Fransız hükümeti, 19 Ağustos 1839’da Louis Daguerre’nin icat ettiği fotoğraf makinesinin bulunuşuna yardımcı olacak degoratipi tüm dünyaya duyurdu. O günden sonra bu tarih, Dünya Fotoğrafçılık Günü olarak kutlanmaya başlandı. Bu özel gün vesilesiyle Türkiye’deki fotoğrafçı ve sanatçıları kariyerlerindeki en özel fotoğrafı Milliyet Sanat’a anlattı.
‘Yüzücülerin mücadelesi’
Ercan Arslan, (Kıtalararası)
Ortasından deniz geçen dünyanın tek ve en güzel şehrini kulaçlayarak geçmenin ayrıcalığını yaşamak için, her yıl dünyanın farklı ülkelerinden yüzlerce yüzücü İstanbul’a akın ediyor. Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi tarafından ilki 1989 yılından yapılan Asya’dan Avrupa’ya yüzme yarışları dünyanın tek kıtalararası yüzme yarışması. Fotomuhabiri olarak, her dakikası görsel bir şova dönen yarışı, uzun yıllardır takip ederim. Yüzücülerin suyla buluşma anı, dalgalarla mücadelesi ve 6.5 kilometrelik parkurun sonunda Ortaköy’e vardıkları anlar görülmeye ve fotoğraflanmaya değer.
‘Distopik karanlık günlerin film karesi’
F. Dilek Uyar, İsimsiz
10 yıla yakın fotoğraf hayatımda tek bir kareyi seçmek zor benim adıma. Kovid-19 sebebiyle yaşadığımız distopik karanlık günlerin film karesi ve özeti gibi geliyor bana bu fotoğrafım. Fotoğraf uzun bir aradan sonra camilerin tekrar toplu cuma namazına açılma kararı üzerine Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin dezenfekte çalışması esnasında çekildi. Evren içinde dünyanın ve insanın küçüklüğü, karanlık içinde astronot gibi görünen imgenin ilaçlamayla dünyayı ve insanlığı kurtarmak için gelmiş gibi alımlayana bıraktığı hisle süreçteki sevdiğim çalışmalardan.
‘Hayatın esmediği rüzgârsız güzergâh’Laleper Aytek, (Rüzgâr-sız) Bir yol değil, yolların sonu gibi. Artık hayatın esmediği rüzgârsız bir güzergâh. Yabanlığında, ıssızlığında yahut boşluğunda kimselere söyleyemediği bir hüznü var sanki bu yolun.
Geçersem kaybedecekmiş gibi beni. Kendi zamanına saklayıp bir daha geri vermeyecekmiş gibi...
Geçmişini ele vermeyen bu boşluğun bu sefer bana ne söyleyeceğini, bir şey söyleyip söylemeyeceğini merak ediyorum.
Bir çağrışım bekliyorum, ehlileştirilemeyecek (ki biliyorum sustuklarımda ya da yazmadıklarımda saklıyor kendini). Bu jungle’ın sesini geri alamayacak, onu kendi derin yalnızlığından çekip çıkartmayacak bir saatini bekliyorum günün, hayatın... Belki bir gün dönüp gelir ve Pelin Esmer’in “İşe Yarar Bir Şey” filminin sonundaki (Barış Bıçakçı’nın) şiiri okumaya başlar: “Baktım rüzgârsın sen/ baktım çamaşır ipini zorluyorsun/ hepimizin derdi/ güzel yaşlanmak sevgilim/ baktım bir kitabın sayfalarını çeviriyorsun/ ayağına terlik giy/ bildiğimiz şeylerin taşında yalınayak geziyorsun.”
Ve ben sanki o zaman öğreneceğim “başka yerde” dediğim “hayatın” nerede olduğunu ya da hiç bilemeden göçüp gideceğim...
‘İnsanın devamlı gülmesi zor’Murat Germen, (Ege Germen Portresi)
İrili ufaklı, yurt içinde yurt dışında 100’ün üzerinde sergiye katıldım. Bu sergiler için epeyce fotoğraf ürettim; sergiler dışında arşivimde belge olarak çektiğim ve milyonlarla ifade edebileceğim kadar çok sayıda fotoğraf da var. Bunların arasından tek fotoğraf seçmek zor, hepsinin farklı bir bağlamda farklı bir değeri var... Bu yüzden fotoğrafın niteliğinin değeri değil çektiğim nesnenin, öznenin değeri üzerinden bir
seçim yapmaya karar verdim. Hayatta en sevdiğim iki insan eşim ve eşimin bana verdiği oğlum. Oğlum Nâzım Ege Germen 24 yaşında ve duyarlı, adaletli, çoğulcu, birçok konuda farkındalık taşıyan bir insan. Hayata başladığı dönemlerde onu güneş batarken bir plajda mutluluktan kahkaha atarken yakalamıştım. Zulmün, ırkçılığın, yalanın, riyanın, kötülüğün, çıkarcılığın tavan yaptığı bir dünyada insanın devamlı yüzünün gülmesi zor görünüyor.