Son yıllarda negatif tavırlara karşı yüksek bir farkındalık içindeyim. Bu konuya duyarlılığım çok arttı. Ne zaman olumsuz bir tavırla karşılaşsam, negatif bir insan görsem söz konusu tavrı yapanın amacını, derdini, sıkıntısının kaynağını anlamaya çalışıyorum. Henüz bunu doğrudan kendilerine sorarak yapamıyorum. Sanırım eskisi kadar enerjik olmadığım için izliyorum sadece. Oysa doğrudan kendilerine (suçlamadan) sormak, onları problemlerinin gerçek kaynağını araştırmaya ve iletişimlerini daha pozitif bir eksene taşımaya yönlendirmek isterdim.
Bazen kendi kendimi de benzer bir modda bulduğum oluyor. Ne de olsa bir kişiden yayılan zehir, herkesi zehirler. Bir kişinin olumsuz davranışı, tüm ortamın ahengini bozmaya yeter de artar bile. Kötülük hızla bulaşır. Ve kabul etmeliyiz ki hepimizin içinde hem kötülük hem iyilik var. İçimizdeki iyi ve kötü birbiriyle çatışırken, biz bu çatışmada hangisini seçersek onu yaşıyoruz. İyi olmak da kötü olmak da elimizde! İyi olmayı seçemediğimizde ya da seçmeyi bilinçli bir şekilde istemediğimizde, sıra içimizdeki zehri akıtmaya geliyor. İnsanlar içlerindeki zehri akıtma sitillerine göre sınıflandırılıyorlar. Bakın bakalım siz hangisi tipe giriyorsunuz?
Kendi ihtiyaçlarını diğerlerinden daha önemli ve acil zanneden“benciller”,
Kuralların kendileri için değil de diğerleri için koyulmuş olduğunu düşünen“asiler”,
Sorumluluk üstlenmekten kaçan, sürekli etrafını suçlayan “hamlar”,
Kendi istedikleri olmayınca sorun çıkaran“huysuzlar”,
Öfkeli, sivri dilli, saldırgan tavırlı“kavgacılar”,
İğneleyici ve küçümseyici sözlerle etrafta sürekli negatif bir hava estiren“kibirliler”,
Hemen her konuda kendi görüşünü herkese kabul ettirmek isteyen“çokbilmişler”,
Her durumu dramatikleştiren, sürekli sızlanan ve her şeyden şikâyet eden “mızmızlar”,
Egoları şişkin, kendilerini mükemmel zanneden“narsistler”,
Her şeyi kontrol altında tutmaya çalışan ve etrafındaki herkesi bu aşırı kontrolle kasıp kavuran“obsesif-kompulsifler”,
Her durumda mutlaka olumsuz bir yön bulan “felaket tellalları”
Hepsini birden bünyesinde bulunduran“tanrı olmak isteyenler” den misiniz?
Şimdi bana mail atanlar ve “Sen hangisisin?” diye soranlar olacaktır. Siz sormadan ben söyleyeyim, “obsesif-kompulsifler” grubuna giriyorum. Kontrolü bırakma çalışmalarım yoğun bir şekilde devam ediyor. “Nasıl yapıyorsun?” derseniz. Sınırsız olasılıklar dünyasında her şeyi yapabilme gücünü içinizde hissettiğinizde, her şey birden hafifliyor, üzerinizdeki yükün azaldığını hissedip içinizdeki zehrin panzehiri oluveriyorsunuz.
Tavsiye vermenin dayanılmaz hafifliği
Şimdilerde trendi mekanları önceden keşfetmiş ve orada ne yenilip içileceğini tavsiyelerle duyurmuş olmak gibi yeni bir trend var. Cemiyet hayatı insanlarından tutun da, köşe yazarlarının, editörlerin, sosyal medya fenomenlerinin, bloggerların, ünlü simaların “tavsiye verme yarışları”nın içinde buluyorsunuz kendinizi. Bense mekan önermenin, tavsiye vermenin ve almanın dayanılmaz bir hafifliği olduğunu düşünüyorum. Kime göre, neye göre bu tavsiyeler? Kim olarak o mekana gittiğine göre değişmiyor mu ağırlanma şeklin? Bu durumda Nasrettin Hocanın “Ye Kürküm Ye” durumunun hiç mi payı yok? Vedat Milor, Ayşe Arman ya da Burcu Esmersoy gelmiş gibi mi davranacaklar sana?
Bu işin içinden nasıl çıktığıma gelecek olursam: matematiksel bir formülüm var hemen onu paylaşayım sizinle. Öneride bulunan köşe yazarları, editörler, sosyal medya fenomeni ya da ünlü simalardan biri ise, yapılan değerlendirmeyi iyi olması durumunda ise üçe bölüyorum, kötü olması durumunda iki ile çarpıyorum. (Gerçek=İyi değerlendirme/3 , gerçek= kötü değerlendirme x 2)
Her durumda olduğu gibi burada da istisnalar olacaktır elbet. Egosu yeterince pohpohlanmadığı ya da ücretsiz ağırlanmadığı için mekanı kötüleyenlerde çıkacaktır. Gezdim, gördüm, yedim, içtim, eğlendim hadi sizde gidin tuzaklarına dikkat edin lütfen.