“Gazetelerde hep okumuşumdur benzer haberleri:
- Vira bismillah. Balıkçılar sefere başladı. Hamside bolluk.
- Hadi hayırlısı; Orman köylüleri mantar, kestane, yaban çileği... hasadına başladı.
Gibi...
Ama hiçbir zaman balıkçıların balıkları beslediğini, orman köylüsünün ağaçlara gübre verip yaban otları temizlediğini duymadım.
Hiçbir avcının kuşları, yabani ördekleri beslediğini görmedim.
Bu kadar acımasız bir şekilde sömürdüğümüz dünya düzeninde (daha doğrusu düzensizliğinde) değişiklik yapmak istiyoruz ama nasıl olması gerektiğini bilmiyoruz.
Aslında biliyoruz da, daha uygulamaya koyamadık. Az kaldı...
"Adamın sırtına oturmuşum, boğarcasına, kendimi taşıtıyorum. Ama hem kendimi hem başkalarını temin ederim ki haline çok üzülüyorum ve yükünü hafifletmek için elimden geleni yapmak istiyorum, sırtından kalkmak hariç."
Diye yazmış Tolstoy. Bu cümleleri bana doğaya, dünyaya yaptıklarımızı hatırlattı. Sürekli “iklim krizi, sürdürülebilirlik, çevre kirliliği” falan diyoruz. Güya doğaya, havaya, suya, toprağa verdiğimiz zarara üzülüyoruz. Göstermelik “sıfır atık, geri dönüşüm” gibi kelimeler kullanıp dünya için bir şeyler yapıyormuşuz havası veriyoruz kendimize ve etrafımıza. Ama işte bir türlü doğanın sırtından inmiyoruz. İnmeye bile yeltenmiyoruz.
O ise gürül gürül, tüm bolluğuyla bereketiyle bize akmaya devam ediyor. Suyuyla, toprağıyla, havasıyla bedava ve sonsuz veriyor. Ama bizim kurduğumuz yağmacı, hoyrat sistemle gitgide tükeniyor. Yok oluyor.
Fosil yakıt artışta
Artık ya gerçekten, samimiyetle bir şeyler yapalım ya da bu göstermelik çabaları bırakalım. Beni bu
Artık adını koyalım: Nasıl ki Taş Devri, Rönesans, Aydınlanma Çağı gibi isimleri var bazı dönemlerin tarihte, işte bu dönem de öyle bir isimle anılacak ileride. İster Korona Devri deyin, ister Kovid Çağı. Adının ne olduğu önemli değil. Ama şurası kesin: Bu dönem insanlığın, dünyanın dönüşümünde o derece önemli bir eşik.
Kanıt mı istiyorsunuz? 10 gün önce sanal olarak yapılan G-20 zirvesinde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, salgının en başından beri kullandıkları QR sistemini tüm dünyaya yaymayı teklif etti. Çinlilerin mecburen telefonlarına yükledikleri QR kodu üzerinden korona vakalarını ve kısıtlamaları kontrol eden sistemden bahsediyorum. İşte Cinping; küresel bir mekanizma kurulmasını ve dünyanın tüm ülkelerinde vatandaşların aynı merkezden kontrol edilmesini önerdi.
Küresel köy
“Dünya bir gün küresel bir köy olacak” diyorduk zaten hepimiz. “Küresel düşün, yerel hareket et” de diyorduk. Ama artık o eşiği çoktan geçtik. Yerel hareket etme şansımız kalmadı.
Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti, cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
Demiş Hz. Mevlana.
Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sâdık yârim kara topraktır
Adem’den bu deme neslimi getirdi
Bana türlü türlü meyva yedirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Geldi yine yasaklar. Her ne kadar bu defa çok sert olmasalar da...
Virüsün gitgide daha kolay bulaşması, beklenen yeni salgınlar, onlara yetişemeyen aşılar... Tüm bu sürecin bize söylemeye çalıştığı şey çok net aslında: Değişin!
Yeni hibrit
Nasıl mı? Evden çalışın, uzaktan eğitim yapın, internetten alışverişe başlayın, spor vs etkinliklerinizi online halledin derken; mekândan bağımsız yaşamaya davet ediyor bizi bu salgın. Şehirlerin dışına, kırsala, daha az tüketmeye, daha insanca ve sade yaşamaya itekliyor hepimizi. Aslında zaten gelmekteydi gelmiş olan. 20 yıldır tam da bu dönüşümün içindeydik, fakat şu birkaç ayda son 20 yıllık dönüşümden çok daha fazlasını yaşadık. Değişim süper hızlandı. “Hadi artık!” diyor şimdi bize.
Tabii ki bu evrim kolay gerçekleşmiyor. Geniş kitleler işini kaybediyor. Herkes alışkanlıklarını, hayat tarzını değiştirmek zorunda kalıyor. Ama buna mukabil bu “dijital dönüşüm” yeni sektörler doğuruyor. Teknolojik yenilikler ve yeni e-faaliyetler, yeni iş imkânları sağlıyor. Bununla
“Bu gibi salgınların ardından insanoğlunun en parlak, en aydınlık dönemleri gelmiştir hep. Böyle zamanlar zorlar insanları. Bu da beklenmedik sonuçlar, yeni oluşumlar ortaya çıkarır. Neredeyse her salgından sonra bir devrim olmuştur diyebiliriz tarihte” diyor telefonda konuştuğum Prof. Dr. Filiz Özer. Türkiye’nin en tanınmış mimarlık tarihçilerinden olan Özer, hemen ardından bir sürü örnek sıralıyor geçmişten.
Mesela ortopedik yatak, koltuk, sandalyelerin nasıl ortaya çıktığını biliyor muydunuz? İkinci Dünya Savaşı’nda yaralı askerleri sedyeyle taşıyan bir mimardan! Askerleri sedye üzerinde rahat ettireyim derken öğreniyor anatomiyi ve ona uygun yatma-oturma şekillerini.
Yine geçtiğimiz hafta mimar bir arkadaşım anlattı. Salgında “Elleri bol bol yıkayın” diyoruz ama dünya üzerinde neredeyse 2 milyar insanın suya erişimi yok. İşte Afrikalı genç bir mimar da buradan yola çıkarak, su yerine jel kullanılabilen “kuru banyo” modelini bulmuş.
Yani zor koşullar insanı yaratıcı çözümler bulmaya itiyor. Sadece
Duymuşsunuzdur, Danimarka’da vizon çiftliklerinden yeni bir koronavirüs hızla yayılmaya başladı. 200’den fazla kişiye bulaşması üzerine de İngiltere gibi bazı ülkeler Danimarka giriş-çıkışlarını kapattılar. Danimarka hükümeti de ülkedeki 17 milyon vizonun öldürüleceğini açıkladı. İnsanlar kürk giyecek diye o çiftliklere tıkılan zavallı vizonlara mı üzülelim? Koronanın mutasyona uğramasına mı?
Doğayla tuhaf ilişki
Kovid-19 da zaten ilk başta Çin’deki yarasa pazarlarından insanlara yayılmadı mı? Malum, bu virüsün Çin’de sokaklara kurulan hayvan pazarlarında satılan ve yenilen yarasalardan kaynaklandığı söyleniyor. Yani aslında yaban hayvanlarını olmaları gereken yerden (doğadan) alıkoyup, hijyenik ve doğal olmayan şartlarda insanla iç içe getirmekten. Yoksa bir yarasa neden virüs taşısın ki?
Zaten uzmanlar doğal eko-sistemlerin tahrip edilmesi, ormansızlaşma, yaban hayvanlarının yasa dışı ticareti sonucunda virüs gibi patojenlerin hayvanlardan insanlara geçtiğini ortaya koyuyor. Doğal yaşamdan koparılan hayvan