18.11.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
ASU MARO
Daha doğmadan damgasını vurur aşk, Yıldız Kenter’in hayatına. Babası Ahmet Naci Bey, Glasgow Üniversitesi’nde elektrik mühendisliği tahsili görürken Birinci Dünya Savaşı’yla öğrenimini kesip babasının isteğiyle Londra’da hariciye mesleğine adım atmış bir genç... Annesi, tiyatro kumpanyası sahibi bir ailenin kızı Olga Cynthia... Yolları Londra’da kesişir, Olga Cynthia dul ve çocuklu bir kadın, bir de üstüne İngiliz. Ama bunlar sevdaya engel değil.
Genç aşıklar evlenip İstanbul’a gelir, Olga Cynthia din değiştirir, Nadide olur. İlk çocukları Nedim 1922’de dünyaya gelir, onu Güner ve Mahmut izler. 1927 yılında Hariciye memurlarının yabancılarla evlenmesine izin vermeyen düzenleme ile hayatları alt üst olur. Ahmet Naci Bey aşkı uğruna kariyerini elinin tersiyle iterken, yoksulluğun ve alkol sorununun başlangıcı olacaktır. Ailenin beşinci çocuğu Yıldız, 11 Ekim 1928’de böyle sıkıntılı bir ortamın ortasına doğar. 1932’de kardeşleri Müşfik dünyaya geldiğinde annesi onu Yıldız’ın kucağına vererek “Bu senin bebeğin” der, iki kardeş arasında o gün kurulan bağ, hayat boyu sürecektir.
Ankara’ya yerleşen aile, soyadı kanunuyla “şehir efendisi” anlamına gelen Kenter soyadını alır. Annelerinin İngilizce dersi verdiği zengin çocuklarının giysilerini giyerler. Yıldız Kenter için ”Ben hep başkalarının giysileri içinde büyüdüm” cümlesi hayıflanma değil, o her şeyin kıymetinin bilindiği günlere özlem taşır.
Başarılı öğrencilik yılları
1944 yılında Ankara Kız Lisesi’ne girer ama gönlünde yatan aslan, Ankara Devlet Konservatuvarı’dır. Ama Nedim abisi bir yandan, annesi bir yandan şiddetle karşı çıkarlar. Çok bilinen “O… mu olacaksın?” sorusu Yıldız Kenter’in de karşısına dikilir, o da “Olacağım size ne!” diye kıyametleri koparır. En sonunda babasının desteğiyle sınavına gizlice girdiği konservatuvara parasız yatılı olarak kabul edilir. Okulu çok başarılı bir öğrenci olduğu için sınıf atladığına üzülecek kadar çok sever. 12 Aralık 1948’de “Onikinci Gece” ile ilk kez profesyonel olarak sahneye çıkar. Kariyer basamaklarını üçer beşer tırmanırken, meslektaşı Nihat Akçan’la altı yıl sürecek bir evlilik yapar ve 1952’de kızı Leyla’yı kucağına alır. 1951’de ilk filmi “Vatan İçin”de rol alır. “Ağaçlar Ayakta Ölür”den “Hanım”a, “Güle Güle”den “Beyaz Melek”e otuza yakın filmde oynar, dört kez Altın Portakal kazanır.
Kardeşiyle sahnede
1957 yılında Müşfik Kenter ile birlikte oynadığı romantik komedi “Çöl Faresi” iki kardeşi sahnede uyumlu bir ikili olarak seyirciye sevdiren oyun olur. Ertesi yıl Muhsin Ertuğrul’un Devlet Tiyatroları (DT) genel müdürlüğünden alınmasıyla beraber hayatlarında da yeni bir sayfa açılır. İki kardeş DT’den istifa ederek İstanbul’a gelirler. Bu, tiyatro ve prensipleri adına gözünü karartmaktan çekinmeyen Yıldız Kenter’in aldığı ne ilk ne de son risktir. 1960 yılında Kent Oyuncuları resmen kurulduğunda kadroda Kenter kardeşlerin yanı sıra Şükran Güngör, Kamran Yüce, Çolpan İlhan, Çiğdem Selışık, Genco Erkal, Ergun Köknar vardır. Cesur adımlar atarak İstanbul sahnelerinde hızla özgün bir yer edinirken yerli yazarları da seyirciyle buluşturmak gibi bir görevi benimseyen Kent Oyuncuları’nın bu yolda attığı ilk adım Güner Sümer’in sahneye konan ilk eseri olan “Yarın Cumartesi”dir. Onu Necati Cumalı’nın büyük bir başarı yakalayan “Nalınlar”ı izler. Döndü Bacı da Yıldız Kenter’in unutulmaz karakterlerinden biri olur. Bir diğeri de elbette bir efsane olan Hidayet Sayın imzalı “Pembe Kadın”dır (1965). 1967’de Müşfik Kenter ile oynadıkları, hayatında her zaman özel bir yeri olan Melih Cevdet Anday’ın “Mikadonun Çöpleri”ni atlamak olmaz, Güngör Dilmen’in “Ben Anadolu”sunu da.
Hayatının en büyük hatası...
Sahnede de hayatta da hep el ele, omuz omuza olduğu Şükran Güngör ile 1965 yılında evlenen Yıldız Kenter, o yıllarda artık kendilerine ait bir salonları olması gerektiğine karar verir. Mimar Orhan Pekin’in Harbiye’de inşa etmekte olduğu binanın giriş bölümünü çevresindekilerin itirazlarına rağmen borç harç satın alır, buna binanın arkasındaki üç eski ahşap evi de ekleyip Kenter Tiyatrosu’nun 449 kişilik salonu için gerekli alanı oluştururlar. Kapı kapı gezip destek olmak isteyenlere “koltuk satarak” tamamlanan salonda Müzeyen Senar’dan Zeki Müren’e, Erol Simavi’den Sait Çiftçi’ye 278 kişinin koltuğu vardır. O coşkuyla ekipteki herkesi Kenter Tiyatrosu’na hissedar yapan Yıldız Kenter, ileride hayattaki en büyük hatası olarak anacaktır bunu.
11 Kasım 1968’de Denis Carey rejisi “Hamlet” ile açılır perde. Yılların Arthur Miller’larla, Çehov’larla, Gorki’lerle, Aziz Nesin’lerle nasıl onar onar geçtiğini anlatmaya, Yıldız Kenter’in oynadığı, yönettiği yüzden fazla oyunu saymaya sayfalar yetmez. 2015 yılında Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan, Dikmen Gürün imzalı “Tiyatro Benim Hayatım” adlı biyografide ayrıntılarıyla var, ben de ondan faydalandım en çok bu baş döndürücü hayatın izlerini sürmeye çalışırken. Seyircinin tiyatrodan uzaklaştığı günlerde, darbe günlerinde, sıkıyönetimlerde, krizlerde perde açmasına, direnme gücüne, kararlılığına, cesaretine bir kez daha hayran kaldım.
Sevinçler, acılar
1983’te sahnedeki otuz beşinci yılını, yüzüncü oyunu olan “Arzu Tramvayı” ile kutlarken Selim İleri”nin sorusuna verdiği yanıttan bir bölümle koymak isterim noktayı. Eşsiz bir yıldız olarak dünyamızı aydınlattığı 91 yıllık parantezi kendi sözleriyle kapatmak yakışır Yıldız Kenter’e: “Tiyatro benden ne aldı? Yıllarımı. Helal olsun. Tiyatro bana ne verdi? İnsanlar, insanlar, insanlar… Sevinçler, acılar, umutlar, kavgalar ama ille de barışlar, barışlar. Yaşam coşkusu verdi bana. Başka ne isteyebilirim? Mutlu muyum? Bilmiyorum. Beni şimdi gelecek ilgilendiriyor. Nasıl olacak mutluluğum? Bilmiyorum. Nokta konduğu zaman buna belki başkaları karar verecek gene. Ve ben hiç bilmeyeceğim.”
Yıldız Kenter, Milliyet Sanat’ın Ocak 2006 sayısının kapağında.
Herkesin Yıldız Hoca’sı
Yıldız Kenter demek aynı zamanda “Yıldız Hoca” demektir. Devlet Konservatuvarı’nda 1956 yılında başlayıp 1961’de İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda devam eden, 1984’ten sonra İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda 2005’e kadar devam eden bir süreç. Öğrencisi Tilbe Saran şöyle anlatıyor Yıldız Hoca’sını “Tiyatro Benim Hayatım” kitabında: “Tek başına bütün dersleri verirdi. Ses, nefes, ritim, hareket, fonetik, diksiyon, oyunculuk yöntemleri… Biraz olgunlaşan çömezlerine el verir, onları da eğitmen yapardı. Çelik gibi iradesiyle belki de en iyi aşkı öğretti hepimize; ‘aşkların da bakım istediğini.’ Disiplini, mesleğine duyduğu saygıyı, tutkuyu, özeni… O yoksul odamızda bize kıymetli olduğumuzu öğretti. Ama mesleğin bizden de kıymetli olduğunu. Nice çıraklar yetiştirdi o taptığı mesleğine ve çıraklarının önünde bir derviş gibi eğildi sessizce. Elini değdirmediği, soluğunu üflemediği, sırtını sıvazlamadığı çok az tiyatrocu vardır. O değilse çömezlerinin sihri bulaşmıştır üstümüze mutlaka. Ömrü tiyatroya, tiyatro eğitimine adanmış koca bir destandır.”
Sanat dolu 91 yıl
Türk tiyatrosunun duayen ismi Yıldız Kenter, sanat yaşamına çok sayıda ödül sığdırdı. 1981’de “Devlet Sanatçısı” unvanı alan Kenter’in aldığı ödüllerden bazıları şöyle:
1962 “Yılın Kadını” ödülü.
1984 İtalyan Kültür Birliği
“Adalaide Ristori” ödülü.
1989 Korsika - Bastia Film Festivali “En İyi Kadın Oyuncu” ödülü.
İki kez Ulvi Uraz “En İyi Kadın Oyuncu” ödülü.
Üç kez Avni Dilligil ödülü.
Finlandiya Dünya Kadın Kuruluşu tarafından
“Yüzyılın En Başarılı Yüz Kadınından Biri” ödülü.
1995 Kültür Bakanlığı “Onur” ödülü.
1995 “Mevlana Kardeşlik ve Barış Ödülü”.
1998 Ankara Sanat Kurumu “Yılın Kadın Sanatçısı” ödülü.
1998 Muhsin Ertuğrul yaşam boyu tiyatro sanatına katkılarından dolayı onur ödülü.
1998 Cumhurbaşkanlığı Büyük Kültür ve Sanat Ödülü.
1999 Afife Tiyatro Ödülleri En İyi Kadın Oyuncu ödülü.
‘Bıraktığı iz daima kalacak’
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: Değerli tiyatro sanatçımız Yıldız Kenter’e Allah’tan rahmet, ailesine, sevenlerine ve sanat camiamıza başsağlığı diliyorum.
TBMM Başkanı Mustafa Şentop: Türk tiyatrosunun “Yıldız”ı, değerli sanatçımız Yıldız Kenter’in vefat haberini derin bir üzüntüyle öğrendim. Kenter’e rahmet; ailesi, yakınları, sevenleri ve Türk tiyatrosuna kazandırdığı sayısız öğrencisine başsağlığı dilerim.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu: Türk tiyatrosunun usta ismi Kenter’in vefatından dolayı derin üzüntü duydum. Kenter’e Allah’tan rahmet, ailesine, sevenlerine ve sanat camiasına başsağlığı diliyorum.
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy: Tiyatro perdesi, onun seviyesinde bir sanatçıyı çok ender barındırmıştır ardında. O sahneler çok nadir şahit olmuştur, canlandırmadan öte karakterin kendisinin sayfalardan çıkıp bir ses, bir beden, bir gerçek oluşuna... İnanıyorum ki Yıldız Kenter’in bıraktığı iz Türk tiyatrosunun ufkunda daima duracak ve yeni yetişen sanatçılarımız ona doğru ilerledikçe sanatlarında daha da büyüyüp olgunlaşacaktır. Allah’tan rahmet, ailesine ve sanat camiamıza başsağlığı diliyorum. Hepimizin başı sağ olsun.