Yan masamda oturan çiftin tartışmasına, istemeden kulak misafiri oluyorum. Sesleri o kadar yüksek ki, duymamak mümkün değil. İkisi de 20’li yaşların sonlarında görünüyor. Sağlıklı, sportif görünen gençler. Kızın giyinme tarzından, rahat yetiştirilmiş bir genç kız olduğunu varsayıyorum. Delikanlıyla ilgili henüz bir fikrim yok. Sadece ses tonunun fazlaca yükselmesi, öfkesini kontrol etmekte zorlandığını ve etrafın rahatsız olup olmamasını çok umursamadığını düşündürüyor.
“ Ben anlamam. Paran yanacaksa yansın. O spor salonuna gidemezsin. Orada herkes piyasa yapıyor”, diyor. Piyasa yapmak???
“Ne alakası var ya” diyor genç kız. “Ya” uzadıkça uzuyor kızın ağzında.
“Kimsenin kimseyi rahatsız ettiği yok bir kere. Hem bütün arkadaşlarım orada spor yapıyor. Ben tek başıma spor yapamam sıkılırım.”
“ Gel benimkine yazıl sen de” diyor delikanlı.
“İyi de ben iki senelik aidatı peşin ödedim zaten. Niye başka bir yere para ödeyeyim ki.”
Delikanlı sinirleniyor. “Ben öderim dedim ya. Gitmeyeceksin dedim o kadar. Bana gelmez böyle işler.”
Kız şimdi çığırından çıkacak, “Sen beni neyle suçluyorsun. Bana güvenmiyor musun ?” diyecek diye bekliyorum. Demiyor. Birden sakinleşiyorla
Mutsuzluk veren bir ilişkiyi sürdürmek için çabalamak ne zordur.
Dipsiz bir kuyunun içinde, ışığı yakalamak için taş duvarlara tırmanmak gibi. Umut bitip bitip yeniden başlar. Elleri kanar, tırnakları acır insanın. Ama öyle çıkmazda, öyle enerjisizdir ki, canı acıdıkça daha da diplere düşer. Çabaladıkça tükenir, ancak kendisinden başka kimsenin çabalamayacağından korkar, yeniden gayretlenir.
İlişkinin hangi noktasında, o aşkın bizi mutlu etmek için var olduğunu unutuyoruz acaba? İlişkiyi yaşama nedenimizin, ruhumuzu beslemek ve hayatın tadını arttırmak olduğunu, aklımızdan siliveriyoruz. İlişki ne zaman başlı başına bir varlık, hem de ne pahasına olursa olsun, yaşatılması, sürdürülmesi gereken bir varlık haline geliyor? Ruhu beslemek yerine kemiren bir ilişki, neden yaşam amacı haline geliveriyor? Kendisine mutsuzluk veren, yetmeyen bir ilişkiyi, insan ne uğruna sürdürüyor, ilişkiyi sürdürmek uğruna neler harcıyor?
Hırslar giriyor devreye. Yenilmişlik duygusu ve gurur birbirine karışıyor,yüreği dağlayan dikenli teller haline geliveriyor. Yürek kanadıkça mantık uçup gidiyor. İnsanın kendisiyle yaptığı amansız bir savaş haline geliyor ilişki. Sevgi çoktan
Dönemler değişip evliliklerin çehresi değişse de, eski neslin ataerkil aile yapısının yerini günümüzün kadın ve erkeğin eşit basamaklarda durduğu, aile reisliğinin tek başına erkeğin sırtında değil de eşlerin birlikte üstlendiği, ortak kararlarla hayatı paylaştıkları evlilikler çoğalsa da, evliliklerde yaşanan sorunların konu başlıkları çok fazla değişmedi. Her dönemin evlilik sorunlarında ortak konular vardır. Örneğin gelin – kayınvalide sorunları, kadın ya da erkek fark etmez, eşlerden birinin ailesinden kopamayıp kendi yuvasını kurmakta zorlanması, ihanet, şiddet, yanlış iletişim dilini kullanmak hemen her devrin sorunudur mesela. Bunun yanı sıra cinsellik, çocuk yetiştirme tarzlarının farklılıkları, maddi konularda yaşanan zorluklar veya para harcama alışkanlıklarının farklı olması, yine temizlik, ev içi düzen ya da kişisel bakım anlayışlarının farklılıkları da evliliklerde sık sorun yaşanan sorunlardan bazılarıdır. Tüm bu saydığım ve ilave yapılabilecek diğer genel başlıkların yanı sıra, günümüzde, eski nesil evliliklerden farklı olarak, daha çok günümüz evliliklerine özgü ve evlilikleri çok fazla etkileyen yeni bir konu başlığımız daha var artık. Günümüzün, maddi
Yeni yılda ilk kararımı uygulamak üzere, sigarayı bırakmak için faaliyete başladım. Daha önceki senelerde “bırakıyorum, bırakacağım demişliğim” çoktur ama, gerçek anlamda hiç denemişliğim yoktu. Hep göz korkutucu bir süreç gibi görünmüştür bana, sigarayı bırakma süreci. Çünkü her bağımlı gibi, bırakmamaktan değil, bırakmak zorunda olmaktan korkmuşumdur.
Düşünsenize, bunca zamandır sigara en yakın dostunuz (!) olmuş. Hem içten hem dıştan zarar veren bir dost, nasıl oluyorsa artık. Üzüntünüzde yanınızda, sevincinizde sizinle. Kahveyle, çayla, içkiyle, yemekten sonra. Üstelik ulaşımı öyle kolay ki, siz almaya karar verin, beş dakikada yanınızda. Öyle aranıp ulaşılamayan, gelmeye kalkınca trafiğe takılan dostlar gibi bile değil. Tamamen emrinize amade.
Sigara tiryakileri, kendilerini sigarasız bir hayat sürerken hayal edemezler. Sanki sigara kişiliklerinin bir parçası olmuştur. Sigarasız hayattan keyif alamayacaklarını, çayın kahvenin tadına varamayacaklarını düşünürler. Zannedersiniz ki sigaraya başladıkları günden önce, hiçbir şeyin tadını almamışlar, hiç keyif yapmamışlar. Tamamen bağımlılığın yarattığı yanılgı.
Bağımlılar hep kontrolün kendilerinde olduğunu
Çok sevdiğim bir arakadaşımın beni çok eğlendiren satırlarıyla yeni yılınızı kutlamak isterim. Sağlıklı, mutlu, huzurlu bir sene dileklerimle. Yeşim Varol Şen
30’a bir ki, 30’a bir ki
Nedir bu kadinlarin yaslarinin baslarinda ki 10’luk hanenin degismesinden evvel gecirdikleri telas ve krizler? Bunlarin yasanmadigi tek yas araligi 10-20 arasi ki, zaten o zaman daha cocuksun, dunyanin kac bucak olduğunu henuz ogrenme serefine erismemissin. Ama hele bir 28-29 ol, bak neler dusunmeye baslayacaksin.
Her kafadan bir ses cikar 30’a basinca ilk is olarak yapilacaklarla ilgili: “ Sacimi kirmizi yapacagim” , “Gormedigim uzak yerlere gidecegim”, “Parasutle atlayacagim”, “Dalgic olacagim” , “Kariyerimi tamamen degistirip pastaci olacagim”... Ne oluyor kizlar? Ölmuyorsunuz, 30 oluyorsunuz alt tarafı.
Ama iste dile kolay. Belki fazla bir yas degildir bu 30, hele ki annemin 60 yasindaki insanlara “orta yasli” dedigini dusunursek. Benim bu soze cevabim net oldu “ tabii annecigim zaten Turkiye’nin yas ortalamasi 120 !!” .
Aslında telaşımız yaşlanmak değil bizim. Yasamak istedigimiz guzellikleri, hayattan alinacak zevkleri, mutlulugu genc yasimizda yakalamak. 60 imda hayatimin
Kadına yönelik şiddetin ucu bucağı, yaşı maalesef yok. Şiddetin her türlüsüne karşıyız ve çoğumuz gibi ben de bu konuda elimden geleni yapmaya gayret ediyorum. Ancak yetememek duygusu maalesef içimi acıtıyor, gazetelere yansıyan her haberle biraz daha anlıyorum denizde küçücük bir damla olmanın çaresizliğini.
Ama yılmıyorum. Olsun, damlalar bir gün birleşecek elbet, belki de okyanuslar oluşturacak.
Kadına yönelik şiddetin bir örneği de çocuk gelinler. Geçen gün bir gazetede okuduğum iç sayfalardan birinde küçücük bir kare olarak kalmış bir haber yeniden düşündürüyor beni. DİKASUM’un (Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi) 7 ay boyunca 300 kadınla yaptığı görüşmelerin sonucunda edinilen bilgiler, maalesef hiç iç açıcı değil.
Araştırma sonuçlarına göre, Türkiye genelinde 181 bin çocuk gelin var. Araştırma okur yazarlık oranı, yaş dilimleri gibi, bir çok sonucu ortaya koyuyor. Beni özellikle düşündüren iki sonuç var ve sanırım bu iki sonuç çocuk gelin sorunumuzu çözmenin ne denli zor ve uzun bir sürece yayılan bir uğraş olacağını gözler önüne seriyor;
Araştırmaya katılan kadınların annelerinin yüzde 96,3’ü okur yazar değil.
K
Ahhh, ahh…..Şimdiki aklım 20’li yaşlarda olsaydı. Veya o zamanki enerjime, gençliğime, güzelliğime şimdi sahip olsaydım. Sizlerin de zaman zaman içinden geçiyordur eminim bu denklem. Hayata geç kalmışlık, geç uyanmışlık duygusu. Şimdi böyle söylüyoruz ama eminim ki bir yirmi yıl sonra da bugünlerimizi anacağız aynı cümlelerle. Şimdiki aklımız her zaman o zamanki bedene küçük gelecek.
Şimdiki aklım yıllar önce olsaydı eğer,
· O zamanki aklımla oyun oynamaktan ibaret zannettiğim sporun gücünü göz ardı etmezdim, ki şimdi daha sağlıklı, daha enerjik, daha fit olabilirdim.
· Bir yardım derneğine üye olur, akşamları sızlayan bacaklarımla yatarken, sadece ruhen değil fiziken de yardım etmenin vicdani rahatlığını yaşardım.
· Kendime uzak şehirlerden birinden, okumak için ihtiyacı olan bir kardeş seçerdim. Harçlığımın yarısını onunla paylaşabileyim, bir insana katkıda bulunabileyim diye.
· Gereksiz şeylere çar çur ettiğim paramı kuruş kuruş biriktirir, çantamı sırtıma taktığım gibi ülke ülke gezer, para harcar ama kültür biriktirebilirdim.
(Son iki maddeye bakıp param boldu sanmayın. Çalışarak okumak zorunda kalmış şanslı
Tartışmalar, kavgalar yıllarca sürmüş.
Erkek çok kıskançmış. Kadının giydiğini denetlemeden sokağa çıkmasına izin vermezmiş. Dolayısıyla, her sabah kavga. Özellikle kadın iş seyahatine gittiğinde, erkeğe dünya cehennem olur, kadına günleri dar edermiş. Her seyahat öncesi ve sonrası bardaklar, kumandalar havada uçuşurmuş.
Erkek her akşam bilgisayar başındaymış. Kadının tabiriyle “çocuk gibi” oyun oynarmış bütün gece. Kafasını bilgisayardan kaldırıp karısı ne istiyor diye bakmazmış. Dolayısıyla, her akşam kavga.
Kayınvalide burnunu evlerinden çıkartmazmış. Her söylediği geline batarmış. Oğluna karısını şikayet etmeden içi rahat etmezmiş. Her şikayet yeni bir kavga.
Kadın biraz dağınıkmış. Hem eve, hem işe yetişemezmiş. Zaten çalışmasına hiç gerek yokmuş ama kadın tuttururmuş “çalışacağım” diye. Al sana bir kavga daha.
Üstüne çocuk doğmuş. Ama bebeğe rağmen adam içkiyi bırakmamış. Alkolüyken her tartışma kavgaya dönermiş. Anne olduktan sonra kavgalarda kadının sesi daha çok çıkar olmuş.
Bu mücadele yıllarca sürmüş. Ayrılmışlar.
Ayrılık sürecinde adam kendi hatalarını anlamış. Karısını geri almak için mücadele etmiş . Hiçbir şeyin ailesinden daha önemli olmadı