Son devrin en önemli musibeti nedir deseler tabii ki stres deriz. Başınız ağrıyor doktora gidiyorsunuz muayenede belirgin bir şey bulamıyor ve suçladığı şey stres, reçetesi stresten uzak durun, olmadı anti-depresana başlayın oluyor. Arkadaşınızı arayıp hal hatır soruyorsunuz, çok stresli bir dönemdeyim diyor, şikayetlerini soluksuz sıralıyor. Medyada stresi azaltmanın bin bir mucizevi yolu başlıklı listeler dolanıyor. İyi hissetmiyorum, olsa olsa strestendir diyorsunuz. Bakıyorsunuz çocuğunuz için aynı, dostlarınız için aynı, iş arkadaşlarınız için aynı, ebeveynleriniz için aynı, çevreniz için aynı, dünya için aynı ezber stres söylemlerini sıralıyorsunuz.
Haydi birlikte imgeleyelim. Elinize alsanız stres neye benzerdi? Köşeli, yuvarlak, biçimsiz, kokulu, kokusuz, yumuşak, sert, renksiz, koyu renkli, parlak, mat, kat kat, tek kat, ince, kalın, pürüzlü, pürüzsüz, gaz bulutu, sıvı akışkan, salkım salkım, yapışkan, kaygan, sivri, dümdüz? Önce kendi stresimizi tanımlayalım. Stresin elli değişik semptomu olduğunu söylesem? Senin stres kumanda tablonda ne gibi göstergelerin var? Kırmızı ışığın yandığını nereden anlıyorsun? Hepimizin farklı tepkileri duyumları hisleri olabilir. Mesela, baş ağrısı, diş sıkma, uykusuzluk, odaklanamama, alerji atakları, mide spazmları, hızlanan nabız bunlardan en popüler olanları. Bunu bilmek önemli mi diye soruyorsan evet bunların farkındalığı çok önemli, zira sende yarattığı etkileri anlamlandırabilmen, hayatındaki ciddi yokuşları zamanında tanıyarak vitesi küçültmeyi hatırlaman için değerli.
Arabanın kumanda tablosunda göstergelerde farklılık varsa, arabayı kenara çeker veya en yakın servise götürürüz değil mi? Biliriz ki, bunu yapmazsak yolda kalabilir, tatsız bir macera içine girebiliriz. Oysa bedenimizde, duygularımızda, zihnimizde bu teklemeler olduğunda pek farkında olmadan yola son gaz devam etmeyi seçebiliyoruz. Bu teklemelerimiz bizi sonunda bitik pozisyona hatta tükenmişlik çizgisine, hastalıklara, sakatlanmalara sürüklediği zaman mecburen duruyoruz.
Peki stres bu kadar büyük bir risk ve düşman mı?
Öncelikle iyi haber. Stres ile performans birbirini bir aşamaya kadar dostane destekliyorlar. Yani kol kola el ele birlikte gelişiyorlar. Hayatımızda hiç stres olmasa, çok şey sıkıcı olabilir. Çünkü az stres, az performansı getiriyor. Hedef yok, koşturmak yok, bir yerden sonra performans yok ve potansiyelimizi ortaya çıkaracak, bizi zorlayacak koşullar da oluşmayacak. Stres artıkça, bizde stres yapan neler varsa, iş, ilişkiler, finansal durum, ev işleri, trafik, ebeveynler, okul, projeler vs zorluk etkisini artırdıkça bizde de performans artıyor. Yani halletmeye çalışıyor, ilişkileri düzeltiyor, bir sürü işi bir arada kotarıyor, işteki projeleri uykusuz kalıp bitiriyor, çocukların programlarıyla baş ediyor, paramızı idareli kullanmayı öğreniyoruz. Bunlar kısa süreli vuruşlar olduğu sürece, kişisel baş etme becerimiz gelişiyor. Kendi potansiyellerimizin farkına varıyor ve gerçekleştiriyoruz. Ne zaman ki stres seviyesi artıyor, faktörler üst üste biniyor, uzun sürüyor, işin üstüne pandemi, onun üstüne sevdiklerimizin hastalığı, çoğalan ev işleri katmanlar oluşturuyor işte o zaman o yığının altında kalmaya, nefes alamamaya başlıyoruz ve tabii performans strese küsüyor, oyundan yavaşça çekiliyor ve işte biz o zaman stresi düşmanımız olarak görmeye başlıyoruz. Yani biliyoruz stresin belirli bir dozu ve süresi hepimiz için iyi, bizi çalışkan üretken sevimli biri haline getiriyor, çocuklarımıza ders çalıştırıyor, bize projeleri bitirtiyor.
Hepimiz için bizi yoldan çıkaran, arabayı durduran bu stresin dozu, zamanı, ağırlığı, yükü aynı mı? Benzer iş yükü, aynı sayıda proje, bankada aynı miktarda kredi, aynı ev işi listesi olduğunda bizler aynı stres seviyesinde mi duruyoruz? İşte işin sırrı burada yatıyor. Cevap hayır. O meşhur sabah trafiği, haftada 3 zorlu müşteri toplantısı, yetişmeye zorlandığımız yemekli aile programı, evde ütülenmeyi bekleyen beş pantolon dört elbise hepimizde aynı stres seviyesini tetiklemiyor, hatta bazılarımız bunları stres yapan durumlar olarak bile görmüyor. Sebep basit. Olay bu olguların koşulsuz stres yapması değil, bizim onları stres olarak algılamamız. Yani ruhen, aklen, bedenen biz bunları stres koşulları olarak kodluyor, algı sistemimize tanıtıyor, oradan sonra gerektiğinde level atlattırıyoruz.
Düşünelim bir, bizim karnımız ağrırken iş arkadaşımız aynı projede gülümseyerek bilgisayarın başında sunum hazırlıyor, biz çocuğumuza ders çalışmadığı için bağırırken, aynı sınıftan bir veli sakinlikle yol gösteriyor, trafik kırmızı bir hattan ibaret olduğunda biz dişlerimizi kamaştırırken yan arabadaki şoför müzikle uyumlu kafa sallıyor olabiliyor değil mi? Biz de buna şaşırıyoruz. Tüm bunlar olayları nasıl yorumladığımız, zihin haritamızda hangi önem sırasına yerleştirdiğimiz, evirip çevirip hangi renge boyadığımız ile ilgili. Stres hakkında ne düşündüğümüz tepkimizi farklı kılıyor.
O zaman, amacımız stresi ortadan kaldırmak değil, stres zamanlarında daha iyi olmayı öğrenmek. Stresin iyi tarafı sadece bizi performansa zorlaması değil ayrıca sosyalleştirmesi. Bilim insanları ortaya koydular ki, stres zamanlarında bedenimiz sarılma hormonu olarak da geçen oksitosin salgılıyor. Bu hormon strese tepki olarak salgılandığında bizi destek aramaya motive ediyor. Etrafımızdakilerle, sevdiklerimizle bunu paylaşmaya teşvik ediyor. Onların şefkatli kollarına, dayanacak omuzlarına ihtiyaç duyuyoruz ve bu ilişkilerimiz ve uzun vadede sağlığımız için son derece yararlı oluyor. Sadece ruhumuza değil, bedenimize de iyi gelecek oksitosin kalp hücrelerinin yenilenmesine yol açıyor. Stresle akıllıca dans etmek için onu tetikleyen faktörleri bilmek, göstergelerinin farkında olmak ve hangilerini yönetip hangilerini hayatımızdan tamamen çıkaracağımıza karar vermemiz gerekiyor.
Stres ile ilgili görüşleriniz biraz olsun değişti mi? Tavsiye olacak şey, stressiz bir hayat kovalamak yerine, hedeflerimizin ve amaçlarımızın peşinde koşmak ve bu koşunun yaratacağı stresle başa çıkabileceğimize olan inancımızı geliştirmek, büyütmek olsun.
Sibel YÜCESAN
SiZe Bütünsel Yaklaşım Danışmanlık Kurucu Ortağı