değilse, “Hocaefendi’nin sitesi”ni yöneten “başka birileri” mi var?.. Yoksa, “Ergenekon” oraya da mı sızdı?..
Bu söz, “konusu ve zamanlaması” itibariyle “vahim”dir ama o sözü “konuşmanın içine monte eden” birileri varsa, durum “çok daha vahim”dir!..
“Dershane tartışması” bazı “STK temsilcileri”nin ve “işadamları”nın da nerede durduklarını ortaya koydu...
Bazı STK temsilcileri ve işadamları o kadar “ortadan” konuştular, “don lastiği” gibi her tarafa çekilebilecek öyle “muğlak” demeçler verdiler ki; aynı konuşma Zaman’da ayrı yorumlandı, başka gazetelerde ayrı!..
Kimi “vicdan”ının sesine kulak verdi, kimi de “cüzdan”ının!..
Tartışmalara katılan Zaman Gazetesi'nden iki yazarın görüşü ise şöyle:
Mümtaz'er Türköne
Dershane kapatma projesini işte bu yüzden eğitime değil, siyasî alana ait bir tasarruf olarak değerlendiriyoruz. İki ihtimal: Ya hükümet, Arınç’ın ifade ettiği gibi, dershaneler kapanır kapanmaz eğitimde bir nitelik sıçraması gerçekleşeceğine inanıyor; ya da kimsenin bilmediği veya kimseye açıklayamadığı bir başka hesabı var. Eğitim, uzun soluklu emeğin ve öngörülerin konusu; bu alanda sihirli çözümlere yer yok. Ancak ortaya siyasîleşmiş bir tartışma konusu çıkınca hemen o konu etrafında kamplar oluşuyor. Bu vesile ile eğitim konusunun ne kadar cahili olduğumuz ortaya çıkıyor. Dershane nasıl bir siyasî ayırım gerekçesi olabilir; dershaneden yana olanlar ile karşı olanlar gibi bir kutuplaşma yaratılabilir? Meseleyi bir rant veya çıkar kavgası olarak görmek veya göstermek de, bir sınavdan geçmek değil mi?
Ali Bulaç
Dershaneleri kapatmak!
Günlerdir gündemi işgal eden dershaneler konusunun “dershanelerin ötesi”nde bir anlamı olduğu açık.
Konunun eğitim sisteminin sorunlar yumağıyla ilgisi olduğu kadar siyasetin yapmayı planladığı yeni düzenlemelerle ve elbette Türkiye’de Müslümanların son yüzyıldır büyük zorluklar sonucu geldikleri nokta ile de ilgisi var. Bugün “dershaneleri” kendi bağlamlarında ele alacağız. Cumartesi günkü yazımızın konusu “eğitim”, pazartesi de “siyasal, sosyal ve kültürel İslam”ın ana misyonlarıyla ilgili olsun.
Belirtmek gerekir ki hükümet canibinden dershanelerle ilgili düzenlemeye mesnet teşkil edecek gerekçe ikna edici değil. Herkesin üzerinde söz birliği ettiği husus şudur: Dershaneler sistemin sebebi değil, sonucudur.