Bu sabah hangi duyguyla yataktan uyandın? Aklından hangi deli sorular geçiyordu? Zihnini meşgul eden düşünceler ne hakkındaydı? Günün geri kalanının nasıl geçeceğini düşündün? Bedeninin enerjisi nasıldı? Motivasyonun günün geri kalanını kotaracak kadar iyi miydi? Sabahlar senin için ne ifade ediyor?
Bu soruları daha önce kendine sormamış olabilirsin ama cevaplarını çok merak ediyorum zira sabahların ve sabah rutinlerinin önemli olduğunu düşünenlerdenim. Sabahları neler yaptığın günün geri kalanını gerçekten derinden etkiliyor.
İlk adım, uyanınca kendine bir günaydın demek. Gönlünün en derin köşesinden sevgi dolu bir merhaba ve günün aydın olsun demek kadar değerlisi var mı? Saçın başın ruhun dağınık, zihnin akşamdan kalma, bakışların hala bulanık olsa da önce kendini selamlamak hal hatır sormak zor olmamalı. Nasılsın sorusunun ilk muhatabı sen olsan, bu sorunun cevabını can kulağıyla dinlesen ve farkındalığını artırarak başlasan, neler farklı olabilirdi?
İkinci adım, zihnini güne uyarlamak. Hemen cep telefonuna sarılanlardan
Hepimizin hayatında önemli değişim zamanları olmuştur. Bu değişim zamanlarının bazıları bizi kalabalıklara bazıları yalnızlıklara bazıları yaz meltemlerine bazıları kış soğuklarına mahkûm etmiştir. Eninde sonunda kıymetli olan bu dönemlerden sonra yaptığımız hesaplaşma değil midir? Artılar eksiler, sonrasında atılacaklar, tutulacaklar, silkinecek anılar, tozu alınacak rutinler, hesap sorulacaklar, kucak açılacaklar… Kendimize yapılacak bu ziyarette çıkar hepsi ortaya. Kendimize dost veya düşman tavrımız içinde olmamızdan çok gözlemci, misafir gibi olmamız, sakinlikle ve itinayla geçirdiğimiz zorlu sürece bakmamız, gerekirse azıcık dağıtmamız, toparlanması gerekenleri sevgiyle kucaklamamız ve sonra yola koyulmamız…
Bu en değerli gelişim ve büyüme alanı fırsatıdır, paha biçilmez, tadından yenmez.
İşte pandemi süresi bu değişimlerin en plansızı, en spontanı, en alışılmadığı değil miydi?
Hepimiz kaleme kâğıda sarılsak, ortaya dünyanın en renkli ve ütopik senaryosu çıkmaz mı? Tadıyla tuzuyla, hasretiyle, umuduyla, karamsarlığıyla, öfkesiyle, endişesiyle,
Bilen varsa bir adım öne lütfen!
Her yerde aynı söylem…
Eski normal artık yok, yeni normale geçiyoruz…
Artık işler eskisi gibi olmayacak!
Oyunun kuralları değişiyor…
Yeni normale hazır mıyız?
Sanki 1 Haziran itibarıyla memlekette, kapılar açılıyor ve biz hiç görmediğimiz bir manzara ve kurguyla karşılaşıyoruz. Biraz ürkütücü değil mi? Zaten pek çok kişi için zorlayan bir süreçten geçildi. Şimdi bakıyorum, yeni normal tamlamaması da endişe ve korku yaratıyor. "Sokaklara geri dönebilir miyim?" diyen dostlarım var, "Temizliği asla bırakamam" diyen, "İş yerinde asansöre nasıl bineceğim?", "Restoranlarda nasıl yemek yiyebileceğim?" diyen...
Benim bakış açıma göre zaten yeni normal uzun süredir gündemimizde vardı. Dünya üzerinde bir süredir değişimin hızlı ve sık olduğu bir dönem yaşıyorduk. Neye, nasıl yetişeceğimizi bilmediğimiz, üstümüze gelen dev bilgi yığınlarının içinde kaybolduğumuzu hissettiğimiz, kariyerimizde pusulanın sürekli farklı bir yeri kuzey diye gösterdiği ve kafamızın karışık, ene
Evde kalmaktan ve her gün işe gidememekten ne tür dersler aldınız?
Ailenizin veya evcil hayvanlarınızın sürekli etrafınızda olmasından neler öğrendiniz?
Belki ailenizden, sevdiklerinizden uzakta kaldınız ve bu hiç kolay olmadı. Tüm bu süreç etrafınızı güllük gülistanlık yapmadı elbette, ancak önemli olan kendinizle ve hayatınızla ilgili yeni iç görüler edinip edinmediğiniz ve normale döndüğünüz de neleri aynı tutup, neleri değiştirmek isteyip istemediğiniz?
Şimdiki süreç biraz durmak ve düşünmek zamanı: Normalin hangi kısımlarına geri dönmek istiyorsunuz?
Ve "yeni normal"iniz nasıl olabilir?
Herkes normale dönmekten bahsederken, siz normalin hangi alanlarını özlüyorsunuz?
Geçenlerde gerçek kariyer insanı olan bir arkadaşım “Ben evimden çok uzaklaşmışım. Evdeki yaşantımı sanki başka birilerine delege etmişim. Oysa evim benim bütünümün önemli bir parçasıymış. Yeni normalimde evimden bu kadar uzakta kalmayacağım.” dedi.
Çoğunluğumuz için bu dönem gerçekten bizi
Sosyal mesafelendirme hayatımıza girdi hem de ne kadar heybetli bir giriş. Ne zaman hayatımızdan çıkar bilinmez ama uzunca bir süre gündemimizde olacağına kesin gözüyle bakılıyor.
Sosyal mesafelendirme mi, mesafeli sosyallik mi? Sosyal mesafelendirmede vurgu mesafelendirme üzerine oysa mesafeli sosyallik de vurgu sosyallik üzerine. Sosyallik çevremizle, dostlarımızla, ailemizle, mahallemizle, iş arkadaşlarımızla bir arada olma ve paylaşma ihtiyacımızı karşılamak, sohbet etmek, dokunmak, sarılmak, birlikte dertleşmek ağlamak demek. Her birimiz için farklı derecelerde ama her zaman gerekli bir resilience metodu. Zorluklarla baş ederken diğer insanlarla bağlantılara gerek duyuyoruz gücümüzü ordan alıyor veya veriyoruz. Bu nedenle mesafeli olarak da olsa sosyalliği devam ettirmek dostları arkadaşları sevdiklerimizi aramak çok ama çok değerli bir reçete.
Şimdi derdim günde onlarca defa duyduğumuz odaklandığımız sosyal mesafelendirme ile kelime oyunu yapmak.
Sorum şu: Sosyal mesafelendirmeyi kendimize karşı kullanmamız mümkün mü? Bu da nerden çıktı! Diyebilirsiniz. Veya
İhtiyacımız Seçim, Paylaşım, Özşefkat
Gelecek ile ilgili hepimizin beklentileri var. Yeni bir iş, terfi, çocuk sahibi olma, ev alma, taşınma, mezun olma, okula başlama, tatile gitme, kitap yazma ve uzayıp gidecek bir liste. İçinden geçtiğimiz bu dönemde sevdiklerimize sarılma beklentimiz bile askıda. Tüm gelecek beklentilerimizi, olumlu olumsuz, bir dolaba astık ya da köşede bir yere sakladık. Şimdi deneyimlediğimiz zorlayan duygularımız var ve çoğumuz için bunlar ortak: belirsizlikten dolayı kaygı, endişe, hastalıktan korku, belki de bu zamanda olmasından dolayı öfke veya tanıdıklarımız hastalandıysa üzüntü. Bunlar bilmediğimiz duygular değil elbet yaşamımız boyunca defalarca bizi ziyaret ediyor, mesajlarını veriyor ve sonra öyle ya da böyle geçip gidiyorlar. Ancak belki de bu yüzyıl için ilk defa küresel olarak bu duyguları duyuyor ve baş etmeye çalışıyoruz. Dünya genelinde mevcut kaygıyı tartmaya kalksak acaba ne kadar eder? Korkuyu elimize cetveli alıp ölçsek acaba kaç km yol yapar?
Belli ki bu bir süreç devam edecek ve muhtemel bir süre sonra bitecek. Bu süreç sonunda biz nasıl olacağız? Bunu nasıl ve hangi deneyimlerle tamamlayacağız? Hastalığa yakalanmamız ve
Geçen aylarda bir dergiden istenilen bir yazıyı ötelediğimi yakaladım. Yakaladım diyorum zira öyle güzel bahaneler üretiyordum ki, eyleme geçemememin nedeni ben değil yapılacak diğer işler, zamansızlık vesaire idi. Sonra bulanık sular berraklaştı ve kendi zihnimle yüzleştiğimde anladım ki; zamansızlık, diğer işler vs. hep bahane, yazının konusunu hiç içselleştirmemişim ve motivasyonum kayıp. O zaman dedim ki, çok özür diliyorum ama beni affedin, ben bunu yazamayacağım çünkü ertelemenin de yükü çok ağır. Normal şartlarda verdiğim sözü muhakkak tutan ve işleri zamanında yapmaya gayret gösteren biriyim ama bazen hayır.
Size de oluyor mu? Ertelediğiniz işler, görüşmeler, projeler, diyetler, egzersizler, seminerler, ödevler oluyor mu? Tabii ki dediğinizi duyar gibiyim. Hepimizin başına geliyor. Buradaki soru şu: Bunu ne sıklıkta yapıyorum? Mesela sürekli erteliyor muyum? Sürekli aynı şeyleri mi yoksa çok farklı olan bir sürü şeyi mi öteliyorum? Omuzumda bitirilmemiş işlerin yükünü hissediyor muyum?
Son dönemde çalışanlar dünyasında çokça duyduğumuz tükenmişlik kavramı nedir? Belirtileri var mı, reçetesi ne olabilir? Bu sorular aklınızı kurcalıyorsa biraz sahneye ışık tutalım.
Tükenmişlik sendromu iş yaşantısı gereği yoğun duygusal taleplere maruz kalan ve devamlı olarak insanlarla yüz yüze olan bireylerde görülen fiziksel bitkinlik, uzun süren yorgunluk, çaresizlik ve umutsuzluk duygularının, yapılan işe, hayata ve diğer insanlara karşı olumsuz tutumlarla yansıması ile oluşan bir durumun adı. Kısacası tükenmişlik iş hayatının ortaya çıkardığı bir olgu ve başımızı döndürerek hızla akıp giden yeni dünyada sıkça ortaya çıkabilen, çoğunlukla yavaş yavaş ve sinsice ilerleyen ve genelde belirtilerini göz ardı ettiğimiz de bizi derinden sarsabilecek olumsuz bir durumdur. Tükenmişlik, nemli ve karanlıkta büyüyen, toprağı yavaşça ele geçiren bir mantar gibi gizli ilerleyen sonra yayılmaya başlayan ve kabusa dönüşen bir sendromdur.
Nasıl anlayabilirim diye soruyorsanız?
Dinleniyorum ama hep yorgunum
Bedenin dinlenmesi