Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, “Siber zorbalığa karşı toplumsal olarak sürdürülebilir bir kampanya başlatmalıyız. Şimdi başlayacak bir kampanyanın meyvelerini 20 yıl sonra alabiliriz” diyor.
Günümüzde gençler günlerinin çoğunu internette geçiriyor. Şiddet, pornografi ve siber zorbalık gibi negatif durumlara maruz kalıyor. Bu durum zihinsel gelişimlerini etkilediği gibi ruh sağlıklarını da ciddi oranda bozuyor. Dünya verilerine göre, gençlerin yüzde 43’ü en az bir kez online zorbalığa uğruyor. Sanal kumar oynama yaşı 14’e indi. Geçtiğimiz yıl 100’den fazla çocuk, internet oyunları yüzünden intihar etti. Bağımlılık konusunda uzman, psikiyatrist, Prof. Dr. Nesrin Dilbaz ile bu korkutucu tabloya karşı, çocuklarımızı zorbalıktan nasıl koruruz ve kendilerini korumayı nasıl öğretiriz hakkında konuştuk.
- Çocuklar arasında zorbalık neden bu kadar arttı?
Günümüz ebeveynleri çocukları için dünyaları verecek psikolojide. Daha başları ağrımadan ağrı kesici veriyor, sürekli anlamsız övgüler sarf ediyorlar. Dünyanın merkezinde sadece kendi çocukları var. Teknoloji de devreye girince, çocuklar bu gerçekliğe inanmaya başladı. Çok fazla bireyseller, hiç empati kuramıyorlar. Bunun sonucu olarak da bir
Bağlanma kavramı son yıllarda çok popüler oldu. Çevremde hemen herkesin, doğru ya da eksik, bağlanma kuramına karşı bir fikri var diyebilirim.
Bebeğin, bakım verenle (çoğunlukla anne oluyor) kurduğu ilişkinin kalitesi, yaşam boyu kuracağı ilişkilerin kalitesini belirliyor! Bu bilgiyi ilk öğrendiğimde, omuzlarımda hissettiğim yük bir ton daha artmıştı. “Evet yine her şeyi annelerin üstüne yıkan, mükemmel olmak zorunda oldukları hissini perçinleyen, suçluluk duygularını katlayan bir bakış açısı” diye düşünmüştüm. Öyle ya, bebekken annemle kurduğum ilişkinin mahkumu olmak zorunda mıyım yani? Hayatım boyunca yaptığım ya da yapacağım şeylerin hiç mi önemi yok? Yıllar içinde hem kişisel merakım, hem psikoloji öğrenciliğim nedeniyle bağlanma kuramı hakkında çok okudum. Fakat işin teknik kısmını bilmek, her zaman hayata geçirebilmek anlamına gelmiyor.
Ebeveynimle bağlanmamın kölesi değilim!
Geçen yıl Nilüfer Devecigil’in “Işığın Yolu” kitabını okuduktan sonra kafamda bazı şeyler netleşmeye başlamıştı. Üzerine geçen hafta gittiğim “Bağlanma Eğitimi” eklenince, sanki bulutlar aralandı ve ışığı görmeye başladım. İyi haberi hemen vereyim; evet ebeveynlerimizle bağlanma stillerimiz,
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Necdet Neydim, “Çocukla kitap üzerinden iletişim kurabiliyorsak, o kitap nitelikli kitaptır” diyor.
Bilgiye her an, her yerden ve sınırsızca ulaştığımız bir çağın içinde yaşıyoruz. Anne babaların kafası çok karışık. Nasıl iyi bir ebeveyn olmalıyım, hangi gıdayı yedirmeliyim, sütün fazla olması için ne yapmalıyım, doğru okulu nasıl seçeceğim, ne zaman televizyon izletmeliyim gibi yüzlerce sorunun, yüzlerce cevabı var etrafta. Bu sorulardan biri de “Çocuğuma kitap okuma alışkanlığını nasıl kazandırırım?” ve “Hangi kitapları okumalıyım?” Çocuk ve kitap konusunu İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi akademisyen, çevirmen ve yazar Doç. Dr. Necdet Neydim’le konuştuk.
- Çocuk kitabı seçerken nelere dikkat etmeliyiz?
Öncelikle çocuğun yaşına ve gerçekliğine uygun içerikli kitapları seçmek önemli. Bir kitabın okunabilirliğini belirleyen en önemli özellik, resim-metin bağlamının dengeli ve yaratıcılığı güçlendirici olmasıdır. Resimli kitaplarda, illüstrasyon, anlatılan öykünün görsel olarak yansımasıdır. Kitabı elinize aldığınızda sadece resimlere bakarak bir metin oluşturabiliyorsanız, o kitap görsellik ve estetik açıdan çocuğa uygundur. Çünkü çocuk
Bir salyangoz düşünün, kendi ritminde. Arkasından ittirmemiz ne kadar fayda sağlar? Belki bir süreliğine daha hızlı mesafe almasını sağlarız. Ama onun doğal ritmini bozmamız, işleri karıştırmaktan başka bir işe yaramaz. Müdahale etmeyi bıraktığımızda yine kendi akışına döner çünkü doğası böyledir.
Doğada akış hep var. Bizler de doğanın bir parçasıyız. Sadece o akışı kaybediyoruz zaman zaman. Haksız mıyız? Hayır. Modern hayatın bize kattığı marazlardan biri diyelim. Ama arada doğamızı hatırlamaya ihtiyacımız var.
Yavaşlamak neden zor?
Peki yavaşlamak neden zor? Çocuklar ve yetişkinler zamanı aynı paralelde yaşamıyoruz. Biz yetişkinler genelde ya yaptıklarımızı ya da yapacağımız şeyleri düşünüyoruz. Hoşumuza gitmeyen, acı veren düşüncelerden/deneyimlerden kaçmaya çalışıyoruz. Çocuklar ise tam da yaşadıkları an'ı yaşayan, bunun keyfini süren canlılar. Üstelik her insanın ritmi birbirinden farklı. Bazı çocuklar zamanı yönetme konusunda daha uyumlu, iç disiplini olan, bazıları ise zamanı unutup, yaptığı şeyde akıp giden karakterde olabilir. Bunun farkına varmak ve anlayışla yaklaşmak ilk adım olabilir. Herkes, her zaman birbirinin ritmine uymak zorunda değil.
Başka neler
Bağımlılık, çocukluk travmaları, stresin bedensel etkileri üzerine çalışmalar yapan Dr. Gabor Mate, Code Lotus ve Amerikan Hastanesi işbirliğiyle İstanbul’daydı. Dr. Mate çocukların duygusal ihtiyaçlarının önemini anlattı.
Eğer siz ‘hayır’ demeyi beceremezseniz, gün gelir vücudunuz ‘hayır’ der” diyor Dr. Gabor Mate. Zihin ve bedenin ayrılmaz bir parça olduğunu söyleyen Mate, “Duygusal ihtiyaçlarını görmezden gelen insanlar, MS, ALS, kanser, astım gibi hastalıklara yakalanıyor. Öfkenizi bastırdığınızda, bağışıklık sisteminizi baskılıyorsunuz. Duygusal ihtiyaçlarımızı karşılamayı ise çocuklukta, ebeveynlerimizle ilişkimizde öğreniriz” diyor.
- Travmatik çocukluk yaşantılarının, yetişkinlikte bağımlılık, suça yatkınlık, pedofili gibi etkilerinden bahsedebilir miyiz?
Küçük çocuklar çok kırılgandır ve tamamen yetişkinlere bağımlıdır. Yetişkinlerle olan ilişkileri kendilerini ve dünyayı nasıl gördüklerini şekillendirir. İncindiklerinde kaçamazlar ve mücadele edemezler. Ama bir şekilde kendilerini savunmaları gerekir. Bunu da bilinçsizce, duygularını, kalplerini kapatarak yaparlar. Yani yetişkinlikte vicdansız gibi görünen kişiler, o kadar incinmiş olan kişilerdir ki, savunma için çok
Anne/babalar için çok hassas iki konu varsa, biri uyku biri de yemek. Çocuğumuzun ne yediği ve ne kadar yediği bizler için çok önemli şüphesiz. Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada raflar, hazır/paketli gıdalar, hormonlu tohumlar, ilaçlı besinlerle dolu. Bu konuya kafayı fazlaca taktığınızda insanın psikolojisinin bozulmaması çok zor. Bence asıl olan çocukların ne kadar yedikleri değil. Ne yedikleri ve yedikleri gıdaların besin değerleri. Çünkü besin değeri düşük gıdalar çocukları beslemediği gibi, sağlıklarını da bozuyor.
Yedikleri çocuğumu besliyor mu?
Son dönemde çıkan şarbon haberleri, tavukla ilgili yıllardır söylenenler, her tarafımızı saran ve çocuklarımızın aklını çelen paketli gıdalar derken, eve ne alacağımızı, çocuklara ne yedireceğimizi şaşırdık. Elbette konuyu sorun haline getirip, çocuğumuzda beslenme konusunda bir takıntı yaratmamak gerek ama ebeveynler olarak çocuklarımızın ne yediğinden sorumluyuz. İyi beslenmek bir lüks haline geldi maalesef. Ama bu konuda hala yapabileceklerimiz var. Elimiz her zaman çocukların yediklerinin üstünde olmalı, ulaşabildiğimiz kadar doğru ürünlere ulaşmalı ve çocuklarda sağlıklı beslenme alışkanlıkları oluşturmalıyız. Ve yanlış
Yeni eğitim-öğretim yılı başlıyor. Çocuklar kadar aileler de heyecanlı. Özellikle de çocuğu ilk kez okula başlayacaklar… Okula uyum sürecini sağlıklı atlatmanın yollarını, konunun uzmanı eğitimci ve psikologlarla konuştuk
Psikolog Nilüfer Devecigil:
“Çocuğun öğretmene bağlanması önemli”
- Okula başlama sürecinde çocuk tarafında neler oluyor?
Bizim milyonlarca yıllık bir ilkel beyin geçmişimiz var. Çocukta da bu dönemlerde ilkel beyin çalışıyor. Yeni girdiği okul ortamı onun için vahşi orman. Ebeveynine yapışıyor ki, ormanda kimse onu yemesin. Durum böyleyken çocuğu götürüp hiç tanımadığı bir öğretmen ve ortama sokup “Burada kal” diyoruz. O zaman sistem alarma geçiyor. Bu nedenle ebeveyn ve eğitimci olarak bu geçişe süre vermem gerekiyor. “Ben buradayım, güvende olana kadar bir yere gitmiyorum” diyerek. Önemli olan geçiş sürecinde öğretmene bağlanması. Biz hep ‘ne öğretiyor’ sorusunda kayboluyoruz ki bu dönemde bunlar da ekstra stres sebebi olabiliyor.
- Çocuğu okula gitmek istemeyen ebeveynler ne yapmalı?
Ebeveyn diyor ki; “6 aydır kapıda oturuyorum.” Bu hiçbir işe yaramaz. Herkes gitmiş sen oturuyorsan demek ki çocuğun sisteminde problem var. Bu çocuğa da, anneye de ekstra yük. Çocuğu a
Kızım yuvaya başladığında 3 yaşını doldurmamıştı. Gayet sosyal, konuşkan, oyuncu, çişini, kakasını halletmiş, yemeğini yiyen bir çocuktu. E ben de çalışıyordum, yarım gün okula gitmesi, yeni arkadaşlar edinmesinde ne sakınca vardı. Fakat işler hiç de beklediğim gibi gitmedi. Sınıf kapısındaki bekleyişim, tüm anne/babaların bir bir çekilmesine, okulun rutin programına dönmesine rağmen bitmiyordu. İçime sinmeyen şeyler vardı, o ağlarken ya da gözlerimin içine endişe dolu bakışlarla bakarken çıkıp gitmek asla doğru gelmiyordu. Üstüne üstlük Derin giderek daha gergin oluyordu. Kesinlikle okula gitmek istemiyordu. Her gün bin bir yalvarma ve hatta zorlama ile ilk dönemi geçirdik. İkinci dönem ise toplamda 1 ay zor gitti diyebilirim.
Bir yerlerde bir yanlışlık vardı ama nerede… Neden benim çocuğum da herkesin çocuğu gibi güle oynaya okula gitmiyordu. Ne güzel okuldu işte, neden korkuyordu. Kafamda bunun gibi onlarca soru ile hem ona hem kendime hayatı zindan ettiğim bir dönem Sevgili Nilüfer Devecigil ile tanıştım. Ve hayatım/hayatımız değişti. Okul hayaline 1 yıl ara verdik ve bu süreci oyun terapileri ile geçirdik. Ve ben sorduğum soruların cevabını yanlış yerde aradığımı