Son günlerde siyasetin amasız, fakatsız birlik olması ve tepki vermesi gereken olaylar yaşıyoruz. Bir yandan da 31 Mart’taki sandık yarışına dönük faaliyetler devam ediyor. Başkan adaylarının tamamı henüz netleşmedi ama herkes kazanmak iddiasında. Bu elbette ki olması gereken bir durum. Hiçbir partinin ya da siyasinin “Biz değil, o kazanır” demesi beklenemez ancak olabilirliğinin sadece siyaset mühendisliği ve kâğıt üstündeki toplama çıkarmalarla izah edilemeyeceği de bir gerçek. Hele de önceki seçimlere göre darmadağın bir görüntü veren muhalefet açısından... Dün “kanka” havasındakiler, bugün birbirlerine rakip, hatta hasım durumundalar. Hür ve bağımsız olarak kendi logoları, adaylarıyla seçime girip seçmen nezdindeki gerçek güçlerini de test edecekler. Daha doğrusu toplumsal karşılıkları ortaya çıkacak. Dolayısıyla “Başarısız olursak sahneden çekilmek zorunda kalabiliriz” gerçekliği de peşinen karabasan gibi çökmüş vaziyette. Bu sadece koltuğa oynayanlar için değil, her siyasi aktör ya da parti ve siyasetteki varlık hesaplarını onlara göre yapanlar içinde geçerli. Yani partiler, adaylar ve popüler isimler kadar siyasetteki varlıklarını o isimlere endekslemiş olanlar da var bu kapsamda. Bu anlamda “kazanmayı, partisinin sandıkta kaybetmesi” üzerine kurgulayanlar da söz konusu bir yandan da. Özellikle de üç başlı bir görüntü veren ana muhalefet partisi CHP’de.
***
Malum CHP’nin kurultayda seçilmiş bir görünür Genel Başkanı Özgür Özel var. Ama görünürde olmayan, daha çok da perde arkasındaki müdahalelerle “güç bende” diyen bir Ekrem İmamoğlu gerçekliği de söz konusu. Bir de siyaseti bırakmadığını söyleyen ve açtığı ofisiyle alternatif bir genel merkez havası veren Kemal Kılıçdaroğlu’nun varlığı. Çünkü o da şimdiye kadar muhalefetin en yüksek oyunu ben aldım diyor, hırsı devam ediyor hatta katlanmış gibi. Çevresindeki ekibi de bu yönde pompalıyor. CHP’de üç ayrı dinamik ya da parti içi dengeler anlamında kritik bir üçgen söz konusu yani. Bu üçgenin görüntüsü de “Eşkenar, çeşitkenar, ikizkenar” olarak göreceli bir algı veriyor. Bir bakıyorsun güç dengeleri hepsinde de eşit, eşkenar gibi duruyor ama gelişmelere göre farklı, çeşitkenar da sanılıyor. Ya da Kılıçdaroğlu-Özel yakınlaşması veya İmamoğlu-Özel dayanışması havasıyla da birden ikizkenar üçgenler durumuna da evriliyor. Hal böyle olunca da bu üçgen hattında siyasi beklentilere dönük gel-gitler halinde sürekli dalgalanmalar, hareketlenmeler, yaşanıyor. Bunun da 31 Mart akşamına kadar devam edeceği, sandıktan çıkacak sonuca göre de 1 Nisan itibarıyla başka bir boyuta, görüntüye evrileceği de açık. Mesela İmamoğlu’nun açık ara kaybetmesi olasılığında Kılıçdaroğlu ve çevresinin yeni bir kurultay ve koltuk beklentisi ya da tersi kazanması durumunda hepten bunu unutması gibi. Veya İmamoğlu’nun burun farkıyla kaybetme olasılığında Genel başkanlığa talip olup Özgür Özel’i koltuğundan etme hesabıyla ikisinin siyaseten kapışması...
***
Açıkçası, dememiz o ki siyasette eline kâğıdı kalemi ya da hesap makinesini alan herkes var olan ve olası görünen, görünmeyen destekler üzerinden sandığa dönük öngörülerde bulunuyor. Hepsi de kazanmak üzerine. Ama bir o kadar da yanılgı olasılığıyla. Dahası, bu seçim bugüne kadar olanlardaki gibi siyasilerin sandık sonuçlarında kendileri açısından pozitif yanlarını öne çıkarıp, “Kaybettik ama aslında biz kazandık” gibisinden hikâyelere pek yatkın değil. Özellikle bazılarının kaybetmeleri halinde parti içindeki koltuk hesaplaşmaları ve başkalarının kazanma durumu var. Dolayısıyla siyasette söz sahibi olmak, var olmak için, gerçekten başarılı bir sonuç şart. Yani bu sandık siyasette varlık ve yokluk seçimi de bir anlamda...