Depremin hemen ardından ülkenin her vatandaşında uyanan ‘Ben nasıl katkı veririm’ duygusu, belki de yıllarca sürecek bir yardım maratonuna dönüşmeli. Çünkü afetin izleri kolay silinmeyecek.
Doğuda hayatın olağan akışına dönmesinin yıllar alacağı bir afetle karşı karşıyayız. Türkiye tek yürek. Herkes vicdan yorgunu, herkes bir şey yapmak istiyor. Yapıyor da… Bu nedenle deprem bölgelerine binlerce TIR yardım gidiyor.
Maalesef bunları organize edecek yapının kurulması zaman aldı. Hâlâ da sıkıntı var, aynı şehrin bir bölgesinde gıdalar israf olurken, bazı bölgelerinde ise yiyecek yoktu. Kardeşimin yaşadığı Malatya’da günlerce su yoktu mesela.
İlk gün enkazdan çıkarılan ancak ambulans, oksijen maskesi olmadığı için kurtulduktan sonra hayatını kaybeden insanlar oldu. Adana’da enkaz altında kalan 35 yaşındaki Esin bunlardan sadece biriydi.
Sürdürülebilir olmalı
Bugün itibarıyla bölgede çadır, mobil tuvalet ve konteyner evlerin azlığı en büyük sorun. Bu nedenle, yardımların sürdürülebilir olması gerekiyor.
Farklı şehirlerde görev yapan 55 görsel sanatlar öğretmeninin eserlerinden oluşan ‘Eğitim Sanat’ sergisi, Dolmabahçe Sanat Galerisi’nde sanatseverleri bekliyor
Dolmabahçe Sanat Galerisi, görsel sanatlar öğretmenlerinin yolunun kesiştiği ‘Eğitim Sanat’ isimli karma sergiye ev sahipliği yapmaya başladı. 5 Şubat’a kadar ziyaretçilerini bekleyen sergide Türkiye’nin dört bir yanında görev yapan 55 görsel sanatlar öğretmeninin farklı disiplinlerle çalışarak oluşturduğu 55 farklı eser var.
Küratör Zeynep Öztürk
Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Resim-İş Öğretmenliği Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışmalarına devam eden Zeynep Öztürk’ün küratörlüğünde, Dolmabahçe Sanat Galerisi’nde ‘Eğitim Sanat’ sergisi açıldı. Sergi vesilesiyle Türkiye’nin farklı illerinde görev alan Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Resim-İş Öğretmenliği Bölümü’nden
Restoranları, aşçı şapkası sembolüyle derecelendiren Gault & Millau rehberi Türkiye’de yayımlanmaya başlayacak. Rehberin müfettişleri ilk olarak dört bölgedeki 500 restorana mercek tutacak
Tarihsel yolculuğun, farklı kültürlerin kaynaşmasının bir yansıması olan Türk mutfağı, küresel çapta hak ettiği yere her geçen gün bir adım daha yaklaşıyor.
Geçtiğimiz aylarda Michelin, Türk restoranları listesini yayımladı. Şimdi de gastronomide dünyanın en prestijli iki rehberinden biri kabul edilen Gault & Millau, Sözen Grup iş birliğiyle Türkiye’de de yayımlanacağını duyurdu.
Rehberin Türkiye yolculuğunda atacağı adımlardan bahsedildiği buluşmada, Gault & Millau CEO’su Patrick Hayoun, 17. ülke olarak Türkiye’yi bünyelerine kattıkları için mutluluklarını dile getirirken, rehberin yanı sıra kendisinin de Türk mutfağını yakından tanımak için sabırsızlandığını belirtti.
Dört bölgede başlayacak
İlk kez 1969 yılında Paris’te iki gazeteci ve yemek eleştirmeni Henri Gault ve Christian Millau tarafından yayımlanan Gault
Limak Filarmoni Orkestrası ‘gelenekselleşen yeni yıl konserleri’ kapsamında İstanbul’da dünyaca ünlü üç tenoru aynı sahnede ağırladı. Heiko Mathias Förster’in orkestra şefliği yaptığı konserde, tenor Murat Karahan ile günümüz operasının en aktif ve dünya sahnelerinin aranılan tenorları Rame Lahaj ve Marcelo Álvarez operalardan aryalar ve yöresel halk şarkılarıyla adeta bir müzik ziyafeti sundu.
Önceki hafta CSO Ankara Ada Salon’da gerçekleşen yeni yıl konserinden sonra İstanbul Zorlu PSM’de gerçekleşen konserle çok sesli müziği geniş kitlelere ulaştırmak hedeflendi. Konserlerden elde edilecek gelirin bir kısmı Haydiko (Hayvanları, Doğayı, İnsanları Koruma ve Yaşatma) Derneği’ne bağışlandı. Üç tenor çok geniş bir repertuvarla muhteşem bir gece yaşattılar.
Geniş repertuvar
Opera aryalarıyla başlayan konserde, Marcelo’nun Arjantin tangoları, Napolitenler, Murat Karahan’ın Türkçe şarkıları, Rame’nin Arnavutça şarkıları derken 20 parça seslendirildi. Limak Vakfı Yönetim Kurulu
Kışla olarak inşa edilen, ticarethane olarak kullanılan bir yapının ülkenin en büyük kütüphanesine dönüşmesi gerçek bir zaferdir! 2 milyonu aşkın kitap, günün 24 saati elimizin altında.
2014 yılında restorasyonuna başlanan tarihi 250 yılı aşkın Rami Kışlası, restorasyon çalışmalarının ardından Rami Kütüphanesi olarak hizmete açıldı. Açılışını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı Türkiye’nin en büyük, Avrupa’nın ise sayılı kütüphanelerinden biri olan kütüphane, 220 dönümlük alan içinde. 36 bin metrekarelik kapalı alana sahip olan Rami Kütüphanesi, 51 bin metrekarelik peyzaj alanıyla Avrupa’nın en büyük kapalı peyzaj alanına sahip kütüphanesi olma özelliği taşıyor.
Fatih’ten Atatürk’e
4 bin 200 kişilik oturma kapasitesi olan komplekste, 0-3 yaş ve 3-6 yaş gruplara hizmet veren Bebek ve Çocuk Kütüphanesi, ortaokul ve lise öğrencileri için tasarlanmış Gençlik Kütüphanesi, lisans ve lisansüstü öğrencilerinin,
İçinde 35 bini aşkın eser bulunan, bahçesi süren kazılarla adeta arkeolojik bir laboratuvar olan, bazalt taşlarla inşa edilmiş yapıları, makineyi eline alan herkesi fotoğraf sanatçısına dönüştüren Diyarbakır Arkeoloji Müzesi, turizmde yeni bir hikâye yazıyor. Rağbet o kadar fazla ki Diyarbakır’ın artık müzesi meşhur!
Artık yüksek kur mu, pandemi döneminde ülkenin değerlerini keşfetme mi dersiniz, bilmiyorum... Ancak Anadolu kentlerine adeta yerli turist akını var! Yıllardır deniz-güneş-kum üçgeninde görmeye alıştığımız, sahile yakın ören yerlerinde rast geldiğimiz yerli turist, artık Anadolu’nun her köşesinde karşımıza çıkıyor.
Onlardan biri de Diyarbakır. Bölgede güvenlik sorunlarının azalması ve kentin turistik tur rotalarına yeniden girmesi ülkenin dört köşesinden vatandaşları Diyarbakır’a çekiyor.
Suriçi bölgesinde bulunan eşsiz İçkale’yi mesela geçen yıl 1 milyonu aşkın insan gezmiş. Bölgeyi ziyaretimde karşılaştığım Diyarbakır Arkeoloji Müzesi Müdürü Müjdat
Pandemi arasının ardından yeni yıl yeniden kalabalık partilerle kutlandı. Ancak yılbaşından iki hafta önce başlayan parti furyasında işin tadı da biraz kaçtı doğrusu.
Yeni yıl heyecanı… Yeni umutlar… Hepsi çok güzel... Yeni yıl coşkusunu paylaşamadığımız pandemi günlerine inat, birlikte olmak, birlikte kutlamak da güzel. Ama sanki bu aralar bu durumu biraz abartıyoruz. İstanbul’da yılbaşı öncesindeki kalabalık da bunun teyidi gibiydi.
20 yıllık meslek hayatımda böyle bir kalabalık, davet patlaması görmedim.
Eminim çoğunuz benim gibi “Davet çok, gidesim yok” noktasına geldiniz. Merhaba dediğinizin sizi bir yerlere davet ettiği iki hafta yaşadık.
Bu sene markaların da topa girmesiyle davet olayı çığırından çıktı. Trafik de eklenince insanlar davetlere yetişemez, katılmamak için bahane üretme noktasına gelir oldu.
Zamana yayılmalı
İstanbul’da bu kadar daveti kaldıracak bir insan çeşitliliği yok! Davet işi çığırından çıkıp, üstelik hepsi çakışırken aynı insanlar oradan oraya sürüklendi durdu. Her dakika bir organizasyon,
Hijyenik menstrüel ürünler her ay kapınıza gelse… Paketin içinden bir çikolata ya da bir şiir çıkıp en hassas günlerinize sıcaklık katsa… Üstelik bu paketi, erişim imkânı olmayanlarla paylaşabilseniz… Yeni nesil girişimcilerle var böyle bir dünya
Yeni neslin hayata, dünyaya bakışı çok çok farklı. Bu durum iş yapma şekillerine de yansımaya başladı. “Bağlantılı nesil” olarak tanımlanan yeni kuşak, dünyanın parçası olduklarının o kadar farkındalar ki bir ürün söz konusu olduğunda örneğin, onun hem doğaya saygılı üretilmesini hem sağlıklı olmasını, hem de erişim güçlüğü çekenlerin bu ürüne daha kolay ulaşabilmesini istiyorlar. Bu belki, kar etmeyi önceleyen alışılagelmiş iş yapma şeklinin dışında. Ancak bu şekilde de iş yapmanın mümkün olduğunu, işletmelerin bu şekilde de yaşadığını, büyüdüğünü kanıtlayan genç girişimcilere her geçen gün yenileri ekleniyor. İşte size böyle bir umut öyküsü… Onların ismini,