Alibaba’nın kurucusu Jack Ma, 2030 yılına kadar robotların 800 milyon işin yerini alacağını söyledi. Yapay zekanın getireceği problemlerden kurtulmanın tek yolu ise yaratıcılık olacak. Prof. Uğur Batı ile çocuklarda zeka ve yaratıcılığın gelişimini konuştuk.
Çocuklarımızın yaratıcı kişiler olmasını istiyoruz. Peki ama yaratıcı olmak ne demek, neden önemli, yaratıcı olmak için neler gerekli ve en önemlisi ebeveyn olarak biz yaratıcı bir yetişkin miyiz? İşte tüm bunları Prof. Uğur Batı ile konuştuk.
- Yaratıcılık neden gerekli?
Gelecekte hayal gücü iktidara gelecek. Başka çaresi yok. 30 yıl içinde, şu an sahip olduğumuz mesleklerin çoğunu yapay zekalar, sensörler, insansız teknolojiler devralacak. İçerisinde yaratıcılık, sezgisellik, inovasyon yani insana dayalı projeleme sistemlerinin olmadığı tüm iş kolları ve sosyal hayattaki alanlar, insan dışı alana kayıyor. Dolayısıyla insanın hayatta kalabilmesi için mutlaka insana dayalı pratiğin geliştiği başka bir dünya düzeni kurulmalı. Yaratıcılık da bu noktada devreye giriyor. Beslenme, sosyal yaşam, eğlence ve kültürel alanlarda henüz yapay zekaların geliştiremediği yeni ekonomi alanları oluşturulacak. Üstelik bu çok yakın gelecekte
Bebek hayatımıza girince ilişkiler yeniden tanımlanıyor. Nam-ı diğer “Süper Dadı” Gözde Erdoğan ile son kitabı ‘Çocuklu Hayat’ vesilesiyle, çocuktan sonra değişen hayatı konuştuk.
- Çocuklu hayata hazır olmak diye bir şey mümkün mü?
Ebeveyn olmak, kendi ebeveynlerimizle kurduğumuz ilişkiye yaslanıyor. Nesiller arası aktarım diye bir şey var. Hamilelikle birlikte sadece bedensel değil, zihinsel ve ruhsal dönüşüm de başlıyor. Bebek anne karnında kendine alan açarken, annenin de zihninde, kalbinde ve sonra da hayatında yer açması gerekiyor. 9 aylık hamilelik sürecini, çocuklu hayata hazırlanma olarak değerlendirmemizde fayda var. Bu süreçte bilmek, öğrenmek, okumak tabii ki önemli ama içgüdülerin sesini dinlemek ve o bilgiyi yorumlamak da önemli. Özellikle 0-1 yaş döneminde duyguları ve içgüdüleri yok saymamalı ve önceliğe koymalı ki bebekle bağı kurabilesin. Çocuklu hayata geçince bazen kendimizi unutup çocuğa odaklanıyoruz, bazen de bebek bana uyumlanacak diyoruz. İkisi de olmak zorunda değil. 0-1 yaşta oldukça zorlanmalar oluyor ancak bunu önden bilip, sonrasındaki getirileri planlamak ve hayatı yeniden kurgulamak gerek. Hayatımız bir yapboz, çocuk dünyaya gelince o yapboz tamamen
Psikiyatrist İbrahim Bilgen’e “Kaygı bir hastalık mıdır, kaygısız yaşamak mümkün mü?“ diye sorduk
Kaygı, çağımızın sorunu desek yanlış olmaz sanırım. Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada kaygıyla başlayan psikolojik rahatsızlıkların sayısı her geçen gün artıyor. Bu alanda başarılı çalışmalarıyla adından sıkça söz ettiren Psikiyatrist Dr. İbrahim Bilgen’le kaygının ne zaman bir sorun olarak karşımıza çıktığını konuştuk.
- Günümüzde kaygılı olmak neden bu kadar arttı?
Andan ne kadar koparsanız, farkındalıklarınız o kadar azalır, tamamen zihninizin ocağına düşersiniz ve kaygınız artar. Zihnin her söylediğine inanmayıp, doğru mu yanlış mı değerlendirebilmek için farkındalık gerekli. Anda kalmak hiçbir şeyi umursamamak değil, bir şeyi farkındalıklı yapabilmek demektir. Eskiden kötü duyguları yok etmeye çalışırdık ama yeni terapi yöntemleriyle, duyguları yönetebilmek için farkındalık kazandırmaya çalışıyoruz.
- Kaygıyı ne zaman bir sorun olarak görmeye başlamalıyız?
Kaygı tüm dünyada bir bozukluk gibi algılanıyor ama bir hastalık değildir. Kaygıyı bir alarm gibi görmeliyiz. Tüm duyguların olduğu gibi kaygının da bir amacı var. Ancak kişinin işini, aile ve toplumsal ilişkilerini bozmaya
“Çocuklar İçin Felsefe” atölyeleriyle yüzlerce çocuğu felsefeyle tanıştıran Ezgi Emel’le yeni çıkan kitapları ve felsefe hakkında konuştuk.
Ezgi Emel 28 yaşında bir felsefe öğretmeni. Robert Kolej’den mezun olup, Manchester Üniversitesi’nde felsefe eğitimi aldığı yıllarda, felsefeyi nasıl günlük hayata katabiliriz diye düşünürken, Philosopy for Children programıyla tanışmış. Bu programı Türkiye’ye getiren Emel, 5 yıl boyunca 6-14 yaş arası çocuklara “Çocuklar için Felsefe” atölyeleri düzenlemiş. Şimdilerde ise mezun olduğu okulda felsefe öğretmenliği yapıyor ve çocuk kitapları yazıyor. Hayalinin, düşünce eğitiminin tüm okullara yayılması olduğunu söyleyen Emel, “Çocuklara bir şey anlatmıyorum, sadece açık uçlu bir soru soruyorum ve sonra onu tartışıyoruz. Çocuklar zaten doğal birer filozof” diyor.
- Geçtiğimiz hafta İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan kitaplarınızdan bahseder misiniz?
“Neden Süper Kahraman Olamıyorum”, “Ben Yapamam Çekinirim”, “Bu Kural da Neymiş”, “Ben Tek, Siz Hepiniz” adında 4 kitaptan oluşan bir seri bu. Değerler eğitimini kapsıyor. Çocuklar büyürken, neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair geleneksel ahlaki süreçlerden geçiyorlar. Yalan söylemek kötü
Yıllardır sanatın pek çok alanında evlerimize konuk olan sevilen tiyatrocu Sevinç Erbulak ile anlatılıcığını üstlendiği yeni çocuk oyunu “Orman Lokantası”nı ve anneliği konuştuk.
İş Sanat‘ın hazırladığı müzikli masal serisi Evvel Zaman Dışından Masallar’ın ilk oyunu “Orman Lokantası” 9 Aralık Pazar günü çocukları eğlence dolu bir maceraya davet ediyor. Yekta Kopan’ın kaleme aldığı, Serdar Biliş’in yönetmenliğini üstlendiği oyun Sevinç Erbulak’ın anlatıcılığı ile renkleniyor. Erbulak ile “Orman Lokantası” oyunu için bir araya gelsek de çocuklar, hayaller ve yeni kitabı üzerine sıcak bir sohbet yaptık.
- İş Sanat’ta “Orman Lokantası” adlı bir çocuk oyunu sergiliyorsunuz. Siz bir anne olarak çocuklarımızın geleceği için nasıl hayaller düşlüyorsunuz?
Ben kızım Kavin olmadan önce, onunla ilgili çok hayal kurdum. Planladım, projelendirdim ama onların hiçbiri gerçek olmadı. Çünkü o, birey olarak geliyor zaten. Sen ne kadar romantik hayaller kurarsan kur, hayal gücün ne kadar sınırlı veya geniş olursa olsun o gerçekçi şato sana diyor ki; o öyle olmaz. Kavin’den sonra özellikle, akışta kalmayı daha çok seviyorum. Çünkü hayat aslında hiç öyle elle tutulabilir ve dizginlenebilir bir şey
17 Kasım Dünya Prematüre Günü vesilesiyle, Türk Neonatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Esin Koç ile erken doğum hakkında bilinmesi gerekenleri konuştuk.
Her yıl dünyada 15 milyon, Türkiye’de ise 150 bin bebek prematüre doğuyor. Üstelik daha önce mümkün olmayan gebeliklerin, üreme teknikleriyle mümkün hale gelmesiyle, erken doğum sayısı her yıl artıyor. 17 Kasım Dünya Prematüre Günü’nde, farkındalık yaratmak amacıyla bir sergi açan Türk Neonatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Esin Koç, “Nutricia işbirliğinde hazırladığımız bu fotoğraf sergisinde, yaşama tutunma istekleriyle hayatta kalabilmiş ve hikayelerinin birçok anneye umut olabileceği çocuklarımıza yer verdik. Beslenmeden bakıma kadar gerekli tüm önlemler alındığı takdirde, prematüre doğan bebeklerin de sağlıklı bir biçimde gelişimlerini sürdüreceğini ebeveynlere anlatmak istiyoruz” diyor.
- Prematüre doğum ne anlama geliyor ve oranları nedir?
37’nci hafta tamamlanmadan gerçekleşen doğumlara “prematüre doğum” denir. Prematüre bebekler kendi içinde derecelendirilir; 28 haftadan erken doğanlara aşırı prematüre, 29-32 hafta arasında doğanlara çok prematüre ve 32-37 hafta arasında olanlara ise orta ya da geç prematüre bebek denir. Dünya
Çocuklara yönelik geliştirdiği “Kurbağa Metodu” ile Hollanda başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde dikkat eğitimleri veren terapist Eline Snel ile çocuklarımıza nasıl destek olabileceğimiz hakkında konuştuk.
Stres dolu yaşamlarımızda, çocuklarımız da en az bizler kadar gergin. Yapılan araştırmalar, duygu ve düşüncelerine dikkat verebilen, meditasyon yapan çocukların daha sakin olduğunu ve daha iyi öğrendiğini gösteriyor. Meditasyonun sadece bir araç olduğunu, günün her anında çocuklarımızla mindfulness (dikkat) egzersizleri yapabileceğimizi söyleyen Snel, “Bir Kurbağa Gibi Sakin ve Dikkatli” kitabında bahsettiği tekniklerden biri olan “İyi Uykular Meditasyonu” ile dünya üzerinde milyonlarca çocuğun kolayca uykuya geçtiğini söylüyor.
- Günümüzde neredeyse iki çocuktan birine hiperaktivite, dikkat eksikliği gibi teşhisler konuyor. Çocuklara kızmadan, eleştirmeden rahatlamaları için nasıl yardımcı olabiliriz?
Bence dikkat eksikliği ve hiperaktivite tanısı konan her çocukta bu yok. Evet çocuklar 15 sene öncesine göre daha huzursuzlar ve bunu davranış olarak gösteriyorlar. Ama bunun ana sebeplerinden biri etrafta çok fazla uyaran olması. Ve artık neredeyse bu uyaranlara bağımlı
“Erişilebilirlik binalara ve kamusal alana olduğu kadar, hizmetlere erişimi de kapsayan çok boyutlu bir kavram. Bu nedenle erişilebilirlik tartışmaları mimari tasarım kadar, eğitim, sağlık, istihdam ve devlet hizmetlerine erişimi de kapsıyor. Ayrıca erişilebilirlik, dışlayıcı bakışlara maruz kalmadan görünür olma hakkını da içeriyor. Tüm bu farklı boyutlar birbirinden bağımsız değil; birbirini pekiştirir nitelikte. Örneğin, mekanın erişilemez olması, engelli kişinin evin özel alanına kapanmasına yol açtığı için, zamanla kişinin kamusal alanda, iş yerinde, konser salonunda, okulda görünür olmaması “NORMAL”, kişinin bu mekanlardan yararlanması, hatta yararlanmayı talep etmesi “ANORMAL” addedilebiliyor. Yeni “normal” kişinin eve kapanması olunca, mekanı ve hizmetleri erişilebilir kılmanın bir gereklilik olduğu düşüncesi kolaylıkla gündem dışı kalıyor. Oysa toplumsal hayata katılım, onu şekillendirme, orada görünür olma hakları temel vatandaşlık hakları. Dolayısıyla erişilebilirliği tartışmak vatandaş olmanın anlamını tartışmakla eşanlamlı. Sadece engelli bireyler açısından değil, herkes için…”
Koç Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Dikmen