Bugüne kadar yazılarımda hep dengeyi tutturmaya çalıştım. Zihin ruh dengesini!
Çoğu zaman başarıya giden yolları ya da zihinsel ve bireysel kapasitemizi nasıl artırabileceğimizi yazarken buldum kendimi. Bu arada hep sezgilerin gücü ve gerçekte kim olduğunuzu bulmaktan, kendimizi gerçekleştirmekten bahsettim. Son zamanlarda bir şeyleri sevgi ile yapmanın, kendimizi ve diğerlerini sevmenin ve herkes için iyi olacak seçimler yapmanın önemini anlatmaya başladım. Derken bugün geldiğim noktada kurduğum bu zihin-ruh dengesi bozulmaya başladı. Artık zihnin bir hizmetkardan öte bir şey olmadığını idrak etmiş durumdayım. Kafa sarhoşluğu çok makbul bir şeymiş gibi görünse de pek bir işe yaramıyor...
Şimdi biraz tersten giderek bu konuya bir giriş yapayım. Bir soru ile başlayalım: Zihnin bir hizmetkar olduğunu unutup yaşamımızı yönetmesine izin verirsek ne olur? Kafa mekanizmalarla dolar, ağız atıp tutmaya başlar bilmiş bilmiş! Ve çevremizdeki tüm atmosfer sanki her şeyi tüm gerçekliği ile görebiliyormuşuz gibi, bugünün doğruları yarının yanlışları değilmişçesine bu fikir fabrikası tarafından kirletilir. Şimdi içinizden bazılarının “dur” dediğini ve “bizi insan yapan zihindir, tüm ilerlemenin, tüm büyük gerçekliklerin kaynağıdır” diye itiraz ettiğini duyar gibiyim. Buna inanıyor olabilirsiniz, yıllarca ben de buna inandım.
Gelin sizinle bir deney yapalım. Sesiz bir odaya gidin, kapıyı kapatın, cep telefonunuzun ses kaydeden bölümünü açın ve “zihninize gelen her şeyi söyleme” izni verin kendinize. Eğer gerçekten herhangi bir sansür ya da düzeltmeden geçmeden dışarı çıkmasına izin veriseniz, ağzınızdan fırlayan çerçöpün miktarı karşısında hayrete düşeceksiniz.
Ses kaydı ve ağzınıza geleni söylemek işinize yaramadı ise kimsenin sizi rahatsız etmeyeceği bir odaya gidin ve oturun, kapıları kapatın ve yarım saat boyunca kafanızdan her ne geçiyorsa yazın. Neyi kast ettiğimi anlayacaksınız ve zihninizde neler olup bittiğini görünce şaşıracaksınız. Böylelikle kafa sarhoşluğunuzun da farkına varmış olursunuz.
Kafanızın durumu şu: kafalarımızın içinde her yerden topladığımız tuhaf şeyler var. Bunlara kendi tecrübelerimiz ve başkalarının bize empoze ettikleri de dahil. Kafalarımızın içi ağzına kadar dolu ve yaşanacak hiçbir yer yok. Ve bu çerçöp kafamızda sürekli hareket ediyor; kafamızda dönüp durmaya ve bizi meşgul etmeye devam ediyor. Arka planda kalan, daima orda duran ve bir bulut gibi saran zihin çöpleriniz bunlar.
Bu bulut varken gerçekliği görmemiz ne kadar mümkün? Bu bulut varken tinsel algıya ulaşamayız! Bizi robotlardan ayıran en önemli özelliğimiz, yapay zekadan bizi üstün kılan şey tinsel algımız! İşte bu yüzden bu bulutu arkamızda bırakmamız gerekiyor. Biz bu buluta tutunuyoruz ama aslında bulut bizimle ilgilenmiyor. Üstelik bu bulut sırf bizim onu arkada bırakmamız ile yok olup gidecek. Aksi taktirde bu muazzam bir şekilde kişisel önemlilik ve üretkenlik makinesini çalıştırmaya uğraşırken tüm yaşam enerjimizi kaybetmiş olacağız. Neşe zaten bizleri terk edeli çok oldu!
Sadece işkolik olmaktan ve önemli biri olmak için çabalamaktan bahsetmiyorum. Kendimiz için güvenli ama doğal olmayan programlar yapmamızdan ve böyle yaparak kargaşayı ve kendiliğinden kapımızdan uzak tutmamızdan da bahsediyorum. Geçmişin anlılarının yükü altında, gelecek hakkındaki tahminlerin yükü altında yaşamaya devem edersek en azda yaşamaya kendimizi mahkum etmiş oluruz. Bu zihin bize bir uyuşukluk veriyor. Yalnızca zihinsizlik orijinaldir, radikaldir ve devrimcidir…
Son zamanlarda tanrının sesini içinizde duyamıyorsanız, kendi iç sesiniz ile bağlantıya geçemiyorsanız, ya da doğanın size fısıldadıklarının farkına varamıyorsanız bu fırsatı kendinize vermek için doğru zamandasınız. Bırakın, zihninizdeki çöpleri boşaltın…
Nasıl mı yapacaksınız? Onu da haftaya anlatırım.