Küçük kız çocukları için hayatının ilk erkek modeli babadır. Erkeğin nasıl davranması gerektiğini babayı izleyerek öğrenir. Bir erkeğin bir kadınla nasıl iletişim kurduğunu, anne ve babasının iletişiminden yola çıkarak biçimler. Evlilik modelini öncelikle kendi ailesinden temel alır.
Kız çocuğu büyüdükçe, muhakeme yeteneği artar ve babasını, annesiyle ilişkisini, ailesinin evliliğini yorumlamaya başlar. İleride evleneceği erkekte hangi özellikleri aradığını, babasını temel alarak belirler. Babası gibi çalışkan biriyle evlenecektir, ya da tam tersi babası gibi sorumsuz olmayan, çalışkan biriyle evlenecektir.
Bunlar bazen bilinçli bazen içgüdüsel seçimlerdir. Kadın ya da erkek hepimiz anne ve babamıza benzer yönleri olan insanları seçeriz. Çünkü, ailemize benzeyen insanlar bize tanıdık gelir ve yeni tanışılmış değil de bir ömürdür tanışılıyor hissi uyandırır. Yanında rahat hissetmemizi sağlar.
Kriterlerimizi ne kadar revize edersek edelim, hatta belki de özellikle babamıza benzemeyen bir eş seçelim, çocuklukta attığımız ilk temeller zaman içinde kendini hatırlatır. Diyelim ki, ataerkil bir aileden geliyoruz. Baba, sert ve otoriter. Annemizin giydiğine karışıyor, komşuya gitse kendinden izin alınmasını istiyor. Ama anı zamanda bir baba olarak, bize güven veriyor. O kadar güçlü ve sert ki, kapıya hırsız da gelse, biri yolumuzu da kesse babam bizi koruyabilir. İşte böylelikle korunma, sahiplenilme duygumuz , erkeğin otoriter ve sert olmasıyla özdeşleşiyor.
Eş seçimine gelince, kendi yaşadığımız çevrede ve dönemde, kıyafetlerimize karışılsın istemiyoruz. Komşuya giderken eşimizden “izin” almak istemiyoruz. Büyüyünce yorumlarımızın değiştiği babamız gibi, “tutucu” bir erkek seçmiyoruz. Hayata daha rahat bakan, bizimle aynı basamakta duran bir eş seçiyor ve demokratik bir evlilik kuruyoruz.
Başta her şey yolunda. Süper. Ama zaman içinde, üzerini örtüğümüz ama hala temelde yatan ilk öğrenmişliklerimiz kımıldamaya başlıyor. Tamam, evlendiğiniz erkeğin duygusallığı başta çok hoş geliyordu ama bir erkek için fazla mı ince ruhlu acaba? “Onu giyme, oraya gitme” diyecek biri olmadığı için, gönül rahatlığıyla evlendiniz ama hiç mi kıskanmıyor, umursamıyor acaba? Bu sorular yavaş yavaş güveni kemirirken, bakışlar kadının içgüdüsel sahiplenilme ihtiyacına dönüyor. “Beni sahiplenmiyor, bu evlilikte bir şeyler eksik.”
Oysa, kadının bu noktada sahiplenilmemekle ilgili etiketinin altı başka niteliklerle dolu. Evet erkek, karışmıyor, kısıtlamıyor, kadının üzerinde tahakküm kurmaya çalışmıyor. Çünkü kadını üzmek, evliliğin dengesini bozmak istemiyor. Ama elbette kadını sahipleniyor. Ama sahiplenmesinin göstergesi otorite kurmak değil, onu sevmek, düşünmek gerektiğinde korumak.
Fakat kadın, yıllar önce temeli atılan ezberine dönüyor. “ Bana karışmıyor, kıskanmıyor, kısıtlamıyor demek ki beni sahiplenmiyor.” Neden? Çünkü ezberi, “Ancak baban gibi otoriter bir erkek karısını sahipleniyor demektir” diye fısıldıyor.
Bu ve benzeri temel şartlanmalar sebebiyle, bir çoğumuz eşimizin başta bayıldığımız özelliklerini yıllar sonra neden birden bire yetersiz görmeye başladığımızı anlamıyor, evliliğimizde bir sorun aramaya çalışıyoruz. Oysa her durumda olduğu gibi, sebep ararken ilk bakmamız gereken yer, kendi içimiz.
Sevgiler