İyi Parti lideri Meral Akşener’in “İyi Parti, Deva, Gelecek, Saadet ve Demokrat Parti ile üçüncü ittifak 25’ler, 30’lar alır. CHP ile HDP’yi de yan yana getiren bir ittifak modeli. Böyle bir önerme var ama faili meçhul kaldı” sözleri aslında muhalefetin gizlemeye çalıştığı seçim stratejisinin özetidir.
Daha önce Selahattin Demirtaş da “Eğer milliyetçi odaklar demokrasi ittifakına ısrarla engel olmaya devam edecekse HDP’nin öncülüğünde üçüncü bir ittifak kurulabilir” demişti. Görünen o ki kameralar önünde farklı açıklamalar yapılsa da 3. ittifak masada. Ayrıntılardan bütüne doğru yürüyelim.
Demirtaş’ın “HDP’nin öncülüğünde” vurgusunu dikkate almayın. O işin hikâye kısmı. Demirtaş da bilir ki mevcut tabloda CHP’den başka hiçbir parti HDP ile açıktan ittifak yapmaz.
CHP-HDP ittifakında da bir sorun çıkmaz. Sorun çıkarma potansiyeli taşıyan sosyolojinin temsilcileri CHP’den tasfiye
Vatandaşın derdi her ne kadar geçim olsa da siyasetin gündeminde her zamanki gibi seçim var. Peki, korona günleri, kısıtlamalar ve ekonomik sıkıntılar Türkiye’de seçmen davranışını nasıl etkiliyor?
Elimde iki ayrı araştırma şirketinin kısıtlamadan önce gerçekleştirdiği iki farklı anket var. Optimar ile başlayalım.
AK Parti’de bir miktar düşüş görülüyor ama büyük oranda oyunu koruyor. İktidar partisinin oyu yüzde 38.4
CHP yüzde 24.4. MHP yüzde 10.5. İyi Parti’nin oyu ise yüzde 10.3.
Optimar, HDP’nin oyunu yüzde 11.5 bulmuş.
Ankette seçmene Cumhurbaşkanlığı seçiminde kime oy vereceği sorusu da yöneltilmiş. Cumhurbaşkanı Erdoğan olası rakiplerinin açık ara önünde. Erdoğan’ı yüzde 8 ile Mansur Yavaş, yüzde 7 ile “AK Parti adayına oy veririm” diyenler ve yüzde 6.2 ile Ekrem İmamoğlu takip ediyor. Meral Akşener’in oyu yüzde 5.2, Kılıçdaroğlu’nun oyu ise yüzde 1.6. Muharrem İnce’ye Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy vereceğini söyleyenlerin
ABD’nin yeni yönetiminin istediği tam olarak bu mu bilinmez ama Türkiye-ABD ilişkilerinde telafisi hayli zor görünen büyük bir kırılma yaşanıyor.
Soğuk savaş ikliminde başlayan ve bir dönem “Örnek müttefiklik ilişkisi” olarak gösterilen Türk-Amerikan dostluğu artık çok gerilerde kaldı. Biden’ın 1915 olaylarına ilişkin “Soykırım” ifadesini kullanması bardağı taşıran son damla oldu.
Peki, ne oldu da daha önce yaşanan sekiz büyük krize rağmen bir şekilde devam eden Türkiye- ABD ilişkisi kopma noktasına geldi?
Aslında mesele ne Türkiye’nin Ruslardan S-400 hava savunma sistemi alması ne de Biden’ın Ermeni lobisine şirin görünmek için yaptığı skandal açıklama. Mesele çok daha derin.
Kendisini dünyanın süper gücü olarak konumlayan ABD’nin küresel politikaları ile Türkiye’nin bölgesel ve ulusal çıkarları tarihin bu döneminde örtüşmüyor. Hal böyle olunca, iki ülke arasında ne gerilim ne de kriz eksik olmuyor. Ne demişti Almanya eski Dışişleri
Henüz izlemediyseniz ve politik sinema seviyorsanız 17 günlük kısıtlamada Ercan Kesal’ın “Nasipse Adayız” filmine bir göz atmanızı hararetle tavsiye ederim.
Belediye başkanı adayı olmak isteyen bir doktorun hikâyesini anlatıyor film. Karakterler, diyaloglar, amaca ulaşmak için her yolu mubah gören siyaset esnafının iş tutma biçimi gerçek hayatla bire bir örtüşüyor.
Kesal’ın canlandırdığı mahcup ama hedefine ulaşmak için son tahlilde her yolu denemekten çekinmeyen, bazen de mecbur kalan doktor karakteri bana niyeyse CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu hatırlattı.
Kemal Bey aslında Cumhurbaşkanı adayı olmak istemiyor ama şartlar onu oraya sürüklüyor. “Genel başkanların aday olmasını doğru bulmuyorum” noktasından “Aday olmayacağımı nereden biliyorsunuz?” aşamasına durduk yere gelmedi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı’nın “Genel Başkanımız Millet İttifakı’nda yapılan görüşmeler sonucunda adaylaşırsa ki bizim temennimiz odur” açıklaması bu projenin olgunlaştığını gösteriyor.
Kılıçda
ABD’nin Ermenilerin ‘sözde soykırım’ iddialarını sahiplenmesi öyle hafife alınacak bir gelişme değil. Ermeni lobisinin bir sonraki adımı Türkiye’ye yönelik bireysel tazminat davaları olacaktır. Nihai hedeflerinin toprak talebi olduğu ise bir sır değil.
PKK’nın siyasi kanadının Biden’dan gelen açıklamaya jet hızıyla verdiği destek onların kafalarındaki makro planın da bu olduğunu gösteriyor. Bize yeni bir Sevr dayatmak isteyenler bunlarla sınırlı değil. Bir de “Sözde Pontus Soykırımı” iddiaları var.
Yunanistan 1981 yılından beri bu konuyu uluslararası arenada gündemde tutmaya çalışıyor. 19 Mayıs 1994’te parlamentolarında aldıkları bir kararla 19 Mayıs’ı “Pontus Helenizminin Soykırımını Anma Günü” ilan ettiler!
Adamlar bizim Milli Mücadele’yi başlattığımız günü tam 27 yıldır sözde soykırım anması yaparak karşılıyor. Selanik’te Atatürk’ün evinin tam karşısına “Pontus Soykırım Anıtı” diktiler. Gözlerini o kadar karartmış durumdalar ki iki yıl önce Ankara’da “Pontus Soykırımının
Bu topraklarda en sık tekrarlanan klişelerden biridir: Coğrafya kaderdir.
Doğrudur. Dünyanın en kıymetli mülkü üzerinde oturduğumuzu dünya bilir ama biz niyeyse bu gerçeğin farkında değilmiş gibi davranırız.
Bu coğrafyada güçlü bir orduya sahip olmak yaşamsal önemdedir. Ve orduyu tüm günlük tartışmaların dışında tutmak gerekir. Peki, biz ülke olarak bunu yapabiliyor muyuz?
Maalesef hayır... Son bir ayda yaşanan tartışmalara bir bakın. Gizli bir el göz bebeğimiz dediğimiz Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK) kısır siyasi gündemin göbeğine oturtmak için olağanüstü bir çaba gösteriyor.
Orduyu yıpratıyor. Bu ordu şu an ülkemize yönelik her türlü tehdit ve tehlikeye karşı yurt içinde ve sınır ötesinde görevini kahramanca ve fedakârca yerine getiriyor.
Mehmetçiklerimiz Suriye’de, Irak’ta, Kıbrıs’ta, Azerbaycan’da, Libya’da, Doğu Akdeniz’de ve daha birçok coğrafyada hak ve menfaatlerimizi korumak için kelle koltukta görev yapıyor. Yakın tarihte TSK’nın bu kadar
Son dönemde muhalefet partileri sözleşmiş gibi aynı nakaratı tekrarlıyor: “Gençler AK Parti’ye oy vermeyecek. İktidarı gençler değiştirecek.”
Yaşı 70’e dayanan siyasilerimizin genç nüfusun önemini gecikmeli de olsa fark etmesi olumlu bir gelişme. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı en büyük koz olarak gördükleri gençler AK Parti’ye onların düşündüğü kadar uzak mı? İşte o biraz tartışılır.
AK Parti’nin gençlik kollarındaki üye sayısı 1 milyon 200 bin. Bu rakam CHP’nin toplam üye sayısıyla hemen hemen aynı. Diğer muhalefet partilerinin tamamının toplam üye sayısı AK Parti gençlik kolları üye sayısının yarısına ancak ulaşıyor.
Bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere gençler AK Parti’ye muhalefetin ve bazı anketçilerin düşündüğü kadar uzak görünmüyor. AK Parti genç seçmenin önemini rakiplerinden çok daha önce kavramış ve epey yol almış.
Darısı diğer partilerin başına deyip, devam edelim. Hafta sonu Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet
“Marmaray’ı Ecevit yaptı” diyen Tuncay Özkan, biraz abartmakla beraber, aslında ‘Devlette devamlılık esastır’ sözüne bir atıfta bulunmuştu.
Marmaray’ın müşavirlik ihalesi Özkan’ın dediği gibi 2000 yılında Ecevit’in başbakanlığı döneminde yapıldı. 15 Şubat 2000 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan ihale metninde dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’nin de imzası var.
Ancak DSP-MHP-ANAP döneminde ihalesi yapılan dev projeyi hayata geçirmek ve iki kıtayı denizin altından birbirine bağlamak Recep Tayyip Erdoğan’a nasip oldu.
Rahmetli Ecevit’in geniş vizyonu sadece Marmaray ile sınırlı değildi. Eğer iktidarda kalabilseydi muhtemelen CHP’nin bugün şiddetle karşı çıktığı Kanal İstanbul’u yapmak için de harekete geçecekti.
Nereden mi biliyorum? Çünkü DSP bu kanalı Türkiye’de bir seçim vaadi olarak gündeme taşıyan ilk parti. DSP’nin 1994 yerel seçimlerinde en önemli vaadi İstanbul’un Avrupa yakasında Karadeniz ile