08.12.2010 - 18:11 | Son Güncellenme:
ELİF TANRIYAR
Büyük deha, yalnızca edebiyatla ilgilenmekle kalmıyor, politika ve felsefe üstüne de hem kafa yoruyor hem de durmaksızın yazıyordu. Tüm dünyadan gazeteciler evine taşınıyor, Tolstoy röportaj üstüne röportaj veriyordu.
1910 yılının kasım ayı... Rusya’daki küçük bir demiryolu istasyonu olan Astapovo, basın tarafından ablukaya alınmış durumdadır. Bü-yük yazar Lev Tolstoy burada ölüm döşeğindedir. Üstelik ailesinden kaçtığı için bir aile skandalıyla, ölüm döşeğinde bile günah çıkarıp tanrının varlığını kabul etmediği için de bir dini skandalla çevrelenmiş durumdadır. Tolstoy ağır ağır ölürken tüm dünya da belki ilk defa o günün şartlarıyla olabildiğince evrensel bir ünlünün, bugünün deyimiyle bir ‘celebrity’nin ölümünü izlemektedir.
8 Kasım 1910 günü, Büyük Rusya’nın dört bir yanındaki günlük gazeteler, Kont Lev Nikolayeviç Tolstoy’un bir gün önce sabaha karşı saat 6’yı beş geçe Astapovo demiryolu istasyonunda öldüğünü bildirir. Yayımlanan fotoğraflarda, o sırada belki de bütün dünyanın en ünlü insanı olan kişi vardır.
Evet, medya çağı olarak adlandırılacak 20. yüzyılın ilk 10 yılına damga vuran bir medya olayı olarak yaşanan bu cenaze, kuşkusuz Tolstoy’un sağlığındaki yaşa-mına dair de pek çok ipucu veriyordu. Tolstoy, daha o zamanlarda medyanın gücünü ve sihrini sezmişti. Bu büyük deha, yalnızca edebiyatla ilgilenmekle kalmıyor, politika ve felsefe üstüne de hem kafa yoruyor hem de durmaksızın yazıyordu. Tüm dünyadan gazeteciler evine taşınıyor, Tolstoy röportaj üstüne röportaj veriyordu.
Çalkantılı bir ruhZengin bir ailenin çocuğu olarak Yasnaya-Polyana’da doğdu. Küçük yaşlarında önce annesini, sonra babasını kaybetti; yakınlarının elinde büyüdü. Öğrenimini tamamlamak için Moskova’ya gitti. Fransızcasını ilerletmiş, Voltaire’i ve J. J. Rousseau’yu okumuş, bu iki yazarın kuvvetle etkisinde kalmıştı. Eve döndü, yoksul köylüler arasına katıldı. İlk eseri “Çocukluk”u bu sırada yazdı.
Bir süre sonra orduya girdi; Kafkasya’ya gitti. Kafkas halkının yoksulluk dolu yaşayışlarını ele aldığı izlenimlerle ilk gerçekçi hikâyelerini yazdı. 1854’te Kırım Savaşı’na subay olarak katıldı. Sonra askerlikten ayrılıp Petersburg’a gitti. Bazı eserlerini sakin geçirdiği o yıllarda yazdı.
Yine de içinde, aradığını bulamayan bir ruh çalkalanıyordu. Batı Avrupa ülkelerinde uzun bir gezintiye çıktı. Dönüşte tekrar Yasnaya-Polyana’ya yerleşti. Köyünde bir okul kurdu. Huzura kavuştuğuna kanaat getirdikten sonra, 1862’de evlendi.
Tolstoy evlendiğinde karısı Sophia Behrs 16 yaşındaydı. Bu evlilikten 12 çocukları oldu; bu çocuklardan beşi öldü. Eserlerinden en kuvvetli olan ikisini, “Savaş ve Barış” ile “Anna Karenina”yı bu sıralarda yazdı.
Karısı, eserlerini yazmasında en büyük yardımcısıydı. Aradan bir süre geçince yeniden, bu sefer eskilerden daha şiddetli bir moral çöküntüsüne uğradı. Geniş halk yığınlarının, özelikle Rus köylüsünün yoksul, perişan durumu onu çok üzüyordu. Bütün servetini köylülere dağıttı, her haliyle onlar gibi yaşamaya başladı. Kaba saba giyiniyor, her elbiseyi kendisi dikiyordu. Değişmeyen tek tarafı, bıkıp usanmadan yazmasıydı.
Milyonlar tutkuyla okudu “SAVAŞ VE BARIŞ”
* Kısaca, Napolyon’un Rusya’yı işgal etmek için giriştiği savaş dönemini, öncesinin ve sonrasının Çarlık dönemi sosyetesinin yaşam tarzıyla iç içe, beş aristokrat ailenin gözünden anlatılması olarak özetleyebileceğimiz “Savaş ve Barış”, 1869 yılında altı cilt olarak yayımlanır, daha sonra dört cilt halinde düzenlenir.
* “Savaş ve Barış”, bugün tüm zamanların en çok satan 100 romanı arasında yer alıyor ve yalnızca Rusya’daki satış rakamı 36 milyon adet.
* Romanda büyük ölçüde kendisinin de katıldığı Kırım Savaşı’ndaki gerçek savaş anılarından yola çıkmış olsa da ikinci bölümü yazarken özellikle Scho-penhauer’in düşüncelerinden etkilenmiş. Bununla birlikte savaş ve bireyin savaş içindeki davranışları üstüne kendine ait bir felsefe geliştirmiş.
* Gerçekçi bir roman olan “Savaş ve Barış”ta Tolstoy asıl olarak tarihin nasıl yazılması gerektiğine dair kendi görüşünü sergiler. Geleneksel tarih yazımının aksine tarihi gerçeklerle, ger-çek dışı karakterlerden oluşan roman sanatını harmanlar. Roman, Tolstoy’un deyişiyle onun zamanından 60 yıl önce, ‘dedelerinin zamanında’ geçen bir savaşı anlatmaktadır. Tolstoy gerçeklere sadık kalabilmek için günümüzün gazeteci-yazarlarının tekniğini uygular ve o zamanı görmüş ya da iyi bilen 160’tan fazla gerçek kişiyle röportaj yapar, eski belgeleri tarar.
“SAVAŞ VE BARIŞ” için ne dediler?
* Virginia Woolf: “İşte bütün romancıların en büyüğü, ‘Savaş ve Barış’ yazarı için başka ne diyebiliriz ki...”
* Anton Çehov: “Her akşam kalkıp ‘Savaş ve Barış’ı okuyorum. İnsan öyle bir merak ve öyle saf bir heyecanla okuyor ki sanki daha önce hiçbir şey okumamışız gibi geliyor. Harikulade güzel.”
* Gustave Flaubert (kendisine romanın Fransızcasını yollayan Turgenyev’e yazdığı mektuptan): “Bana Tolstoy’un ‘Savaş ve Barış’ını okuma fırsatı verdiğiniz için size teşekkür ederim. Birinci sınıf! Ne sanatçı ve ne psikolog! İlk iki kısım kusursuz, ama üçüncü yokuş aşağı gidiyor... Bazı kısımlar ise Shakespeare düzeyinde. Okurken zevkten gözlerimden yaşlar aktığını hissettim, üstelik bu çok da uzun sürdü. Evet, güçlü. Çok güçlü!”
* John Updike: “‘Savaş ve Barış son bin yılda yazılan en büyük on edebiyat eserinden biridir. 19. yüzyıl romanları içerisinde Tolstoy’un Napolyon’un Rusya’yı işgalini anlatan panoraması, hacmi, insan anlayışı, kahramanlarının soluğu ve tarih üzerine düşüncelerinin akışı bakımından en büyüğüdür.”
* Tolstoy ise kitabın bir roman olmadığını, bir şiir, ya da bir tarihi günce de sayılamayacağını; bunun yeni bir ifade biçimi olduğunu ve ‘yazarın anlatmak istediklerine uygun olarak tasarlandığını’ söyler.
Kahramanlara kendini kattı
* Roman, esasında ilk olarak “1805” adıyla, 1863 yılında Russkiy Vestnik Gazetesi’nde yayımlanır. Ancak bu versiyonundan memnun kalmayan Tolstoy, 1866 ve 1869 arasında romanı yeni baştan yazar ve özellikle sonunu değiştirir. “Savaş ve Barış” adını da bu yeni versiyona koyar. Bununla birlikte “1805” başlıklı versiyon da 1983 yılında romanın ‘orijinal’ hali denilerek yeniden basılır.
* Romanın kimi yerlerinde aristokratlar Fransızca konuşmaktadır. Bu gelenek
Çariçe Katerina’dan beri St. Petersburg’daki Rus aristokratların arasında yaygındır. İşin doğrusu bu adet bizzat Çariçe tarafından Saray çevresine emredilmiştir.
* Erkekler arasındaki iki kahramandan, Andrey Bolkonski ve Piyer Bezukov, Lev Tolstoy’un iki ayrı yanıdır. Birine yaşama zevkini, pragmatizmini, zalimliğini; diğerineyse ideal barışa ve merhamete özlemini, saflığını, garipliğini, tereddütlerini verir. Onları bir sohbette bir araya getirdiğinde aslında Tolstoy günlüğünde kendi kendisiyle konuşmaktadır. Tolstoy, Piyer ve Andrey’e kendinden çok şey verir, ama özelliklerinden birkaçını da Nikolay Rostov’a ayırır: Kuvveti ve sağlığı, pagan doğa sevgisi, abartılı gururu ve avcılık tutkusunu...
* “Savaş ve Barış”ı, Tolstoy’un karısı Sophia, rakam kesin olmamakla birlikte 7 ya da
9 kez yeni baştan okuyarak düzeltmiştir. Sophia’nın en büyük kıskançlıklarından biri, Tolstoy’un ilk dönem yazı asistanlarından biri olan; Sophia’nın genç, güzel ve yaşam dolu kız kardeşi Tanya’ya yöneliktir. Sophia bu olaydan sonra artan iş yüküne rağmen Tolstoy’un sekreterliğini tutkuyla sürdürür.
Shakespeare’i hiç beğenmez, sıkıcı bulurdu
Tolstoy daha ergenlik yıllarında Fransız filozof ve yazar Jean-Jacques Rousseau’nun hayranı oldu. Ancak hayranlığı yalnızca onunla sınırlı değildi. İngiliz Laurence Sterne ve Charles Dickens, Fransız Alexandre Dumas ve George Sand, Alman Goethe’nin yanı sıra Rus yazarlarından da Alexander Puşkin, Nikolay Gogol ve Mikhail Lermontov onun gönlünde ayrı bir yer tuttular. Stern’ün “A Sentimental Journey” adlı eserini kendi İngilizcesini geliştirmek için Rusçaya çevirmeye kalkıştı. Başucu kitabı ise Dickens’ın “David Copperfield”ıydı.
Tolstoy olgunlaştıkça tarih, din, sosyoloji ve eğitim üzerine kitaplara da merak saldı. “Savaş ve Barış”ı yazdığı süre içinde Victor Hugo’nun “Sefiller”ini okudu; Homeros’un “İlyada” ve “Odyssea”sının etkisi altındaydı. “Savaş ve Barış”ı bitirdikten sonra iyice Immanuel Kant ve Arthur Schopenhauer’e yöneldi. Aynı zamanda Stendhal, Honore de Balzac, Gustave Flaubert, Anatole France ve Emile Zola gibi yazarlara hayranlık duyduğunu da pek çok kez dile getirdi. ‘70’lerinin başında Konfüçyüs’e merak salan Tolstoy, ölmeden kısa bir süre önce ise Montaigne’in “Denemeler”ini okudu, başucunda ise Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler”i bulundu.
Ancak William Shakespeare’i hiç beğenmediği çevresinde de çok iyi bilinirdi. Tolstoy onun kötü bir yazar olduğuna ve gerçek bir sanatçı olmadığına karar vermişti. Hatta bu konuda 1903 yılında bir makale de yazdı: “Shakespeare’i ilk okuduğumda yaşadığım şaşkınlığı hatırlıyorum. Güçlü bir estetik zevk alacağım beklentisi içindeydim ancak en iyi eserleri olarak bilinen “Kral Lear”, “Romeo ve Juliet”, “Hamlet” ve “Macbeth”i birbiri ardına okuduğumda karşı konulamayacak derecede bir tiksinti ve sıkıcılık hissettim.”
Tolstoy hayatının farklı dönemleri ve yaşlarında tekrar tekrar Shakespeare’i okuyup kendini ölçtü, ancak yaşadığı his hep aynıydı...
Edebiyat tarihinin aşk kraliçesi ANNA KARENİNA
“Anna Karenina”nın ilk cümleleri olan “Bütün mutlu aileler birbirine benzer. Bu sözü tersine çevirecek olursak, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir”; dünya edebiyatı içinde tüm zamanların en çok sevilenve akıllarda yer eden açılışıdır belki de...
“ANNA KARENİNA” için ne dediler?
* Dostoyevski: “Bir sanat eseri olarak kusursuz!”
* Vladimir Nabokov: “Dünya edebiyatının en büyük aşk öykülerinden biri. Tolstoy’un stilinin mükemmel sihri...”
* William Faulkner: “Bugüne dek yazılmış en iyi roman.”
* Orhan Pamuk: “Anna Karenina benim okuduğum en mükemmel, en kusursuz, en derin ve en zengin roman.
Tolstoy’un her şeyi gören, herkesin hakkını veren, hiçbir ışığı, hareketi, ruhsal dalgalanmayı, şüpheyi, gölgeyi kaçırmayan, inanılmayacak kadar dikkatli, açık, kesin ve zekice bakışı, bu romanın sayfaları çevirdikçe okura, “evet, hayat böyle bir şey!” dedirtir. Yarıştan önceki bir atın diriliğini, mutsuz bir bürokratın yavaş yavaş düştüğü yalnızlığı, bir kadın kahramanın üst dudağını, bir büyük ailedeki dalgalanmaları, hep birlikte yaşanan hayatlar içinde tek tek insanların inanılmaz ve hayattan da gerçek kişisel özelliklerini Tolstoy mucizeye varan bir edebi yetenek, hoşgörü ve sanatla önümüze seriverir. Roman sanatı konusunda eğitim için okunacak, defalarca okunacak ilk roman ‘Anna Karenina’dır.”
Kiti ve Levin = Sophia ve Lev
* Pek çok temanın ve şehirle kır yaşamının farklılıklarının iç içe geçtiği romanda, Tolstoy döneme yönelik kendi düşünce ve eleştirilerini de konuya yedirmiştir. Bu arada romanda kendi hayatından da pek çok gerçek olay ve ayrıntı yer almaktadır. Örneğin hikayenin ikinci çifti olan Kiti ve kırsal yaşamdan büyük zevk alan, buna karşın inançsızlık sorunu yaşayan Levin, büyük oranda Tolstoy’u ve karısı Sophia’yı simgelemektedir. Levin ismi bile Tolstoy’un ön adı olan Lev’den gelir. Romanda yer alan üç sahne ise bizzat aralarında yaşanmıştır. Bunlardan ilki Levin’le Kiti’nin aralarında geçen mesajlaşmadır: “Kiti ona içtenlikle baktı. Bakışlarında korkudan çok sevecen bir anlam vardı. ‘Sorun lütfen.’ ‘İşte,’ dedi ve şu harfleri yazdı: ‘B.o.y.v.z.b.h.z.m.y.o.z.m.d.’ Her harf, bir sözcüğün baş harfiydi. Bu harflerin anlamı ‘Bana olanaksız yanıtını verdiğiniz zaman, bu hiçbir zaman mı yoksa o zaman mı demekti?’ idi.”
Diğer iki sahne ise Levin’in aynı Tolstoy gibi müstakbel eşiyle eski günlüklerini paylaşarak ona geçmişinde yaşadığı hemen her şeyi itiraf etmesi ile düğün günü yaşanan bir gömlek sorunu nedeniyle kiliseye istem dışı gecikmesidir.
* Tolstoy, “Savaş ve Barış”ı hayatının en mutlu döneminde, evliliğinin en güzel yıllarında, karısının ona huzur veren varlığıyla çevrili olarak yazmış ve bu uzun destanı ışıltılar içinde tamamlamıştır. Öte yandan “Anna Karenina” büyük yazarın kişisel bunalımlarıyla boğuştuğu yıllara rastlamış, üstelik yazım aşamasında hayatında da pek çok aksilik yaşanmıştır. Bu yüzden ilk roman mutlu sonla biterken, “Anna Karenina”nın çok daha karanlık bir sonu vardır.