Şaka değil gerçek.
Zihnimin varlığını ve kapasitesini biliyordum elbet. Günde kaç problem çözebildiğimi, neleri merak ettiğimi, hangi konulara ilgi duyduğumu, okurken neleri anlamadığımı, derin düşüncelere daldığımı, o güzel uykumu bölenin çalışkan zihnim olduğunu, aldığım omega 3 takviyesinin ona yaradığını biliyordum.
Bilmediklerimle yüzleşmem beş yıl önce mindfulness pratiklerini yapmamla başladı.
Zihninizden gelen, susmak bilmeyen, gereksiz cümleler kuran ve tek başına monologlar bazen de diyaloglarla endişe yaratan sesler var mı? Cevabınız evet ise, merak etmeyin normal bir insansınız. Zihnimizin işi bu. Sürekli konuşan bir hikaye anlatıcısı.
Bir süre önce hikaye anlatıcılığı eğitimi aldım. Beş hafta süren bu şahane eğitimde bu işin bir tekniği olduğunu öğrendim. İster TED konuşmacısı ol, ister senaryo yaz, ister kitap yazmaya giriş, aslında kanıtlanmış bir sistemi izleyebilir ve başarılı olabilirsin. Ve işte zihin bu işi iyi yapıyor. Çalışkan bir metin yazarı, senarist gibi devamlı
Bu pandemi süreci ve kısıtlamalar uzadıkça, ruhum ve zihnim kapana kısılmış ve kapanın anahtarı da pencereden uçup gitmiş diye hisseden kaç kişiyiz bilmiyorum ama bana iyi gelenleri sizlerle paylaşmaya geldim.
Anlamlı sosyal bağlantılar kurmak
Sosyal hayatımız alt üst oldu, arkadaşlarımı özlüyorum, bahar da geldi ben neden sevdiklerimle hayatın kokusunu doya doya içime çekmek adına birlikte olamıyorum, kaygısızca dostlarıma sarılamıyorum, omuzlarında ağlayıp gülemiyorum? Bu sorular çoğumuzun zihnini meşgul ediyor olabilir. Ortak bir insanlık temasında buluştuk. Zihnimizde, ruh halimizde benzer tilkiler dolaşıyor ve kuyrukları birbirine karışıyor. İnsan olmanın özünü besleyen sosyal ilişkiler en fazla yarayı aldı maalesef. İyi olma halimizin yakıt deposu bitiyor hissi canımızı acıtıyor. O zaman ne yapalım? Değiştiremeyeceğimiz bu koşullarda hayata devam etme isteğimizi canlandırmamız gerekiyor ve bunun yolu içimize kapanmaktan çok, sevdiklerimizi çok düzenli ve sık aramak ve hal hatır sormaktan geçiyor. Bir
Romantik bir yemek, televizyon karşısı eşofmanlı çay rutini, hasta yatağında sızlanma ve şefkat, ay sonu faturaları ödemek için toplaştığınız masa başı,
Yukardaki mekanlardan hangisi bir ilişkinin en iyi sınandığı yer olabilir? Hangisi sizin gerçekliğiniz? Ya da hiçbiri sizin ilişkiniz için geçerli bir sınav yeri değil mi? Bana göre hepsi ve buna eklenebilecek binlerce senaryo ilişkinin sınavı olabilir. İçimizden kim ilişkisinin mükemmel olduğunu ve bu mükemmeliyetin uzun süredir devam ettiğini iddia edebilir ki?
Büyük bir emek harcıyoruz ve beklentilerimiz çok fazla. Bir alma verme dengesi tutturmaya çalışıyoruz. Sevgi, sadakat, saygı, eğlence alışverişindeyiz. Bu alışverişin dengesi şaştığında ya ilişkimizin pamuk ipliğine bağlı olduğunu ya da gerçekten sağlam halatlarla tutunmuş olduğunu keşfedebiliyor, şaşırıyor, üzülüyor, kırılıyor veya çok seviniyor, daha fazla sevmeye soyunuyoruz.
Sosyal iyi olma halimiz için de tüm ilişkilerimiz değerli. Sadece aşk, evlilik, romantik ilişkiler
Bir süredir bu kavramların tanımını ve farkını araştırıyordum. Popüler kelimeler gibi dururken, içlerini doldurmamız için bir fırsat sundu pandemi. Testler ile empati seviyemizi ölçmeye çalışırken, gerçek hayat sınav yaptı, yüz üstünden doksan aferin, veya hala yapman gerekenler var dersi tekrarla dedi bize. Şefkat ise bu dönemin büyük starı olarak girdi sahneye. Derinlerde bir yerde gizlenmişse bile tamam artık bana sıra geldi diyerek içimizden dışarıya taştı. Merak ediyorsanız soruyorum:
Sempatiyi kimlere gösterir siniz?
Empatik olduğunuzu nereden biliyorsunuz?
Şefkatli insanlar sizce diğerlerinden neyi farklı yaparlar?
Size sempati duyuyorum demenin diğer bir söylemi, size karşı sıcak bir yakınlık duyuyorum ve içinde bulunduğunuz duruma sempati duydum derken söylediğimiz gerçekte senin duygularını ve durumunu anlayabiliyorum. Sempati duymak bir jest yapmak gibi duruyor benim için ama yine de sana uzağım demek gibi de geliyor. Sempati biraz mesafeli bir duruş sergilemiyor mu? Sempatim var ama o kadar,
Temmuzdu. Siyah beyaz fotoğraflarımızı sosyal medyaya yükledik #challengeaccepted dedik, madem ölüyoruz, birbirimize yaslanalım dedik. İyi mi ettik kötü mü ettik bilinmez ama gerçekten ölüyoruz. Aralık ayında yılı kapatırken, kadın cinayetleri haberleri manşetleri süslerken hep beraber ölmeye devam ediyoruz. Sadece Türkiye’de değil dünyada da ölüyoruz, hem de en yakınımız tarafından öldürülüyoruz. Ölmesek de hayatımızda en az bir kez, yakın partnerımız tarafından bir çeşit şiddete uğrayanlarımızın sayısı küçümsenmeyecek kadar fazla.
Dünya Ekonomik Forumu 2019 küresel riskler raporunda şöyle bir başlık attı: “Öfke Dönemi”.
Bu başlık altında zihinsel sağlımızın bozulması ile ilgili çok kritik veriler var. Evlerin içindeki şiddet konusunda tüm dünyadan cesur veri toplamak o kadar da kolay değil olsa da, istatistiki tahmin, en az %30 kadın nüfusunun yakın partner şiddetine maruz kaldığı. Bu sadece fiziksel şiddet için bir veri.
Bunu ben değil, Erich Fromm söylüyor hem de ilk basımı 1967 yılı olan Sevme Sanatı adlı kitabında. Ve şöyle de ekliyor: “Sevgi, insanoğlunun gelişmesinin ilk dönemlerinden başlayarak günümüze dek yaşayabilen vazgeçilmez bir duygu, anlam dolu bir sözcük. Tüm çabalar, uğraşlar, tutkular, yaratılan tüm sanat yapıtları bir anlamda hep sevgisiz kalmamak için belki de.”
Sevmek gerçekten bir sanat mı? Acaba ilk nerde öğreniyoruz bu duyguyu, nerde tanışıyoruz? Doğal bir yeti mi? Sevgi depomuz mu var, anne karnında mı dolduruluyor bu depo ve bu depo boşalırsa tekrar nereye başvuruyoruz? Cevapları arayıp duruyoruz hep. Bildiğim bir şey sevginin bizi besleyen ve ayakta tutan bir duygu olduğu. Muhtemel olarak ilk bebek halimizle bize bakan insanlardan aldığımız ve doğal olarak karşılığını geliştirdiğimiz bir hal. Hani en sevgisiz diye etiketlediğimiz birinin bile içinde bir sevgi vanası var ama açmayı öğrenmemiş gibi gelir bana. Yani belki de almamış ve verememiş, bilememiş sahip olduğu bu kaynağın vanasını açmayı ve pas tutmuş bir yerlerde.
Şefkat
Gelişmeler ve araştırmalar gösteriyor ki, bilimdeki gelişmeler teknolojiyle desteklenince sağlığımıza yarayacak bir sürü adım atılıyor. Mesela, insan bedeni için yedek parça basmak şimdiden mümkün ve anlıyorum ki eğer böbreklerimden birinde sorun olursa yirmi yıl içinde, bir 3D yazıcıda düzgün bir şekilde basılmış ve kendi hücrelerimden yapılmış yepyeni bir böbreğe sahip olabilirim. Ancak ilerleyen teknolojik tıp, kırık bir kalbi onarabilecek mi? Geçen gün okuduğum bir makaleden aklıma kazınan “Bilimle ne yaparsak yapalım, içimizde 50.000 yıllık bir işletim sistemiyle hala duygusal varlıklarız.”
Duygularımız bedenimiz, zihnimiz kadar bizi tamamlayan, kimliğimizin altını çizen, bizi biz yapan parçamız. Bu duyguların bir kısmına bayılıyor, bir kısmıyla baş etmeye çalışıyor bazen görmemezlikten geliyor, bazen bırakmak istemiyor, sarılıp koynumuza alıyor ve günlerce sırtımızda taşıyoruz. Zor duygularımızı göstermememiz ve paylaşmamamız gerekir diye düşünenlerden misiniz? Sanki göğsümüzün ortasında bir derin dondurucu var
Son devrin en önemli musibeti nedir deseler tabii ki stres deriz. Başınız ağrıyor doktora gidiyorsunuz muayenede belirgin bir şey bulamıyor ve suçladığı şey stres, reçetesi stresten uzak durun, olmadı anti-depresana başlayın oluyor. Arkadaşınızı arayıp hal hatır soruyorsunuz, çok stresli bir dönemdeyim diyor, şikayetlerini soluksuz sıralıyor. Medyada stresi azaltmanın bin bir mucizevi yolu başlıklı listeler dolanıyor. İyi hissetmiyorum, olsa olsa strestendir diyorsunuz. Bakıyorsunuz çocuğunuz için aynı, dostlarınız için aynı, iş arkadaşlarınız için aynı, ebeveynleriniz için aynı, çevreniz için aynı, dünya için aynı ezber stres söylemlerini sıralıyorsunuz.
Haydi birlikte imgeleyelim. Elinize alsanız stres neye benzerdi? Köşeli, yuvarlak, biçimsiz, kokulu, kokusuz, yumuşak, sert, renksiz, koyu renkli, parlak, mat, kat kat, tek kat, ince, kalın, pürüzlü, pürüzsüz, gaz bulutu, sıvı akışkan, salkım salkım, yapışkan, kaygan, sivri, dümdüz? Önce kendi stresimizi tanımlayalım. Stresin elli değişik semptomu olduğunu söylesem? Senin