2015 Venedik Bienali dünyanın sanat, kapital çevrelerinin büyük buluşmasına sahne oluyor. Bugünlerde, önceden rezervasyon yaptırmadıysanız, 20 dakikalık yol için 150 euro’ya tekne bulamıyorsunuz Venedik’te. Oya Eczacıbaşı, Suzan Sabancı Dinçer, Haluk Dinçer, Nezih Barut, Güler Sabancı, Sani Şener gibi isimleri tekne beklerken görmek sıradan bir fotoğraf karesi Venedik’te.
Daha sert bir bienal
Bu yıl bienal daha politik. İnsan hakları, ırkçılık, çevre konuları gündemde. Venedik Bienali 56. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu’nda ise, günümüzün önemli kavramsal sanatçılarından Sarkis’in Respiro başlıklı yerleştirmesi sergileniyor. Tiyatro sahnesi gibi düzenlenmiş sergi mekanında, sanatçının neondan oluşturduğu gökkuşakları, Hrant Dink’in portresinin de bulunduğu vitray panolar var.
1915 olaylarının 100. Yıl anmasına denk gelen sergi uluslararası basnda da geniş yankı buldu...Türk Pavyonu ve sergiye geniş yer ayran Fransız Le Monde gazetesi,Yazıyı ‘Sarkis Türklerle Ermenileri barıştırdı’başlığı ile verdi...Türk pavyonunda solo sergisi olan Sarkis’in Ermeni pavyonunda da eserlerinin sergilenmesi bunun teyidi gibiydi...
Açılışta sohbet etme imkanı bulduğum Sarkis’e,
Hem oyuncu hem sosyolog olan Canan Ergüder, toplumun röntgenini çekti: “Erkekler benmerkezci, narsist, empati yapamıyor, seni severken kendini seviyor. Kadınlar ise ilişki bağımlısı, erkeğin narsizmini pansumancılık yaparak besliyor. Bu durum toplumda salgın hastalık gibi...”
Canan Ergüder, sarışın, yeşil gözlü... İngiltereler, Amerikalarda okumuş. 4 yaşında baleye başlamış. 14 yıl New York’ta yaşamış. Babası Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü Prof. Üstün Ergüder. Annesi de babası da Robert Kolej’den. Amerika’da sosyoloji ve tiyatro okumuş. Bütün bu özellikler insanı şimdilerde küçümsenen Beyaz Türk yapmaya yeter de artar bile!
Ancak Canan Ergüder’de Beyaz Türk kavramı yeni bir tanım buluyor. Dikkat ettim, yoldan geçip kendisini tanıyan teyzelere davranışında, ne üstten bir bakış, ne de seyircim benimle konuşuyor abartılı mütevazılığı vardı. Günümdeydim, anlaşamadığı burca varıncaya kadar 50 soru sordum, of demedi. Doktor randevusunu erteledi, ona da metro ile gitti.
Behzat’tan sonra bekledi
Behzat Ç.’deki güçlü Savcı Esra rolüyle gönüllerde taht kurdu. Binbir Gece’nin Eda’sı olarak kendinden nefret ettirdi. Behzat Ç. sonrasında 2.5 yıl boyunca başka iş almadı
İkisi de Hollanda’dan gelen futbolcu Ryan Donk ve oyuncu Sinan Eroğlu ile ‘İstanbulluluk hallerini’ konuştuk. Sosyal hayatta ‘sıradan biri’ olamamanın sancısını çekiyorlar. Donk’un örneği çok çarpıcı: “Boğaz’da suya yakın masaya oturmak için para yetmiyor, aşırı sosyalleşmek, network sahibi olmak gerekiyor. Oysa ben bunun için mesleğimi söylemek istemiyorum”
Hollandalı Ryan Donk, Kasımpaşa Spor’un başarılı stoperi. Donk ile Al Pacino’nun vizyondaki “The Humbling” filmini izlemek için buluştuğumuz grup sayesinde tanıştım. Hollanda’da başarılı bir oyuncu kariyeri tutturan ve bazı projeleri görüşmek üzere İstanbul’a gelen Sinan Eroğlu ile de... Donk, transferinden beri gösterdiği başarılı performansla Türkiye’nin de en iyi stoperlerinden biri oldu.
Öyle ki Milli Takım’da oynaması gündeme geldi. Ancak açıkçası Donk’un futboldaki başarısından çok gözlemlerini sevdim. Türkiye’deki yabancılık duygusunu, başka bir kültürde yaşamın zorluklarını çok iyi anlattı.
ÇOCUKLUK ARKADAŞLARI
Sinan Eroğlu ile Donk çocukluk arkadaşı. Yıllar sonra yolları İstanbul’da kesişmiş. Eroğlu aldığı bazı teklifler üzerine İstanbul’a gelince, Ulus tarafında ev bakıyor. Ryan Donk, “Kesinlikle
Gonca Vuslateri, özel hayatı hakkındaki haberlere kızmayı çoktan bırakmış. Hatta annesinin içine su serptiğini düşünüyor bu haberlerin! Ama herkes onun öpüştüğünü zannederken o,Suriyeli çocukları, sigortasız çalışan set işçilerini, açlık sınırının altında yaşayanları düşünüyor
Gonca Vuslateri ile buluşmamız tüm Nişantaşı’nın şahit olduğu bir gürültüyle geçti. Seyahate çıkacağı günde randevulaştık. Bunun stresi yetmezmiş gibi kedisi hastalandı. Arada derede ben bir mide sorunu yaşadım. Buluştuğumuzda ikimiz de perişan haldeydik. Hemen yakınında olduğumuz Beymen’e attık kendimizi. Makyaj yapıp, biraz rahatlayalım derken Vuslateri kırmızı elbise seçti, ben de “Bari kış kilomu kapatacak bir şeyler bakayım” dedim.
Biraz abartmış olmalıyım ki ‘milyonların sevgilisi’ önümde diz çöküp, ‘Yalvarırım yeter artık, çok iyi görünüyorsun, hadi yemek yiyelim’ dedi. Saat 14.00 olmuş ve daha kahvaltı dahi yapmamıştı. Gonca Vuslateri gibi bir starı önümde diz çökerken görmek egoma, slim fit kesim kıyafetlerden daha iyi geldi. Derhal beni olduğumdan 2 beden büyük gösteren ceketle devam ettim çekime. Bu nedenle ikimiz de kırmızı giyinmiş olduk...
Kötü başlayan günün ağırlığı, kıyafet
Türkiye’nin pop müzikte üçüncü dünya ülkeleri seviyesinde olduğunu belirten Suat Suna, “Kaliteye değil reytinge göre yayınlar sonucu kendi canavarımızı kendimiz yarattık.Şu anda sokakta elinizin çarptığı herkes şarkı yazabileceğini düşünüyor. Bu çok acıklı... Kayahan ağabey de buna çok üzülüyordu” diyor
Suat Suna, 90’larda elinde kemanıyla genç kızların romantik prensiydi. Bugün yüzünde değilse de tavrında hissedilen 40 yaş olgunluğuyla romantik prensliğine roman yazarlığını da eklemiş bir müzisyen. Gerçi ondaki bu olgun tavır, romantik prens olarak milyonu aşan albüm satışlarına imza attığı zamanlarda da vardı, hatırlıyorum. Belki de bu nedenle yaşıtı olan pop müzik sanatçıları içinde sadece o, Kayahan’ın manevi evladı olma mutluluğunu yaşadı.
Müzisyen bir ailede dünyaya gelmiş, kemanı eline 3.5 yaşında almış, çok iyi okulların yanında ciddi müzik eğitimi de görmüş olan Suat Suna, kültür-sanat üretiminin, tutkunun, yaşanmışlıkların, bilginin imbiğinden süzülüp damla damla birikmesi gerektiğini yıllar önce fark etmiş. Gerçeklik ise bambaşka maalesef!
Özdemiroğlu’nu sordu
Suat Suna, Kayahan’ın ölümünün ardından kolunun kanadının kırıldığını söylüyor. Günde üç
Ankara’dan sonra İstanbul’da da Tatbikat Sahnesi’ni açan Erdal Beşikçioğlu, tiyatroda bir ekol olmayı hedefliyor. Beşikçioğlu, “Cesur metinleri oynayacağız, seyirciyi rahatsız edeceğiz” derken genç tiyatroculara göz kırpıyor
Erdal Beşikçioğlu, beni o meşhur vincine çıkardı. Spotlar, efektler başımı döndürmedi desem yalan olur. Yine de büyük bir fedakarlıkla sahneden inip klavyemin başına geçmeyi seçtim!
AVM’lerin mantar gibi bitmediği zamanlarda, havalı sinemasıyla Levent bölgesinde oturanların piyasa mekanı idi Melodi Pasajı. Zincirikuyu’dan, Etiler’e dönerken hemen solunuzda kalan konumuyla yıllara meydan okuyor. Şu koca şehirde ancak, Ankara’da hayata geçirdiği Tatbikat Sahnesi’ni İstanbul’a taşıyan Erdal Beşikçioğlu’nun aklına gelirdi Melodi Sineması’nı tiyatroya dönüştürmek.
Üç katlı, içinde iki sahnenin olduğu şahane bir tiyatro yapmışlar. ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ 250 kişilik ana salonda oynuyor, küçük salon ise 120 kişilik. Devlet Tiyatrolarında biletleri karaborsaya düşen oyun Tatbikat Sahnesi’nde 70 liraya sahneleniyor. Oyunu izlediğim gece tek bir boş koltuk yoktu.
Tatbikat sahnesi kısa zamanda Ankara’nın en önemli sanat mekânlarından birisi oldu.
Oyuncu Nebahat Çehre, toplumdaki şiddet sorununun demokrasiyle çözüleceğine inanıyor. Çehre, “Roller değişiyor. Ama bu okullarda, ailede konuşulmuyor.En tehlikelisi eğitilmemiş başıboş erkek çocuklar...Bir idealleri yok. Üstünlük ve ayrıcalık yapamayacakları öğretilmeli okullarda” diyor
Radyoda çalan “Silifke’nin yoğurdu” türküsü Nebahat Çehre’yi harekete geçirdi. Kaşıkları kaptığı gibi oynamaya başladı. Ben de kendi çapımda eşlik ettim.
İnsan yaşadığı yere benzer / O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer / Suyunda yüzen balığa / Toprağını iten çiçeğe (...) Gülemiyorsun ya, gülmek / Bir halk gülüyorsa gülmektir...
Nebahat Çehre ile yitirdiğimiz zarafeti, her geçen gün toplumda dozu artan şiddeti, insanların bir ömür çalışıp asgari yaşam konforuna kavuşamamalarını konuşurken beynimde Edip Cansever’in üstteki dizeleri çınladı, durdu.
Son günlerde bir törenden diğerine koşarak 55 yıllık sanatını taçlandıran ödüller alan Nebahat Çehre, yoğun programı arasında evinin kapılarını bize açtı. Samimiyetle zarafetin mükemmel birleşimi olan Nebahat Çehre’ye misafir olmanın tarifi mümkün değil! Çayı bile yardımcısına fırsat vermeden kendisi ikram etmek istiyor.
Böyle
Global Yatırım Holding’in davetlisi olarak gittiğimiz Miami’de şehrin değişen çehresine tanıklık ettik. Çok değil daha 3 yıl öncesine kadar sorsanız, Miami birçok insan için yaşlılara hitap eden sıkıcı bir şehirdi. Ancak Miami, sanat fuarı ve müzik festivali başta olmak üzere çeşitli kültür-sanat ve ticari etkinlikleri öne çıkarak, hızla yatırımcı çekmeye başlamış. Mesela yeni yaptıkları ve Louis Vitton’un da yatırımcıları arasında bulunduğu, Midtown’daki Miami Design District... Baştan aşağı sanat, Moda, yemek ve lüks alışverişi bir arada sunan bambaşka bir açık AVM konsepti.
Prada, Louis Vuitton, Christian Louboutin gibi lüks markaların mağazaları yanı sıra açık havada yer alan 130 sanat galerisi sizi şaşırtmaya yetiyor. Miami’de sosyal hayat canlanırken, varlıklı Latinlerin hepsi paralarını buraya akıtmaya başlamış. Akıl almaz lükslükte projeler yapılıyor. İnşaatını gezdiğim Faena adlı proje mesela. Goldman Sachs’ın CEO’sunun da ev aldığı projedeki penthouse’ların değeri 50 milyon dolarlarda. Dünyadaki en büyük ART dealer Larry Gagosian da buradan ev almış.
Bütün Miami Beach’in imajını değiştiren bir projeyi Warner Music’in sahibi Rus asıllı Len Blavatnik yapıyor. Hedef kitleleri