Küçük kız çocukları için hayatının ilk erkek modeli babadır. Erkeğin nasıl davranması gerektiğini babayı izleyerek öğrenir. Bir erkeğin bir kadınla nasıl iletişim kurduğunu, anne ve babasının iletişiminden yola çıkarak biçimler. Evlilik modelini öncelikle kendi ailesinden temel alır.
Kız çocuğu büyüdükçe, muhakeme yeteneği artar ve babasını, annesiyle ilişkisini, ailesinin evliliğini yorumlamaya başlar. İleride evleneceği erkekte hangi özellikleri aradığını, babasını temel alarak belirler. Babası gibi çalışkan biriyle evlenecektir, ya da tam tersi babası gibi sorumsuz olmayan, çalışkan biriyle evlenecektir.
Bunlar bazen bilinçli bazen içgüdüsel seçimlerdir. Kadın ya da erkek hepimiz anne ve babamıza benzer yönleri olan insanları seçeriz. Çünkü, ailemize benzeyen insanlar bize tanıdık gelir ve yeni tanışılmış değil de bir ömürdür tanışılıyor hissi uyandırır. Yanında rahat hissetmemizi sağlar.
Kriterlerimizi ne kadar revize edersek edelim, hatta belki de özellikle babamıza benzemeyen bir eş seçelim, çocuklukta attığımız ilk temeller zaman içinde kendini hatırlatır. Diyelim ki, ataerkil bir aileden geliyoruz. Baba, sert ve otoriter. Annemizin giydiğine karışıyor,
Çiçeği burnunda bazı annelerin, taze baba eşlerinden şikayetleri var;
- Suzan Hanım diyor ki; “Çocuk konusunda yaptığım her şeyi eleştiriyor. Bebeğimizin üstünde bir tane lekeli kıyafet görse kıyamet kopuyor. Değiştirmek üzere olduğumu anlatamıyorum. Çocuk mikrop kapacak, diye söylenip duruyor. “Çok giydirdin, terleyecek” , ” Az giydirdin, üşüyecek” derken, birlikte geçirdiğimiz her anımızda didişmeye başladık. Bebeğin altını değiştiriyorum, gelip kontrol ediyor. Uyutup yatırıyorum, mutlaka düzeltiyor. Ben kötü bir anne miyim de her şeyime müdahale ediyor?”
- Yasemin Hanım diyor ki; “Bebeğimiz olduğundan beri, eşim sanki misafir. Birlikte karar vererek yaptık bu çocuğu. Babamın evinden getirmedim ki. Hiçbir şeye elini sürmüyor. Çocuğu kucağına almaya bile korkuyor. Ya düşürürseymiş. Bebeği yıkamak için bile annemi çağırıyorum. Eşim sadece seyrediyor. Ne kadar çok yorulduğumu, yardıma ihtiyacım olduğunu anlamıyor mu?
- Kübra Hanım diyor ki; “Eşim, çocuk doğdu doğalı eve daha çok vakit ayıracağına, kendini daha fazla işine verdi. Mesaisi, iş seyahati bitmiyor. Ben zaten evde durmaya alışık değilim. İşi bırakmışım. Bebeğim bütün vaktimi
Zaman geçiyor. Hepimiz gelişiyoruz ve gelişimin doğal sonucu olarak değişiyoruz.
İş hayatı her gün yeni bir şey öğretiyor. Dokunduğumuz her insanın hikayesi bize bir şey katıyor, hatta bakış açımızı değiştirebiliyor. Bazen okuduğumuz bir kitap bize değişimi başlatma konusunda bir ışık tutuyor, bazen bir filmden bir sahne “ Ben de başarabilirim” dedirtiyor. Hele gelişime açıksak, değişim potansiyeli varsa, öğrenmeye açık gözlerle bakıp, meraklı kulaklarla dinliyorsak her an yeni bir şey öğrenebiliyoruz. Yan masada oturan mesai arkadaşımızdan uyumsuz zannettiğimiz iki rengin aslında çok da şık bir şekilde kombinlenebileceğini, yan komşumuzdan pişirdiğimiz yemeğin nasıl iştah açıcı bir şekilde sunulabileceğini, ekranda görüp de hayran olduğumuz bir kişiden kişisel gelişim yolculuğunu nasıl sürdürdüğünü, güçlü bir iş adamından başarıya giden yolculukta yapılması gerekenleri, sokakta ayakkabı boyayan çocuktan hayata nasıl tutunulacağını vesaire , vesaire….
Öğrenmenin sonu yok. Öğrenmeye hazır olmak yetiyor. İşte o zaman merak, araştıran gözler, sadece duyan değil dinleyen kulaklar devreye giriyor. O zaman ne okuduğunuzu, ne izlediğinizi, kimlerle ne sohbet ettiğinizi
Dikkatinizi çekmeye çalıştığım güneşin zararlı ışınları değil. En azından güneşin zararlı ışınlarına dikkatinizi çekmek benim işim değil.
Benim işaret etmeye çalıştığım, güneşin ve yaz aylarının ilişkiler üzerindeki etkisi;
Yazın hayat çok daha kolay. Bilmem kaç kat lahana gibi giyinip, bir mekana girdiğinizde bir saat soyunmak zorunda kalmıyorsunuz her şeyden önce. Üstünüze hafif bir şey aldınız mı, tamamdır. Kışın o ağır ağır çizmeleri, botları yerine de birer parmak arası. Ohhh, hava alalım şöyle.
Yazın deniz, güneş, kum üçlüsünün arındırdığı stresin üzerine, bir de bronzlaşmış tenlerimizin getirdiği moral, kendine güven, sağlık. Hayat güzel ! Off be neydi öyle kışın solgun solgun bir cilt, aynaya bakınca moralimiz bozulmuyor muydu allah aşkına? Oysa şimdi pırıl pırılız, hafifiz.
Konserler başladı, tatiller başladı. Sokaklarda cıvıl cıvıl insan kalabalığı. Her yer bir neşe pür neşe. Eh bu durumda insanın mutsuz olma ihtimali de giderek düşüyor . Allah sıkıntılardan, hastalıklardan, savaşlardan korusun.
Ohh trafik de azaldı, hafta içi buluşmalar da kolay artık. Şahane!
Hal böyle olunca, çiftlerin de daha mutlu, daha neşeli, eğlenceli olması gerekiyor değil
Gülçin Hanım
“Benim kocam çok ihmalkar. Ampulü bile zar zor değiştiriyor neredeyse. Priz mi bozuldu, tamirci çağır. Dolabın kapağı mı düştü, tamirci çağır. Oturup da bir şeyi kendi yapsın diye uğraşmaz. Bak Ayla’nın kocasına. Adamın elinden her iş geliyor. Ne zaman görsem, elinde tornavida. Hiç boş durmaz, hep bir şeyleri tamir eder. Hatta yemek yapmaya merak sarmış bu ara. Geçen gün üşenmemiş, oturmuş taze fasulye pişirmiş. Ayla da elinde çayı, TV karşısında tabii, keyfine diyecek yok kadının. Bir benimkine bak, bir Ayla’nın kocasına.”
“Eşiniz size yardımcı olur mu evde?
“Söyleyince yapar. Yapar da ben söyledikten sonra ne kıymeti var? Ama o bozuk, bu kırık deyince hemen telefona yapışır. Kendisi bir saat uğraşacağına usta beş dakikada yaparmış. Zaten yemek yapmaktan hiç anlamaz.”
“Eşiniz evdeyken nasıl vakit geçirir?”
“Evde geçirdiği vakit çok az. Zaten genel müdür olduğundan beri çok çalışıyor. Çoğu zaman yemeğe bile yetişemiyor, sık sık da seyahate çıkıyor. Hafta sonları da ya çocukları oyalıyor ben kendi işlerimi halledebileyim diye, ya da hep beraber çıkıp dolaşıyoruz işte. Bütün hafta çocuklarla ben çok sıkılıyoruz evde, hafta sonları da gezelim
Memlekete daha çok cami yapılması lazım.
Çünkü görünen o ki, avlulara bırakılacak çok bebek olacak.
Çünkü kürtaj yasaklanacak.
Yani ya daha çok bebek terk edilecek ya da daha çok kadın ölecek.
Tecavüze uğrayan kadın, tecavüzden kendine kalan çocuğu doğurma riskini göze alamayacak, belki de intiharı seçecek.
Tecavüzcü sapık, tecavüz ettiği kadının doğurup da kendisine açacağı velayet davasını, ödeyeceği nafakaları düşünüce, kadının yaşamasını tercih etmeyecek.
Aslında sokağa çıkması bile yasak olan, zaten çıksa bile yaşadığı köy iki sokaktan ibaret ve dolayısıyla tecavüzcüsü amcası, dayısı ya da dedesi olan kızlarımız var bu memlekette…..
Sakat bir çocuk doğurmaya mahkum edildiği için ölümü seçecek belki de.
Boşanmak çok zor alınabilen bir karar.
Yani öyle olmalı. Son zamanlarda evcilik oyunu gibi başlayan ama “sıkıldım artık oynamıyorum” şeklinde biten, çocuk oyunu zannedilen evliliklerin sayısı gün geçtikçe artmış olsa bile, ki bunlar zaten başlı başına incelenmesi gereken toplumsal vakalar, boşanmak zor bir karar.
Evlenirken aşk var, sevgi var. İki gönül bir olunca, samanlık seyran olacak zannı var. Aynı çatının altında, birbirlerine kavuştuklarında her şeyin düzeleceğine olan inanç var. Dolayısıyla tahammül güçleri yüksek. Kapılarını kapadıklarında ailelerin müdahaleleri dışarıda kalacak, ileride bebeklerini de kucaklarına aldıklarında her şey tam olacak zannediyorlar.
Ama boşanmak öyle değil. Zor, çok zor.
Öncelikle çocukların psikolojisini hesaba katmak lazım. Çocuklar boşanmanın travmasını yaşamasın diye bir ömür birbirlerine katlanan insan sayısı az mı? Ya da boşanma sancılarını çocuklarına yaşatmamak uğruna daha beterini yapıp, yavrularını kavga dövüş bir ortama mahkum eden anne babalar?
Gelinini ya da damadını hiç benimsemediği halde, laf boşanmaya gelince ortalığı ayağa kaldıran, boşanmış çocuğunu eve almayacağını söyleyerek, onu ömür boyu mutsuz, hatta
Bir insanın, hayatında hemen hemen hiçbir konuda karar hakkının olmaması öyle acı ki.
Yurdumuzun ücra köylerinde yaşayan, köyden dışarı hiç çıkmamış, okumasına izin verilmemiş, zaten “ben kimim” diye sormasına bile fırsat verilmeden kendinden bilmem kaç yaş büyük bir adamın ikinci karısı olarak evlendirilmiş genç kızlarımızdan bahsetmiyorum şu anda. Bahsetmeye yüreğim yetmiyor.
Büyük şehrin göbeğinde yaşayan, adı “şehirli” olan genç bir kadından bahsediyorum.
Hayatında kendine ait tek kararı, evleneceği adamı sevmek olmuş. “Seçmek” değil, “sevmek”. Bir çoklarına göre çok şanslı biliyorum. Okutulmaması gerektiğine başkası karar vermiş, kaç yaşında evleneceğine başkası. Tek şansı evlendirildiği insanı sevmek olmuş. Ona da karar vermiş zaten. “Seveceğim ki mutlu olacağım” demiş. Kayınvalide, kayınpeder evine gelin gelmiş. Evde bir bekar abla, iki bekar erkek kardeş.
Kaçta yatacağı, kaçta kalkacağı kendi kararı değil. Kayınpederin uyanma saatine göre gelin ayakta olur-muş. Ne giyeceğine kayınvalide karar veriyor. Ne zaman, nereye gidileceğine karar veren yine onlar. Mutfakta ne pişireceğine, kendi annesini ne zaman göreceğine, komşunun geliniyle ne konuşacağına karar