1894'te Amerikalı bir arkeolog tarafından fark edilen, gizemi keşfedilemediği için bir koleksiyoncuya satılan ilginç bir tabletin gizemi, Avusturalyalı bilim insanı tarafından keşfedildi. Tabletin peşine düşen bilim insanı aradığı cevabı İstanbul’da buldu. Tabletin üzerindekilerin deşifre edilmesiyle yeni bilgiler ortaya çıktı.
BİLİNEN EN ERKEN ŞEHİR: BABİL
Babil, antik dünyanın en etkili imparatorluklarından bazılarının hüküm sürdüğü şehirdi. Uzun bir süre boyunca, Babil İmparatorluğu'nun başkentiydi ve ticaret, sanat ve öğrenim merkezi olarak görülüyordu. Babil Kulesi de dahil olmak üzere antik dünyanın en büyük sırlarından bazıları bu bölgede bulunuyordu. İşte bahsi geçen tabletler tam olarak bu topraklardan günümüze kadar ulaştı.
DAHA ÖNCE BULDULAR AMA...
1894'te Amerikalı bir arkeolog olan Edgar Banks, bir taş alet keşfetti ve onu antika koleksiyoncusu George Plimpton'a sattı. Sonunda taş alet 1930'larda Kolombiya Üniversitesi'ne geçti ve tablete bugünkü adıyla Plimpton 322 denildi. O zamanlar araştırmacılar tabletin ne kadar önemli olduğunun farkında değillerdi ve 1945 yılına kadar uzmanlar tabletin Pisagor üçlülerini içerdiğini fark etmediler bile.
Tablet, üstündeki sırrıyla tozlu raflara kaldırıldı ta ki biri çıkıp onu fark edene kadar. Avustralya'daki New South Wales Üniversitesi'nden Dr. Daniel Mansfield bu tabletlerin sırrını keşfetti ve tabletlerden birine ulaşmak, incelemek için erişim izni istedi. Belki de tarihin akışını değiştirecek an o andı...
MEĞER İSTANBUL’DA SAKLANIYORMUŞ
Dr. Daniel Mansfield’ın bulduğu Si.427 olarak bilinen tablet, ilk olarak 19. yüzyılın sonlarında, orta Irak'ta bulunan bir yerde keşfedildi. Ancak South Wales Üniversitesi’nden bilim insanı Dr. Daniel Mansfield, Babil tabletinin gizemini ortaya çıkarmak isteyene kadar yüzyılı aşkın bir süredir kimse fark edemedi.
Dr. Daniel Mansfield aradığı tabletin İstanbul'daki bir müzede sergilendiğini gördü ve incelemeye başladı. İncelemeler sonucunda gördü ki neredeyse yüzyıla aşkın süredir kimsenin fark etmediği o tablet aslında uygulamalı geometrinin kökenine dayanıyordu.
TABLETİN İZİNİ SÜRDÜ!
Dr. Mansfield ilk olarak Si.427'yi kazı kayıtlarını okurken tabletin, bugün Irak'ın Bağdat eyaletinde bulunan 1894 Sippar seferi sırasında ortaya çıkarıldığını gördü. Tabletin izini sürmek ve fiziksel olarak bulmanın gerçekten çok zor olduğunu söyleyen Dr. Mansfield tüm çabaları sonucunda İstanbul Arkeoloji Müzesine gitti. Dr. Mansfield, tabletin gizemini keşfetmek için Türk bakanlıklarında ve müzelerinde birçok insanla konuşarak araştırma yaptı.
GEOMETRİ’NİN EN ESKİ ÖRNEĞİ
Avustralyalı bilim insanlarına göre tabletin incelenmesi sonucunda elde edilen veri Babil'lilerin trigonometriyi ünlü Yunan filozof ve matematikçi Pisagor'dan bin yıl önce keşfettiğini gösteriyor. Dr. Mansfield, Si.427 olarak bilinen tabletin eski arazi araştırmacıları tarafından kesin sınırlar çizmek kullanıldığını ve bilinen en eski geometrik kalıntı olduğunu gördü.
Dr. Mansfield tabletle ilgili, "Bu yeni tabletle, insanların geometriyle neden ilgilendiklerini ilk kez gerçekten görebiliyoruz" dedi. Bilim insanına göre, Si.427 tableti ve üzerindekiler kesin olarak bir arazi sınırlarını belirlemek için kullanıldı. Özellikle bu tabletin ve üzerindeki hesaplamanın, arazilerin özelleşmeye başladığı dönemde kullanıldığı düşünülüyor.
EN KARMAŞIK BELGE
Tabletle ilgili kanıtlar eski Babil'lilerin düşündüğümüzden çok daha gelişmiş olduğunu gösteriyor. Antik dünyanın en ilginç, en karmaşık matematiksel belgesi olarak nitelendirilen Si.427 tableti özellikle Dr. Mansfield'e göre, Mezopotamya'lıların Pisagor üçlülerini 'hiç beklemediğimiz' bir karmaşıklık düzeyinde nasıl anladıklarını gösteriyor.
Tablet, Yunan gökbilimcilerin gece gökyüzüne bakmalarından yaklaşık bin yıl önce, Babil'li haritacıların dik üçgenler ve dikdörtgenler konusunda kendilerine has bir anlayışa sahip olduklarını da kanıtlıyor.
DAHA FAZLASI VAR
Dr. Mansfield tarafından aydınlığa kavuşan Babil tabletinin binlercesinin Irak'ın kumları altında hala korunuyor olabileceği düşünülüyor. Dr. Mansfield, birisinin onları okumasını ve antik dünyanın nasıl çalıştığına dair daha fazla sırrı ortaya çıkarmasını beklediğini söylüyor.
BİR BAŞKA KEŞİF DAHA
Öte yandan bir başka keşif de Türkiye’nin birkaç yüz kilometre ötesinde denizin derinliklerinde tılsımlı bir batıkta bulunmuştu. Yaklaşık 121 yıl önce keşfedilen bu buluntu kimilerine göre teknoloji tarihini yeniden yazacak nitelikteydi. Uzmanlara göre, Eski Yunanlılar’ın teknolojik gücüne ışık tutan bu mekanizma, basit çarklı bir düzenekten çok daha fazlası...
Tarihler 1901 yılını gösterdiğinde Arkeologlar Yunan adası Antikythera kıyılarında gizemli bir batık keşfettiler. Bir grup Yunan dalgıç o gün bulacakları şeyin ne denli bir gizemi olacağından muhtemelen habersizdi. Türkiye’ye yaklaşık 375 km uzaklıkta Antikytera Adası’nda dalgıç gurubunun üyelerinden biri bir batık keşfetti.
İNCELEMEYE BAŞLADILAR
Batık geminin yakınlarında bulunan bu düzeneğin varlığıyla ilgili bilim insanları ikiye bölündü. Kimileri bunun bir mekanizmadan çok daha fazlası olduğunu düşünürken kimileri basit çarklı bir mekanizma olduğunu düşündü. Yunan arkeologlar ve dünyanın çeşitli bölgelerinden bilim tarihçileri mekanizmayı incelemeye başladı. Yale Üniversitesi’nden bilim tarihçisi Solla Price, bulunan aygıtın, Eski Yunan gökbilimci Rodoslu Geminus tarafından yapılmış olabileceğini öne sürdü.
Ancak bu tez kabul edilmedi çünkü o dönemin uzmanlarına göre, Eski Yunanlar böyle bir düzeneği yapmak için gerekli kuramsal bilgilere sahip olsalar bile çarkları tasarlayacak teknolojiye sahip değillerdi. Fikirler ve tahminler birbirini kovaladı yıllarca kimse bu düzeneğin ne için ve ne amaçla kullanıldığı hakkında ortak bir fikre varamadı...
GERÇEK GİZEMİNİ KORUYOR
Bugüne dek yapılan tüm çalışmalar ve tahminler sonucunda farklı görüş ayrılıkları olsa da düzenek belli ki dönemin gerçekliğinin oldukça ötesindeydi. Hala sırrı ortaya çıkarılamayan bu keşif kim bilir ne için kullanılıyordu. Mekanizmanın ne olduğunu tam olarak bilemesek de belli ki bu o gemide seyahat eden biri için oldukça kıymetli ve önemliydi belki de bu düzenek tarihin akışını değiştirecek özellikteydi. Kimilerine göre ilk bilgisayar olan bu mekanizma fikrimce bir bilgisayardan daha fazlasıydı...
GERÇEK GİZEMİNİ KORUYOR
Bulunan Antikythera Düzeneği, Eski Yunanların bu düzeneğin yapısından yola çıkarak belli bir teknolojiye sahip olduğunu kanıtlıyor. Bugün, Antikythera Düzeneğinin aslı Yunanistan’ın Atina kentindeki Ulusal Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Hemen yanında da, uzmanlar tarafından yapılmış çalışır vaziyette olan bir kopyası bulunuyor.
Düzeneğin bir başka kopyası ise ABD’de, Montana’daki Amerikan Bilgisayar Müzesi’nde sergileniyor. Eğer yolunuz düşerse bu büyük gizemli keşfi incelemeden dönmeyin.