Sezin Sivri

Sezin Sivri

Tüm Yazıları

"Küçük acılar konuşabilir, büyük kederler ise dilsizdir” der Seneca. Ne kadar tarif etmeye, acının dili olmaya hatta anlamaya çalışsak da mümkün değil depremle gelen acıların bizler tarafından tam anlaşılması ve dile getirilmesi. Nasıl “açılmamış kanatların büyüklüğü bilinemez” ise yaşanmamış acıların hissettirdiklerinin ve büyüklüğünün kestirilmesi imkansızdır zaten.

Birkaç haftadır yazmıyorum, daha doğrusu yazamıyorum. Ne yazabilirdim ki? Ne yazsam eksik kalacak gibi hissediyorum. Yaşamadığımız (ve umarım bir daha hiçbirimiz yaşamayız) bu kadar büyük bir felaket için ne desem az, eksik belki de komik kalacaktı. Deprem uzmanı da değilim, afetler konusunda derin bir bilgiye de sahip değilim. Yardımlaşma, dayanışma, organize olma konusunda var az biraz tecrübem. Bildiğim kadarıyla elimden geleni yapmaya çalışmakla geçti günlerim. Yetkinliklerim neye el verdiyse onu yapmaya çalıştım. Görünenin ötesinde dile gelmeyen o büyük kederleri işitebilmeyi denedim. Hayatla, gerçeklerle yüzleştim. Acı çektim, yas tutum. Hiçbirimiz için olmadığı gibi benim için de kolay olmadı. Çokça sustum, bolca düşündüm, elimden geldiğince organize bir şeyler yapmaya çalıştım.

Haberin Devamı

Suçlu-lar kim-ler? Neden hatalarımızdan ders almıyoruz? Deprem kuşağında yaşayan bir ülkenin depreme bu kadar hazırlıksız olması… Deprem vergilerinin nereye gittiği? On binlerce insanın göçük altında kurtarılmayı beklerken ölümüne tanıklık edişimiz. Siyasetin karanlık tarafını ile yüzleşmemiz. Yapılan yüzlerce ihmal… Sosyal medyada ya da whatsapp gruplarında yardım showlarının yapılması. İyi insan olmak mı, organize olmak mı kargaşası? Ya başta İstanbul olmak üzere İzmir’de böylesi büyük depremlerin olma olasılığında yaşanacaklar! Fırsatçılar, yağmacılar, hırsızlar, ayaklanmalar, tecavüzcüler… tsunami tehlikesi, yanardağı, artçısı… Öte yandan hiçbir şey yokmuş gibi güle oynaya paylaşım yapanlar. Tüm bunlar için söylenebilecek ve bu köşeye sığacak kısa cümlelerim yok ama başka şeyler söylemeyi deneyeceğim.

Çok zor günlerden hatta sınavlardan geçtiğimiz kesin. Bu seferki sınavımızda öyle hafif sınavlar değil.

Haberin Devamı

Dersini almayan insanoğluna her defasında daha ağır yeni bir sınav gönderiliyor ve biz hiçbir sınavı layığı ile veremiyoruz artık. Üstelik sınavlar sadece bize veriliyor (büyük oranda başkalarının suçları) sanıyoruz, oysa kendi yaptıklarımızdan da kaynaklananların olduğunun farkında değiliz; kendimize yapıyoruz, başkalarına yapıyoruz, doğaya yapıyoruz ve yaptığımız ya da yapmadığımızın her şey bize çok daha büyük bir kaos olarak, sınav olarak geri dönüyor.

Kelebek etkisi, Edward N. Lorenz’in çalışmalarından biri olan Kaos Teorisi ile ilgilidir. Bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen addır. Amazon Ormanları’nda bir kelebeğin kanat çırpması, ABD’de fırtına kopmasına neden olabilir. Bir kelebeğin kanat çırpması, dünyanın yarısını dolaşabilecek bir kasırganın oluşmasına neden olabilir. Yani Kelebek Etkisi de aslında bize daha çok yaratılan bir kaosun büyüyerek artmasını ifade eder. Ve o kaos günün birinde kaosu yaratanı da dipsiz bir kuyu gibi içine çeker. İşte bizim de hatta dünyanın da içinde bulunduğu durum bundan ibaret aslında.

Haberin Devamı

Sitemin onarılması ve insanlığın uyanması gerekiyor. Ben her ne kadar pozitif bilimlerin peşinden giden bir mantık insanı olsam da ruhani tarafımı da kontrollü bir şekilde deneyimlemeye öğrenmeye çalışan biriyim. Karma yasası nedir, anlamaya çalışır dururdum. Spiritüel üstatlar kehanet gibi uyarılarda bulunurlardı da aldırış etmezdim. Sistemin bozuluyor olduğunu, insanoğlunun uyanışı için son safhalara gelindiğini hatta dünyanın son 50 yılına girildiğini ve bugünlerde yaşadıklarımız ve daha fazlası gibi olabilecek felaketleri işaret ederlerdi. “Yok artık o kadar da değil” derdim içimden; 10-15 yıl geçti şimdi olma ihtimaline inanamadığım her şeye tanıklık ediyor gibiyim. İnsanoğlunun uyanması gerekiyor gerçekten. Bu kısmı geçiyorum, benim boyumu aşar bunları yazmak.

Depremden sonra yapılması gerekenleri teknik bir dille anlatan uzmanlara bırakıyorum.

Bildiğim bir önemli bir şey var o da denge. Hangi tür acı olursa olsun sürekli o acıyla yaşamanız imkansızdır. Bir yas sürecinde bunları yaşamak en sağlıklı olandır. Canımız yanar, bu artık son nokta sanırsınız, bir süre sonra yaralar kabuk bağlar, arada kanarlar yeniden ve tekrar kabuk bağlar, izi daima kalır hatta hasar da kalır ve kendini hep hatırlatır ama iyileşmek zorundasınızdır. Yaşanmamış yas da iyi değildir. Yas için öngörülen ideal süreler 7, 21, 40 ve 280 günlük sürelerdir. Yasımızı tutalım, ağlamadığımız gözyaşlarımız kalmasın ama geleceğe bakmak zorunda, kendimizi ve dünyamızı şahlandırmaya, iyileştirmeye, odaklanmalıyız artık.

Yardımlaşma meselesi ile ilgili de son bir şey söylemeden edemeyeceğim. Eduardo Galeano “Hayırseverliğe inanmıyorum. Dayanışmaya inanıyorum. Yardım dikeydir, yukarıdan aşağıya doğru gider. Dayanışma yataydır. Diğer kişiye saygı duyar” der. Umarım hepimiz biraz olsun uyanmışızdır ve dayanışma felsefesi ile yaralarımızı sarmaya çalışırız.