Şunu hepimiz çok iyi biliyoruz: Petrolü yöneten, ülkeleri yönetir. Toprağı yöneten de, insanı yönetir. Farkında olsak da olmasak da bir ülkenin kendi toprağını nasıl kullandığı, aslında onun gücünü en çok belirleyen şey. Topraktan elde ettiği gelir ve üretim bir yana, üzerinde yaşayan insanların sağlığı da o topraktan geçiyor sonuçta.
Tarım büyüyor
Bu günlerde virüsle mücadele ederken herhalde en çok da bunu anladık. İnsan hayatı şak diye geldi dünyanın merkezine oturdu. Hem de bugüne kadar sistemin hep yok saydığı insanın hayatı. Bağışıklığımızı güçlendirelim derken ne yiyip ne içtiğimize daha önem verir olduk. Zaten bu değişim rakamlara da yansıdı:
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı ikinci çeyrek büyüme rakamlarına göre, Türkiye ekonomisi ikinci çeyrekte yüzde 9.9 küçüldü ama buna rağmen aynı dönemde tarım sektörü yüzde 4 büyüdü! Gayri safi yurt içi hasıla verilerine baktığınızda da en fazla
Koronayla birlikte hayatlarımızda, sistemlerde, dünyada birçok değişiklik olduğunu yazıp çiziyoruz sürekli. Ne var ki bu değişikliklerden çoğu bir anda ortaya çıkmadı. Zaten bir süredir gelmekte olan, hissettiğimiz, yaşadığımız dönüşümlerdi. Bu salgınla birlikte sadece çok daha hızlandılar. Daha gözle görülür, elle tutulur oldular.
Çin-ABD soğuk savaşı
Tanık olduğumuz değişimlerden biri, Çin’in dünya sahnesine çıkışı. Her ne kadar virüs Çin’den kaynaklanıp dünyaya yayılmış, bu yüzden de ilk başta Çin’i vuracakmış gibi görünmüş olsa da... Salgınla mücadelede iyi bir sınav vermesi, ekonomik çarkını hızla yeniden döndürmesi, G20 ülkeleri arasında bu yıl sonuna kadar büyüme kaydetmiş tek ülke olacak olması... Çin’in gücünü çok artırmış görünüyor.
Yani ABD hegemonyası altındaki tek kutuplu dünya düzeni bitti. Şimdi olanlar, çift kutuplu yeni bir düzenin ayak sesleri. Hakeza, geçtiğimiz hafta
Bazı değişimler var olan sistemin içinde olur. Yani sistem değişikliğe uğrayarak devam eder. Ki buna “yatay” değişim diyebiliriz.
Bazı değişimler ise, sistemin kendisini dönüştürür. Yani değişim o kadar derindir ki topyekûn yeni bir düzen oluşur. Buna da yapısal ya da “dikey” değişim diyebiliriz.
İşte şu an böyle bir evredeyiz. Kovid-19 öncesi hâkim olan sistem kökünden, derinden, içeriden dönüşüyor. Birkaç yıl sonrasında ete kemiğe bürünecek olan yeni bir dünya düzenine geçiyoruz. Şu anda da bunun sancılarını yaşıyoruz. Uyumlanmaya çalışıyoruz.
Bu sürece daha hızlı uyumlanan bireyler, kurumlar, ülkeler ise şimdi hızla öne çıkıyor. Onlardan oluşan yeni bir “dünya ligi” meydana geliyor.
Çin-ABD rekabeti
Çin de bu yeni dönemin kodlarını doğru okuyup hayata geçiren ülke olarak başı çekiyor. Bunu da en açık olarak teknoloji üzerinden yapıyor. Teknoloji altyapısı o kadar güçlü ve ileri seviyede ki salgını bu sayede atlatıp ekonomisini
"İnsanlık tarihi, insanın karşılaştığı sorunlarla mücadele etme ve onları yenme tarihidir. Biz insanlar, şu an bir virüsle mücadele ediyoruz. Kovid-19 süreci dünyanın son 100 yılda geçirdiği en büyük değişimleri getiriyor.
Artık insan hayatını ve sağlığını en öne koymak zorundayız. Bunu da ancak hep birlikte başarabiliriz. O nedenle küresel bir mücadele yöntemi oluşturmalıyız. Dünya üzerinde ekonomik ve sosyal düzeni ve canlılığı yeniden sağlamak için bunu başarmaya mecburuz. Sadece kendi ülkemizi değil, ancak tüm dünyanın iyileşmesini düşünerek bunu yapabiliriz.”
İnsan merkezde
Bu çarpıcı sözler, geçtiğimiz hafta Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in Birleşmiş Milletler’in (BM) 75. Genel Kurul zirvesindeki konuşmasından. Cinping’in bu sözlerinin tarihe geçeceği kesin. Zira Pekin, yerkürede liderliği devralmaya hazırlanıyor ve bunun işaretlerini ne zamandır veriyor. Ancak tam da bugün, koronayla birlikte dünyada gerçekleşen derin dönüşümün eşiğinde, insanoğlu yepyeni bir
Geçen gün havaalanında uçağa binmeden, güvenlik kontrolündeyken, polis önümdeki kadını durdurdu. Çantasında izin verilen miktarı aşan bir sıvı şişesinin olduğunu söyledi. Kadın yolcu “Evet, yanımda kolonya var” deyince, şişeyi bırakmasını istedi. Ama aldığı “Bırakamam polis bey, yoksa korona olurum” cevabı karşısında kolonya şişesine geçit verdi.
Evet, yeni bir dönemdeyiz. Her şey kökten değişiyor. 11 Eylül saldırıları sonrasında tüm dünyaya yayılan güvenlik önlemleri bile çöktü işte. Mesele insan sağlığı olunca, insanın gözü terör bile görmüyor gördüğünüz gibi. O kolonya şişesi bir anda her şeyin önüne geçiyor. Çünkü sonuçta her şey insanlar için. Bizim için. Kovid-19 süreci bize bunu öğretiyor. Her şeyin başına ve merkezine kendimizi koymamız gerektiğini.
İnsan için teknoloji
Tam da bu sebepten, ekonomik düzen de değişiyor. Yerküreye bir virüs çarptığında tüm sistemin nasıl kifayetsiz kaldığını
Tabii ki salgın bitecek, gidecek. Aşı çıksın çıkmasın, bu da geçecek. Ekonomi yine büyüyecek, misafirliklere yine gidilecek. Gün gelecek birbirimize 1.5 metreden daha yakınlaşıp kucaklaşacağız elbette. Ama bazı şeyler artık hiç değişmeyecek. Tüm dünyayı bir anda olağanüstü hale sokan ve tüm insanoğluna aynı deneyimi yaşatan bu pandemi sonrasında, yeni bir düzene uyanmış olacağız. Şu an kökten, ta derinden değişen sistemin yeniliklerini daha açık göreceğiz o zaman.
Değişen ekonomik düzen
Bir önceki yazımda, Çin’de salgının kontrol altına alındığını, ekonominin salgın öncesi haline dönmek üzere olduğunu, hayatın da yeniden canlandığını yazmıştım. Ancak! Hiçbir şey eskisi gibi değil. Kökten değişen düzen, bundan böyle bizimle.
Bu değişimin başında da “dijital devrim” geliyor. Her ne kadar bizde Çin’deki kadar ileri ve yaygın seviyelere ulaşmış olmasa da, yine de dijitalleşme bizim de hayatlarımızı daha da sardı. İnternet üzerinden alışverişin ve sosyalleşmenin artması, vaka sayısını takip etmek için cep
İnsanın kendi hayatının değiştiğini kabul etmesi nedense çok zor oluyor. Yaşamının merkezindeki şey bile değişmiş olsa, yine de “Her şey yeniden eskisi gibi” olacak inancından bir türlü kendini kurtaramıyor. Hani Şems-i Tebrizi’nin meşhur “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?” deyişindeki gibi... İnsan altlar-üstler birbirine karışmasın istiyor. Yeniliğe, değişime direniyor.
Bunu aklıma getiren, hepimizin şu pandemi döneminde olan bitene bakışımız oldu. Hep bir “Ne zaman normale döneceğiz?” sorusu gündemde. Her şey ne zaman eskisi gibi olacak? Bunu konuşup, bunu sorup duruyoruz... Oysaki şunu görmekten kaçıyoruz: Bir şeyler kökten, derinden değişti. Bundan böyle “eski normal”e dönüş yok. Artık yeni bir normal var. Yeni bir düzen ve buna göre yeni alışkanlıklar var. Buna da ne kadar çabuk adapte olursanız, o kadar rahat edersiniz. Özellikle de ülkeler olarak. Çünkü eski kodlarla yeniyi anlayamazsınız.
&Cc
“Sporun insanları birleştirici gücü başka çok az şeyde vardır. Spor bir zamanlar sadece çaresizlik olan yerde umut yaratır. Spor ırk engellerini ortadan kaldırır. Spor, ayrımcılıkla neredeyse dalga geçer. Spor insanlarla anladıkları bir dilde konuşur.”
Bu sözler, efsanevi lider Nelson Mandela’ya ait. Mandela Güney Afrika’da Apartheid rejimini -yani beyazların siyahilere uyguladığı kıyımı- büyük oranda futbolla bitirmişti. Ülkesinde en önemli birleştirici unsur olarak sporu kullandı. Zaten kendisi de bir futbol âşığıydı.
Birleştirici spor
Bunun örnekleri bizde de var. 20 yıl önce hayatını bir suikastla kaybeden, Diyarbakır’ın efsanevi Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, terörün tavan yaptığı yıllarda çok iddialı bir laf etmişti: “Bölgenin kaderini sporla değiştireceğiz”. Bu uğurda da çok yol kat etti. Hem Diyarbakırspor’un futbol maçlarına büyük önem verdi. Mesela ulusal kanallarda öne çıkardı. Hem de bazı milli takımların (hentbol gibi) bir dönem tüm maçlarının