Sezin Sivri

Sezin Sivri

Tüm Yazıları

Dönem, dönem Dünyanın ve Türkiye’nin röntgenini çeken sosyal-siyasal eğilimler araştırmaları yapılıyor. Bu araştırmanın sonuçlarına göre, haftada en çok kitap okuyan ilk üç ülke Tayland, Çin ve Hindistan. Üstelik bu ülkelerin gazetelere, dergilere ve bilgisayarlara erişimlerinin kısıtlı olduğunu hatırlatmak istiyorum. Avrupa’ya baktığımızda ise Finlandiya, Polonya ve Estonya en çok kitap okuyan üç ülke. Kitap okuma oranları Belçika’da %7.9, Avusturya’da %7.2, Romanya’da %6.2 ve Fransa’da %2.6. Türkiye’de ise bu oran %10’u geçmiş durumda. Ama araştırmalarda öne çıkan konulardan biri ise toplumumuzun yüzde 75’inin hiç kitap okumaması. Bir diğeri ise yüzde 70’nin televizyon izliyor olması. Kültür ve sanat etkinliklerine katılım da çok düşük olması. “Tiyatroya hiç gitmem” diyenlerin oranının yüzde 70 olduğu, sinemayla ise sadece yüzde 35’i ilgilendiği bir toplumda yaşıyoruz. Türkiye’de insanlar 6 saat televizyon izleyip 3 saat internete girerken sadece 1 dakikasını kitap okumaya ayırıyor.

Haberin Devamı

Araştırma sonuçlarından anlaşılacağı üzere durum vahim ama bence durum araştırma sonuçlarında çıkandan bile daha vahim. Neden mi? Çünkü kitap okuyorum diyen yüzde 25’lik kesimin, hatta gerçekten okuyanların büyük bir bölümünün yaptığı da hoş ama boş bir eylem. Üstelik kitap okumamak, kültürel etkinliklerde bulunmuyor olmak da yerine ne konduğuna bağlı olarak aslında o kadar kötü bir şey olmayabiliyor. Yeter ki aydınlanma yolunda ilerleniyor olunsun.

Aslına bakacak olursanız rakamlar bu konuda beni gerçekten o kadar da ilgilendirmiyor. Kültürel yaşam komada falan deniyor, haklılar tabi ama ben en az onun kadar vahim bir durum daha olduğu kanısındayım… Okumuş, okumamış, tiyatroya gitmiş gitmemiş bunlar bir yana ilgilendiğim tek şey tüm bunların bizi ne kadar bilge yaptığı?

Okumuyoruz izliyoruz

Kültürlü ve bilgili olmak, sinema, tiyatro ve kitapla haşır neşir olmak çok çok önemli ama tekâmül sürecinize bir katlısı olmuyor ve bilgelik yolunda pirinç tanesi kadar yol alınamıyorsa işte o zaman benim için sorgulama bölümü başlıyor. Ve ne yazık ki gözlemlerime dayanarak söylüyorum ki okuyan, sinemaya-tiyatroya giden azınlık grubun içinden de çok çok azı gerçek faydayı sağlıyorlar.

Haberin Devamı

Okumuş olmak için okunan, izlenmiş olmak izlenen, asıl amacı sosyal medyada paylaşımda bulunabilmek ve yeri geldiğinde bu konuda 2-3 laf edebilmek, entelektüel apoletini takabilmek için yapılan kültürel ve sanatsal aktivitelerin bireye yarardan çok zararı olduğu bile kanısındayım. “Hiç okuyanla, okumayan bir olur mu!” sözünün sonuna kadar arkasında durmakla birlikte, bilgi olarak hafızaya depolanmaktan ibaret, anlam üretmeye bunun sonucunda eyleme dönüşmeyen bilginin yararından çok çoğu zararı olup olmadığını sorguluyorum.

Platon’un dediği gibi “Zoraki edinilmiş bilgi asla akılda durmaz.” Öğrenmeye, değişmeye gönüllü olmadıktan sonra sen ne yaparsan yap ya da başkaları senin için ne yaparsa yapsın bir işe yaramıyor!

“Bilgelik artıkça, bilgi azalır. Bilgiyi arayana inan, bilgiyi bulana inanma” derler. Bilgeliğe giden yol sadece okumaktan, izlemekten geçmiyor. Aksine büyük data gibi ne yapacağımızı nasıl kullanacağımızı bilmediğimiz, üstelik buna sahip olduğumuz için de kendimizi bir halt zannettiğimiz, entelektüel zeka ve multidisipliner beyin yapısından uzak kocaman bir bilgi deposuna dönüyor beynimiz.

Haberin Devamı

Bilmek başka bir şey, yapabilmek başka bir şey, ermek başka bir şey ne de olsa! Okumakla olsaydı keşke yani sadece okumakla olsaydı. Tıpkı Leonardo Da Vinci’nin “Bakıp görmeyenlerden, konuşup dinlemeyenlerden, dokunup hissetmeyenlerden uzak durun...” sözünde anlatmak istediği gibi sorgulanmış, hayata geçirilememiş, yaşama yansıması olmamış bir bilginin pek bir anlamı yok aslında.

İnsanların iş ve ev dışında hemen hiçbir sosyal faaliyete vakit ayırmadıklarını görmek de çok üzücü. Bilgi çağında cehalet bir seçimdir. Olabilecek belki de en kötü seçim. Bir şeyler yapmalı kültürel ve sanatsal aktivitelere, kitaplara olan ilgiyi bu sayede de özgür beyinli bireylerin sayısını arttırmalıyız. Ama aslında yapmamız gereken şey Leonardo Da Vinci’nin dediği gibi bakıp görebilen, konuşup dinleyebilen, dokunup hissedebilen, okuyup, öğrenip anlam üreten ve uygulayabilen bireyler olmak ve nesiller yetiştirmek olmalı. Aksi taktirde izlenmiş onca tiyatro ve sinemadan, okunup kütüphanenin raflarını süsleyen onca kitaptan asıl faydayı sağlayamamış oluyoruz.