Suriye’den çekiliyorum diyen ABD, “barışı koruma” göreviyle yaklaşık 200 askerin bir süre daha bu ülkede kalacağını duyurdu. Tabii yersen... Çünkü Trump çekilme açıklamasını (17 Aralık 2018) yaptığında ABD’nin Suriye’de 2000 askeri vardı. O günden bu yana da çekilme kararı ve sürecin nasıl işleyeceğine ilişkin tartışmaların dışında pek bir gelişme olmadı, aksine 15-20 gün kadar önce ABD’den 600 ilave asker geldi Suriye’ye. Bu arada da 50 TIR jeneratör, iş makinaları ve buna benzer lojistik malzeme de getirdiler. Yani çekilme açıklaması ve kararlılığını gösteren Trump’ın bunun işaret fişeğini atmasından sonra Suriye’deki ABD askerinin sayısı 2000’den 2 bin 600’e çıktı, lojistik malzemelerin donatım miktarı da arttı. Dolayısıyla da ABD’nin gerçekte çekilme gibi bir niyetinin olmadığı çok açık. Hele de 200 askerinin bölgede kalacağını duyurmasından sonra... Niyesini Emekli Tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu anlatıyor:
“Diyelim ki 2600 askerden 200’ü kaldı, 2400 ünü çektiler. Nereye? Bir bölümünü Irak’ın batısında Suriye sınırına yakın olan yerdeki ABD’nin çok modern en büyük askeri üssü El Anbar’a, bir bölümünü de ABD topraklarına... Ama bunları çekerken de en azından PYD/PKK için
Kılıçdaroğlu’nun aday listelerinde akraba bağı olanların istifasını isteyeceği ve onların yerine liyakate dayalı isimlere yer verileceğine dönük çıkışı gerçekten kulağa hoş gelen sözler ama sadece o kadar... Şöyle ki; CHP’deki kırgın, küskünlerin iddiası neydi? Aday tespitlerinde liyakatten çok, genel merkeze yakınlık, genel başkana sadakat göz önüne alındı, Kılıçdaroğlu’nun yakın çevresindeki hemen herkes kenarlara, köşelere kendi adamlarını yerleştirdi. Ancak bunlar değil dikkate alınmak, tam anlamıyla dediğim dedik, çaldığım düdük ve de giden gider, kalan sağlar bizimdir havasıyla tam yol aday atamalarına devam edildi. Dolayısıyla da Kılıçdaroğlu’nun şimdilerdeki belediye meclis üyeliği listelerini mercek altına alma ve “liyakate dayalı adaylar” sözleri de hamleden ziyade bir manevra izlenimi veriyor. Özellikle de listelerin seçim kurullarına teslim edildiği dikkate alındığında... Çünkü artık inisiyatif Kılıçdaroğlu’nda değil, doğrudan listedeki adayda. Yani aday istifa etmem diye diretirse CHP kurmaylarının yapabileceği bir şey yok. Ki bu konuda geçmişten alınacak dersler de var. Bir örneğini dün konuştuğum deneyimli CHP’li anlatıyor:
“Seçim kuruluna listeleri verdikten sonra
FETÖ’yle mücadelede asker, polis, yargıya sızmış on binlerce kripto hain deşifre edildi ve kurumlarıyla ilişikleri kesildi, halen de temizlik tam gaz devam ediyor. Ankara, İstanbul ve İzmir başsavcılıklarınca Türkiye genelinde başlatılan operasyonlar da bunun son örnekleri. Yani kripto mripto artık hikâye, hepsi tek tek ete kemiğe bürünüyor... Daha da önemlisi şu ana dek binlerce kişi de itirafçı oldu, oluyor. Örneğin daha iki gün önce 677 ankesör operasyonunda 9 bin 352 kişinin gözaltına alındığı, bunların da yüzde 46’sının itirafçı olduğu medyaya yansıdı. Ki bu da örgütün çözülmesine dönük yol alındığını gösteriyor. Çünkü temizlik oluyordu ama FETÖ algı operasyonlarıyla elemanlarına umut vererek onların itirafçı olmalarını, yani çözülmeyi engellemeye çalışıyordu. Dolayısıyla da şimdilerdeki itirafçı sayısının fazlalığı FETÖ belasını bertaraf etmek anlamında son derece önemli bir gelişme. Hem örgütün çözülmesi hem de itirafçıların söylediklerinin doğruluğunun artık kolaylıkla test edilebilir hale geldiğini göstermesi açısından. Nasılını ve niyesini Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski başsavcısı, emekli Albay Ahmet Zeki Üçok anlatıyor:
“Genelkurmay Başkanlığı’nda Partigöç’ün
CHP’nin kaleleri olarak görülen bazı il ve ilçelerde aday gösterilmeyen isimlerin DSP’ye geçerek aday olması, oyların bölünmesi kaygısını da beraberinde getirdi. Aslında buna “bölünme rakibe yarayacak” sendromu hortladı demek daha doğru. Çünkü bu konuda siyasi tarihimizden ders alınması gereken fazlasıyla örnek var. Özellikle de 1994 ve 1999 yerel seçimlerinde İstanbul ile Ankara’da yaşananlar gibi... Ve bugünkü bıçak sırtı dengeler dikkate alındığında bu risk daha da fazla. Dolayısıyla da suçlamalar ve endişeler had safhada. Şöyle ki; CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek 24 Haziran’da DSP’nin seçimlere sokulmadığı, şimdi ise CHP’yi zayıflatmak için kullanıldığı imasında bulunarak, bunun bir proje olabileceğini savundu. Yine bazı CHP’liler de DSP’ye geçenleri koltuk bencilliği ve ilkesizlikle eleştirdi, eleştiriyor. Tabii bunlara karşı “adayları açıklamada süre uzadıkça partide gerginlik arttı, tartışma yaşandı, bu da doğal olarak kırgınlık ve küskünlüğü körükledi. Bunların sonucunda da CHP içinde kırılan, dökülen ve partiye sırtını dönenlerden bazıları soluğu DSP’de aldı. CHP yönetimi bu kırgınlıkları bile sağlıklı bir politikayla asgariye indiremedi ve kendi oylarının
CHP’de genel merkez sandıkta başarıya odaklandık diyor ama kırgınlıklar, istifalar ve şok manifestolarla partideki görüntü ciddi anlamda sıkıntı sinyali veriyor. O nedenle de partide birlik ve bütünlük arayışları, çağrıları yoğunlaşmış durumda. Ki aday tanıtım toplantısından sonra eski genel başkanlar Altan Öymen, Hikmet Çetin ve Murat Karayalçın’ı Ankara’da yemekte bir araya getiren ana neden de bu. Yani 24 Haziran seçimlerinin ardından CHP’de yaşanan olağanüstü kurultay krizinde arabuluculuk yapan üç önemli isim de şimdilerde partideki iç tartışmalar ve çıkış yollarına dönük çaba içindeler. Dolayısıyla da CHP’deki kırgınlık ve küskünlüklerle ilgili yazılarımız nedeniyle Murat Karayalçın aradığında kendisine öncelikle basına gözükmemekte özen gösterilen Ankara’daki o yemeği sordum. O da anlattı:
“Genel başkanın daveti üzerine üçümüz de Ankara’daki törendeydik. Törenden sonra arkadaşlarımı davet ettim, Göksu Lokantası’nda bir yemek yedik. Partinin durumunu konuştuk doğal olarak. Ben düşüncelerimi paylaştım, herkes kendi düşüncesini açıkladı. Ve ortak düşüncemiz şu oldu. En üst düzeyde partide bir bütünlük sağlanmalıdır. Herkes seçime kadar iktidar hedefine kilitlenmelidir. Seçimden
Aday tespitlerinde liyakat ilkesinin bir kenara bırakıldığı ve şahsi yakınlıkların ön plana çıkarıldığı gerekçesiyle partide yakın çevresi dışında dört bir koldan şimşekleri üzerine çeken Kılıçdaroğlu’nun eleştirilere yanıtı “Yeni bir gelenek başlatıyoruz, ilçe belediye başkanlarını büyükşehir adayı gösterdik” oldu. Kılıçdaroğlu bunları söylerken de aday gösterilmedikleri gerekçesiyle CHP’den istifa eden belediye başkanlarına yenileri eklendi. Yani eski ve yeni gelenek arasında sıkışan Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinde, yekten, dediğim dedik, çaldığım düdük durumu söz konusu. Dolayısıyla da yerel seçim sürecinde dışlandığı gerekçesiyle CHP Genel Sekreteri Akif Hamzaçebi’nin istifası ya da Muharrem İnce’nin “CHP Genel Merkezi’nin yaptığı yanlışlıklar Ağrı Dağı’nı aştı” sözleri veya en son Gürsel Tekin’in “Kamuoyu anketlerinde en çok destek bulan, seçimi kazanacak kişiler aday gösterilmedi” manifestosunun pek dikkate alınmadığı da çok açık. Ki bu konuda Gürsel Tekin’in yakın çevresine anlattıkları şöyle:
“Deniz Baykal 2009 seçimlerinde ‘İstanbul Büyükşehir’de sen adaysın’ dedi, ben hazırlıklarımı yaptım. Ama anketlerde Kemal Kılıçdaroğlu ismi önde çıkınca, seve seve dedim ve hiç tereddüt
Aday tespit sürecinde hemen her partide kırgınlık küskünlük yaşandı ama sokağa, seçmene yansıtmadaki başarısıyla(!) CHP diğerlerine yine fark attı. Dahası DSP’ye kaymalarla kendi oyunun bölünmesi gibi bir tehdit yarattı. Ve hâlâ da dalgalanma bitmiş değil. Nitekim dün seçim bildirgesini açıklayan Kılıçdaroğlu da bu konuya dikkat çekerek birlik ve beraberlik çağrısı yaptı. Dolayısıyla da bir kez daha gördük ki CHP başta olmak üzere her partinin 31 Mart’a dönük tüm hesapları öncelikle kırgınları, küskünleri kazanmaya, yani kendi seçmenlerini konsolide etmeye ve yüksek oranda olduğu söylenen kararsızları iknaya endekslenmiş durumda. Peki an itibarıyla durum nedir? Gerçekten denildiği gibi kararsızların oranı çok mu fazla ve küskünlerin sayısı partilerin başarısını etkileyecek boyutta mı? Soruya kamuoyu araştırmacısı Adil Gür yanıt veriyor:
“Şu anda aday listelerini beğenmeyenler, küskünler çok gibi görünüyor ama seçim zamanı yaklaştıkça insanlar bu kırgınlıklarını, kızgınlıklarını bir kenara bırakarak elleri titreyerek de olsa aidiyet duygusu içinde gidip partilerine oy veriyorlar. Ama söylenenlerin önemi şurada 24 Haziran’a veya 2014 seçim sonuçlarına baktığımızda yüzde 0,5 ya da
Türkiye Menbiç ve Fırat’ın doğusuna dönük “Sınırımda terör yapılanmasına izin vermem, öyle ya da böyle gerekeni yaparım” diye çok net tavır koydu, koyuyor. Tıpkı Fırat’ın batısında olduğu gibi. O nedenle de Suriye’den çekileceğini açıklayan ve daha önce Türkiye’nin defalarca gündeme getirdiği “güvenli bölge” formülünü öneren ABD’ye ısrarla “Ben varım ama bölgedeki PYD/PKK’lı teröristleri temizlemek kaydıyla” diyor. Dolayısıyla da bu noktada daha çok merak edilen, teröristleri silahlandıran, koruyup, kollayan ABD’nin şapkadan başka ne formüller çıkaracağı. Çünkü O’nun da kafasındaki planı uygulamak için zaman kazanmaya oynadığı açık... Ve bugüne kadar Trump ile Pentagon ve CENTCOM arasında çekilme konusundaki görüş farklılıkları dâhil tüm yaşananların da bu oyunun bir parçası olduğu malum. Nasılını Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin anlatıyor:
“Güvenli bölge önerisi bana göre ABD’nin tuzağı, içerisinde ne olduğu belli değil. ABD güvenli bölge konusunu Türkiye’nin o bölgeye taarruzunu önlemek, yani kendi kurduğu düzenin bozulmasını engellemek için ortaya attı. Çünkü ABD çekilirken o bölgedeki PYD/PKK’yı hem rejime hem de Türkiye’ye karşı