ESRA 37
“Aynı evde yaşıyoruz ama birbirimiz yokmuş gibi davranıyoruz. Aynı masada yemek yerken bile konuştuklarımız birkaç kelimeyi geçmiyor ve hep birbirinin aynı. Evde varlığıyla yokluğu belli bile değil.”
AYSUN 42
“En son ne zaman baş başa bir şey yaptığımızı hatırlamıyorum bile. Çocuklar evden çıktığından beri aramızda bir mesafe var sanki. Aynı masada yemek yiyip aynı yatakta uyuyoruz ama beraber gülmeyi beraber dertleşmeyi bırakalı çok oldu. Ama evlilik böyle bir şey değil mi zaten? Sen yemek hazırlarsın, o ekmek alır gelir.”
BÜRÇE 33
“Eskiden birlikte çok eğlenirdik. Filmler izler, tavla falan oynardık mesela. Şimdi ben TV, o bilgisayar karşısında geçiyor akşamlarımız. Artık birlikte dışarı çıkmak, arkadaşlarımızla buluşmak konusunda da isteksiz. Bunalımda mıyız acaba?”
Serpil 29
“Bakıyorum da arkadaşlarıyla beraberken keyfi çok yerinde. Ama evde yalnızsak hep çok yorgun ve hep uykusu var. Ben de onu beklemekten sıkıldım. Kızlarla takıldığım zaman daha iyi vakit geçiriyorum.”
İnatlaş-ma!
İnatlaşmanın çocuklara özgü bir davranış kalıbı olduğunu zannediyorsanız çok yanılıyorsunuz. Çocuklukta “bu benim” diyerek oyuncak çekiştirmeyle başlayan inatlaşma ,bazen bilinç dışı faktörlerle “sen öyle yaparsan ben de bunu yaparım” ya da “senin annen karışıyorsa benim annem de karışacak” diye sürüp gidiyor.
İlişkilerde en çok karşılaşılan sorunlardan biri de inatlaşmaktır. Kendi düşüncesinde takılı kalan, dediğinin kabul görmesi konusunda ısrarcı davranan inatçı kişi, ısrarının olası sonuçlarını ve karşısındaki kişi için nasıl bir güvensizlik çemberi oluşturduğunun farkında olmaz. Ve benzer davranışla karşılaştığında, ilişkideki en basit konu bile aşılmaz bir engele
dönüşebilir.
Bir çok insan partnerinin çok inatçı olduğundan yakınır da kendisinin de aynı tuzağa düştüğünün farkına varmaz. Oysa en basitinden bir ip hayal edelim. Karşınızdakinin tüm gücüyle ipi kendine çektiğini düşünün. Siz de ipi bir ucundan tutup kendinize çektiğiniz sürece savaş devam edecektir. Çünkü inatlaşmak iki kişilik bir eylemdir. İpe dokunmadığınızda karşınızdaki insanın da ekstra güç uygulamasına gerek kalmayacaktır.
Ancak çoğu zaman kendimize yenik düşer ve ipe asılırız.
İnatlaşmanın çocuklara özgü bir davranış kalıbı olduğunu zannediyorsanız çok yanılıyorsunuz. Çocuklukta “bu benim” diyerek oyuncak çekiştirmeyle başlayan inatlaşma ,bazen bilinç dışı faktörlerle “sen öyle yaparsan ben de bunu yaparım” ya da “senin annen karışıyorsa benim annem de karışacak” diye sürüp gidiyor.
İlişkilerde en çok karşılaşılan sorunlardan biri de inatlaşmaktır. Kendi düşüncesinde takılı kalan, dediğinin kabul görmesi konusunda ısrarcı davranan inatçı kişi, ısrarının olası sonuçlarını ve karşısındaki kişi için nasıl bir güvensizlik çemberi oluşturduğunun farkında olmaz. Ve benzer davranışla karşılaştığında, ilişkideki en basit konu bile aşılmaz bir engele
dönüşebilir.
Bir çok insan partnerinin çok inatçı olduğundan yakınır da kendisinin de aynı tuzağa düştüğünün farkına varmaz. Oysa en basitinden bir ip hayal edelim. Karşınızdakinin tüm gücüyle ipi kendine çektiğini düşünün. Siz de ipi bir ucundan tutup kendinize çektiğiniz sürece savaş devam edecektir. Çünkü inatlaşmak iki kişilik bir eylemdir. İpe dokunmadığınızda karşınızdaki insanın da ekstra güç uygulamasına gerek kalmayacaktır.
Ancak çoğu zaman kendimize yenik düşer ve ipe asılırız. Bazen kendimizi
Elbette hiçbir ilişkiye bitecek diye başlanmaz. Niyet hep uzun soluklu ve hatta kalıcı, mutlu ve huzurlu bir ilişki yaşamaktır. Hatta birlikte yaşamak, birlikte yaşlanmaktır hayal. Ancak her ilişki bu hayale denk gelmez. Bazen kendiliğinden kırılır dökülüverir ilişki, hiç yaşanmamışçasına iz bırakmadan. Bazen birinin yüreğini kanatır, kapansa da her hatırlandığında sızlayacak bir yara bırakır. Bazen de çoktan bitmesi gerektiği halde uzar da uzar süreç.Yaşanırken, bittiğinde vereceği acıdan fazlasına mal olmasına rağmen…..
İşte asıl soru bu; bir ilişki ne zaman bitmeli? Sebep olduğu tüm mutsuzluğa rağmen, ilişki sürdürülmeli mi? Yangında ilk kurtarılacak şey, uğruna hayat feda edilecek şey bir kavram olarak “ilişki” mi?
Öncelikle neden ilişki yaşarız? Evet, yalnızlık Allaha mahsus…Evet, hepimizin, iyi günde kötü günde yanımızda bir nefese ihtiyacı var…Evet, üremek içgüdüsel bir ihtiyaç….. Sevildiğini hissetmeden insan tamamlanamaz, cinsellik temel bir fiziksel ihtiyaç, evet….. Ancak tüm bu sebeplerin üzerine, gelip geçici buluşmalar yerine, uzun soluklu ilişkiler kurma ihtiyacı hissediyoruz. Çünkü mutlu olmak, sevmek ve sevilmek, paylaşmak, destek almak istiyoruz…
Aşkın en güzel halidir flört. Kaç yaşınızda olursanız olun genç bir kız gibi hissettiren yürek çarpıntıları, aradı arayacak derken sayılan dakikalar, birlikte geçirilen vakitlerde kovalanmışcasına akıp giden saatler….
Flört, bir kadın ve erkeğin arasındaki en eğlenceli ,en şehvetli oyundur. Bir ilişkiye dönüp dönmeyeceği, dönerse nasıl bir ilişki yaşanacağı, titizlikle atılan karşılıklı hamleler sonucunda belli olur. Ancak flörtün büyüsüne kapılıp bir takım gerçekleri gözden kaçırmamak da fayda var. Evet aşk ayakları yerden kesmeli ama mantığı havalara uçurmamalı.
Flört döneminde öncelikle zevklerimizin uyumuna, hayata bakış açımızın paralelliğine, karakterlerimizin birbirine ne kadar uygun olduğuna bakarız. Bunların hepsini bir araya topladığımızda, es geçmememiz gereken önemli bir nokta ise standartlarımız. Kişisel standartlarımızı ancak biz belirleyebiliriz ve en önemlisi karşımızdaki insanın uygunluğunu analiz etmeden önce, kendi standartlarımızı belirleyebilmemiz.
Hepimizin hayatın içinde kendimiz için belirlediğimiz bir nokta, bir yaşam tarzımız var. Bazen ekonomik koşullar, çoğu zaman da zevklerimiz bu standartları belirliyor. Yani kaç yıllık bir şarap
Günümüzün büyük bir kısmını diğer insanlarla iletişim halinde geçiriyoruz. Mesai saatlerimizin önemli bir dilimi, kalabalık toplantılar ya da telefon görüşmeleriyle geçiyor. Mail trafiği, iç yazışmalar derken, gün içerisinde bir çok insanla irtibat halinde oluyoruz.
Özel hayatımız ise çoğu zaman iletişim açısından daha da zengin geçiyor. Arkadaşlarla kahve sohbetleri, dertleşmeler günü güzelleştiriyor. Eeee ne demişler…”İnsanlar konuşa konuşa anlaşır” İş ikili ilişkilere gelince, iletişim altın değerinde oluyor. Kaliteli bir sohbetin de, sorun çıktığında işi kavgaya dökmeden tartışabilmenin de yolu doğru iletişimden geçiyor.
Doğru iletişimin altın anahtarı ise, etkin dinlemek. Pekii ama ne kadar doğru dinliyoruz?
Bir çoğumuz, hele bir de muhabbet hararetliyse, dinlemek yerine karşımızdakinin cümlesini bitirmesi için sabırsızlanırız. Bir an önce sözünü bitirsin de biz de aklımızdakileri dillendirelim hevesiyle, anlatılanları dinlemek yerine, kendi cümlelerimizi toparlamaya çalışırız. Dinliyor-muş gibi görünürken, anı, karşımızdakinin konuşmasının detaylarını çoğu zaman kaçırırız.
Hele ki eşimizle, sevgilimizle yapılan tartışmalarda…. Tartışmanın yarattığı
Geçmiş beş sene öncesine döndüğümüzde, bir çok düşüncemizin, bakış açımızın ve hatta zevklerimizin değiştiğini fark ediyoruz. Hiçbir değişim olmamışsa eğer korkmak gerek, gelişmemişiz demektir. Dünya görüşümüzle birlikte ilişkiden beklentilerimiz de değişiyor elbette. Beş sene önce yakışıklı, karizmatik ve ayaklarımızı yerden kesecek ve her şeyden önce “cool” bir sevgili ararken, sonraları ayakları yere sağlam basan, ailesine sahip çıkacak, cool olmak şöyle dursun, önceden tahmin edilebilir, güven veren bir eş hayali kurabiliyoruz.
Bu değişim akla yeni bir soru getiriyor; İdeal sevgiliden ideal eş olur mu?
Yirmili yaşlarımı düşünüyorum da, azıcık serseri ruhlu, özgürlüğüne düşkün, sürprizlerle dolu tipler gözüme daha bir çekici gelirdi. Belki de tam olarak güvenememenin verdiği endişeydi kalp çarpıntılarını doğuran. Dizi filmlerdeki karizmatik ve cool karakterlerin ruhu kıpırdattığını yadsıyamayız. Yoksa Issız Adam rolündeki Cemal Hünal’ın, Lost’daki Sawyer’in tüm arıza hallerine rağmen bu kadar beğenilmesini nasıl açıklarız.
Yaş ilerledikçe, ilişki anlayışı da, beklentiler de değişiyor. Olgunlukla beraber, hayattaki sorumluluklar da arttıkça, yükü paylaşan,
İlişki deyince beklentilerimiz genelde benzerdir. Öncelikle sevilmeyi, önemsenmeyi bekleriz. Değer görmek, ilgi, destek ihtiyacımız, ilişkiden beklentilerimizden bazılarıdır. Kişiden kişiye önceliklerimiz fark etse de, hepsinin toplamında bize mutluluk verecek bir ilişkiye ihtiyaç duyarız. Saygı, güven, sadakat hepimiz için ilişkinin olmazsa olmazlarıdır.
Araştırmalar kadınların ve erkeklerin ilişkiden beklentilerinin benzer olduğunu ancak genel anlamda öncelik sıralarının farklı olduğunu gösteriyor. Örneğin, erkeklerin öncelik listesinde kadının kendisine güvendiğini hissettirmesi ve kendisini desteklemesi daha üst sıralarda yer alırken, kadın eşinin kendisine ayırması gereken vakitle ilgili beklentisini daha üst sıralara yerleştirebiliyor.
Fakat bu benzerlikler beraberinde kocaman bir soru işaretini de getiriyor; Kadın ve erkeğin bir ilişkiden beklentilerinin bu kadar benzer olmasına rağmen, nedir alıp veremedikleri? Neden her ilişki mutlu mesut, huzur içinde gitmiyor? İki insan aynı evin içinde birbirini severken ve sevgi beklerken, neden sevilmediğini hissediyor?
Yağmur ve Ersoy’un ilişkisi de aynı girdabın içinde tükenmek üzere. İkisi de birbirini çok seviyor,