Türkiye’de 116 aktif siyasi partinin bulunduğunu duyuran İçişleri Bakanlığı, 40 partinin 2020-2021 yılında kurulduğunu açıkladı. Yani ülkenin siyaset manzarasında tam anlamıyla bir parti kurma furyasıdır gidiyor. Peki, ne oldu da ülkede siyasetin cazibesi pik yaptı? Birden bu kadar çok siyaset heveslisi çıktı, çıkıyor? Bu sadece ittifak sisteminin yarattığı doğal bir sonuç, iktidar veya muhalefet blokunun 50 artı 1 hesaplarına dönük oyunlar, kurgular mı? Yoksa hem iktidar hem muhalefet kanadındaki yıpranma ile geçmişteki pazarlık ve bu yolla parlamentoya kolaylıkla girme örneklerinin siyaset sevdalılarını daha da cesaretlendirmesi mi? Ya da daha başka hesaplar, beklentiler de söz konusu mu? Çünkü vatandaşa sorsan bu partilerin çoğunun adını, logosunu dahi bilmez, genel başkanlarını tanımaz. Evet, matruşka gibi birbirlerinin içinden çıkmış, birbirinin benzeri partiler var ve onların başındakiler tanıdık bildik isimler, hatta söylemlerde örtüşmeler bile söz konusu ama çoğunluk, daha ziyade, adı sanı pek fazla bilinmeyen kişi ya da kişilerden oluşuyor. Tamam, bu demokrasi gereği, çok seslilik ve katılım anlamında iyi, ancak bunun da doğru düzgün yapılma boyutu sıkıntılı. Çünkü siyasetin eskilerdeki “Çiledir, sabır işidir; iddian, inancın, ufkun, projen olacak” gibisinden klasik anlamdaki tanımı falan şimdilerde hikâye. Varsa yoksa, kişisel beklentiler hep ön planda. Elbette mevcutlar ile yeni kurulanlar arasında bu işi yasaya, kurallara uygun, hakkıyla yapan, siyasi iddiasını ortaya koyan ve bu anlamda işaretler veren, yoğun faaliyet içinde olan partiler de var ama görüntü daha çok kişisel menfaatler, beklentiler şıkkından yana. Dolayısıyla, bu 116 partinin yarısından fazlasının siyasi partiler yönünde yasanın amir hükümlerini yerine getirmediği için feshedilmesi gerektiğini savunan ve bu gibi tabela partilerine karşı yıllardır mücadele veren 17. dönem İstanbul Milletvekili Yılmaz Hastürk şöyle diyor:
“Parti kurmak çok kolay. 33 kişiyi toplarsın, bunların siyaset yapma manileri yoksa yani daha evvel dolandırıcılık, sahtecilik bilmem ne gibi suçlardan yargılanmış, ceza almamışsa, götürür dilekçeyi teslim edersin, okey verirler, kurarsın. Ama asıl bundan sonrası önemli. Bir partinin seçime girebilmesi için 41 ilde ve 41 ilin en az üçte bir ilçesinde kongre yapıp, delege tespit edip, büyük kongresini yapması, seçim tarihinden altı ay evvel de bu işi bitirmesi gerekiyor. Bu da öyle kolay iş değil. Ama bazıları büyük kongre yapmadan, kurucular kuruluyla yaptıkları toplantıyı birinci büyük kongre diye değerlendirtiyorlar. Ve her siyasi partinin en az 5-6 trilyona ihtiyacı var. Çünkü bugün en küçük bir yerde dahi ilçe binasının kirası 5 bin lira, bir ilçenin kurulması, kongreye gitmesi 70-80 bin liranın üzerindedir. Seçime iştirak edip barajı aşanlar devlet yardımı alıyor, onların bir dertleri yok ama yeni kurulmuş partinin bir tabela yazdırıp asması dahi 3-5 bin lira. Tefrişat, tahta iskemle koysan, en az 15-20 bin lira tutar, karşılayamazsın. Dolayısıyla, bu kadar çok arttığına göre bir beklentinin eseridir bu. Beklentinin adı da açık nüfuz ticareti.”
Nasıl yani?
“Bu 116 partinin en az az 30’u, 40’ı küçük ilçelerde faaliyet halindedir. Bunların her birinin 30-40 yönetim kurulu, disiplin kurulu, vs. var. Bunları da çarptığınız zaman Türkiye’de 3-4 bin kişi siyasetle iştigal ediyormuş gibi gözüküp gemisini yürütmektedir. Mesela bürokrasiyle temas kurarlar, ilçe başkanı, yardımcısı, yönetim kurulu üyesi gibi payelerle kendilerini kamudaki önemli konularda önemli yerlerde değerlendirirler. Küçük illerde ve ilçelerde bu son derece önemlidir. Bir de eğer partiye üç beş kuruş veren varsa parti ilçe binasını kendilerinin kıraathanesi olarak kullanırlar. Gelirler, yerler içerler, tavla oynarlar. Tabii bir de geçmişte örnekleri görüldüğü gibi kumarhane gibi kirli işlerde kullanılma durumu da olabiliyor. Falanca partinin ilçe başkanlığı diye tabelayı astı mıydı pek kimsenin gelemeyeceğini, bir şey demeyeceğini zannederler. Büyük çoğunlukla da öyle olur. Ya da mesela karakola birisi düşer. İlçe Başkanı olarak karakola gider, “Bakanı, Meclis Başkanı’nı, filanca milletvekilini arayayım mı?” diye eser, gürler. Genellikle bürokraside emniyet kadrosu da olsa şikâyet edilmekten çekinirler, onun için de kapatılacak bir şeyse acele kapatılır konu. Bu az bir şey değil bu tür insanlar için. Nüfuz ticareti Türkiye’nin siyasetteki kanayan yarasıdır.”
Özetle; siyasi arena kıpır kıpır. Bir yanda ittifak bileşenleri arasında denge hesapları, yeni birliktelik arayışları ve aday kim olacak, olmalı çekişmeleri yaşanıyor. Diğer yanda da ucundan ya da dolaylı olarak ittifaklara tutunma arayışları içinde olan bazı partiler ve kişiler söz konusu. Tabii bir de tabela partileri olarak nitelendirilen ve pek bir etkinlikte bulunmayan ama farklı beklentiler içinde olan yapılar var. Onların da adlarında siyaset geçiyor ama bu daha çok kişisel menfaat faaliyetlerini kamuflaj niyetine! Yani siyasi cazibenin pik yapmasında herkesin hesabı başka.