Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarıyla güvenli hale getirilen bölgelere yaklaşık 400 bin Suriyeli döndü. Fırat’ın doğusunda oluşturulacak güvenli bölgeye de bir milyon civarında Suriyeli’nin dönmesi hedefleniyor. Fırat’ın batısındaki İdlib’de ise olası yeni bir göç dalgasına karşı hem silahların susması hem de susmadığında hareketlenen nüfusu sınırın öte yakasında tutmaya dönük önlemler alınıyor. Yani Türkiye bir yandan geri dönüşü sağlamak, diğer yandan da Suriye’den olası göçü engellemek adına elinden geleni fazlasıyla yaptı, yapıyor. Hem de iki süper güç ABD ve Rusya’ya rağmen... Çünkü her ikisi de verdiği sözleri tutmuyor. Biri güvenli bölge konusunda oyalıyor, diğeri rejim güçlerini kullanarak İdlib’deki tansiyonu yükseltiyor. Hatta buna ABD de el altından, bazen de yekten katkı yapıyor. AB ülkeleri ise tam anlamıyla seyirci konumunda. Dolayısıyla, tüm bunlar da İdlib’deki tedirginliği ve sadece Türkiye’yi değil, Avrupa’yı da etkileyecek göç hareketliliğini tetikliyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu konuda tüm ülkeleri bir kez daha çok net bir dille uyardı. O nedenle de sınırın ötesindeki son durumu ve tehdidin boyutlarını irdelemekte yarar var. Türk Kızılayı Genel Başkanı Dr. Kerem Kınık anlatıyor:
“Bizim sınırımıza yakın noktalara gelen insan sayısı 500 bin. Böyle büyük bir hareket olursa, eğer kapıya doğru bir milyon kadar nüfus gelip kapıları zorlarsa, bu kadar adamı kimse durduramaz. Ne Türkiye durdurabilir ne dünya durdurabilir yani. Böyle bir şey gerçekçi değil.”
Sınırın öte yakasında karşılayacağız denildi?
“Onu yapıyoruz şu anda. Elimizden geldiği kadar kamp kapasitelerini artırmaya çalışıyoruz, insani destek veriyoruz. AFAD, Göç İdaresi, Kızılay, STK’lar çalışıyor. Ama eğer saldırılar durmazsa ve burada bir süpürme harekâtı olursa ya da ateşkese aykırı şeyler yapılırsa, buradaki nüfus hareketini sınırdaki bizim askerimiz falan durduramaz.”
Yani?
“Böyle bir nüfus hareketi Türkiye’den taşar. Bunu burada tutmanın imkânı yok. Bunların pek çoğunun Avrupa’ya geçmiş yakınları akrabaları var, dolayısıyla da Türkiye’de kalan da olur ama Avrupa’ya dev bir göç dalgası başlar. Şu an zaten Ege sahillerindeki önlemler biraz gevşetilse karşıya geçmek için bekleyen sadece Suriye değil Afgan, İran, Pakistanlı çok sayıda insan var. Halen geçişler oluyor ama günlük 5-10 kişi kadar. Ama 4-5 yıl önceyi hatırlarsak 800 bin kişi geçti buradan ve bu hareket tekrar olabilir.”
Peki, Avrupa bunu gerçekten görmüyor mu yoksa umursamıyor mu? Kınık devam ediyor:
“Avrupa buradaki riski ölçemiyor, ben en son buna kanaat getirdim. Cumhurbaşkanımızın biraz altını çizerek meseleleri anlatmasının biraz sebebi de bu. Yani burada sadece Türkiye’ye yönelik bir risk yok. Buradaki risk bütün dünyaya yönelik. En önemli risk de bu insanların hayatları açısından. Dolayısıyla, bu çerçevede Avrupa’nın bu göç tehdidini dikkate alması, bu riski ölçmesi gerekiyor.”
AB’nin ne yapması lazım?
Bir kere Türkiye’nin buradaki barışçıl politikalarını ve ateşkes sürecini desteklemesi gerekiyor. ‘Kenarda duralım bakalım, ölen ölsün, kalanlarla ne yapabiliriz’ gibi bir yaklaşım var, bu yanlış. Şu an içeride defalarca yer değiştiren 3.5 milyon nüfusun insani yardım ihtiyaçları var. Öncelikle sınır ötesi yardımların artırılması lazım. Kızılay olarak Suriye’nin içine 100 bin çadır gönderdik, 100 bin tane daha göndersek ihtiyacı karşılayacak durumda değil. İdlib’de çadırlarda yaşayan 700 bin insan var. Günlük öğünleri bire düşmüş durumda. Türkiye’nin sınır ötesi yardımlarının desteklenmesi lazım. Ancak Avrupa Birliği ve BM sınır ötesi yardım yapmıyor. ‘İdlib tarafında teröristler var, biz orada operasyon yapamayız’ diye gerçekçi ve insancıl olmayan bir politika izliyorlar. ‘Kızılay olarak bize verin, ulaştıralım’ diyoruz, ona da yanaşmıyorlar. Yani bu konuda da Türkiye’yi yalnız bıraktılar...”