Geçen hafta Şeyma Subaşı’nın ‘Sadece Şeyma’ isimli kitabından koyu açmış, ilk sayfadaki “Şeyma Subaşı olmamı sağlayan herkese selam olsun” yazısından ve hemen ardından da ikinci sayfadaki “Acımadı ki” ifadesi üzerinden devam etmiştim. Madonna’nın Billboard Women in Music’te Yılın Kadını ödülünü alırken yaptığı konuşma ile aralarında gördüğüm benzerliği anlatmıştım. “Acımadı ki” kısmına da itiraz etmiş, Ajda Pekkan’ın da Magnum reklamında kendi hayatından bahsederek anlatmaya çalıştığı hayat denkleminin acıtarak güçlendireceği ve zorlukların insanı öldürmediği sürece aslında güçlendirdiği vurgusuyla bitirmiştim. Bunu da kartalın kendini ‘yeniden doğuş’ uçuşunu yapmaya hazırlamasına bağlamıştım. Peki, nasıl mümkün olabiliyor yeniden doğmak? Şimdi, söz verdiğim gibi ona geleyim.
Carl Jung’ın dediği gibi, “Hayat yollarında kendimizle tekrar tekrar, bin bir kılıkla karşılaşırız.” Yolumuzun üzerindeki engelleri ve sorunları nasıl aşacağımızı bilmiyor olmamız da doğal. Şöyle bir düşünürseniz; sarp geçitlere ulaşan yollar üzerinde her zaman yeni küçük kapılar ve yeni fırsatlar oluştuğuna sizler de pek çok kez tanık olmuşsunuzdur. J.R.R. Tolkien, “Köşede yeni bir yol ya da gizli bir giriş bizi bekliyor olabilir” der. Kendinize inanmanız, bir şeyleri başarmak için yapmanız gereken ilk şeydir. Çabalamakla da yola devam etmelisiniz. Hayat; seçimler, beklentiler, inanmak ve eylemden ibaret değil midir zaten?
Yaşama kesin dönüş
‘Yeniden doğmak’ da dehşet ve acı verici anların ardından gelir. Şiddeti, en büyük doğum sancısı gibidir.
Yeniden doğmanın ilk şartı, korkmaktan korkmayacak kadar korkusuz olmaktır. Ardından, hummalı bir temizlik harekâtına girişirsin. Kendinden, acılarından, seni yeniden doğmaktan alıkoyan çaresizlik inançlarından kurtulursun. Kendi kurtuluş savaşını başlatırsın. İyi, güzel ve gerçeğe ulaşabilmek adına her şeye başkaldırabilenlerin serüvenidir bu. Cesaret gerektirir. Korkuyu ve endişeyi güce dönüştürürsün.
İçi boş bir inanç olmayacak ya da kolaycılığa kaçılamayacak kadar zor ve tehlikeli bir hesaplaşmadır! Tepetaklak olmuşların, derin ıstıraplarından sonra genişleyerek büyüyenlerin başarısıdır.
Albert Camus’nün dediği gibi, bazı anlarda “Şu anlamsız dünyada yapılacak en anlamlı iş çekip gitmektir!” diye aklından geçirseler bile, kalıp kendi dağının zirvesine çıkmayı seçenlerin hikâyesidir. Sancıların en büyüğünü çekmiş yaşam ustalarının eseridir.
Friedrich Nietzsche’nin dediği gibi, “Yığınlar içinde herhangi biri olmak istemeyen adam, kendine karşı rahat davranmayı bıraksın!”la başlar. Kendine inanmakla ve gerçeklerle yüzleşmekle yol alırsın. Zorluklara teslim olmamış, tüm hesaplaşmalarından sonra ‘ölüm’e değil ‘yaşam’a kesin dönüş yapanların kazandığı bir zaferdir. Anka kuşlarının hikâyesinde olduğu gibi, ‘Aşk Denizi’nden geçebilenlerin, ‘Ayrılık Vadisi’nden uçabilenlerin, ‘Hırs Ovası’nı aşıp ‘Kıskançlık Gölü’ne saplanmayanların üstesinden gelebileceği bir şeydir.
Hayatın Anka kuşlarının hikâyesinde olduğu gibi tuzakları vardır. Belki de her şey sandığımız kadar kötü değildir. Nietzsche, ‘Amor Fati’ yani ‘Kaderini sev, belki seninki en iyisidir’ der ve hikâyesine başlar...
“Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı, kayayı yontmaktadır. Güneş onu yakıp kavurur. O da Tanrı’ya yakarır, keşke güneş olsaydım diye. “Ol” der Tanrı. Güneş oluverir. Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz. Bulut olmak ister. “Ol” der Tanrı. Bulut olur.
Rüzgâr alır götürür bulutu, rüzgârın oyuncağı olur. Rüzgâr olmak ister bu kez. Ona da “Ol” der Tanrı. Rüzgâr her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur. Her şey, karşısında eğilir. Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar. Oradan eser buradan eser, kaya bana mısın demez! Tanrı, kaya olmasına da izin verir. Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı. Sırtında bir acıyla uyanır... Bir ihtiyar taşçı, kayayı yontmaktadır.”
Her durumda zihnimizi yeni içgörülere ve keşiflere açık tutarak akılcı davranmakla yükümlüyüz. Gerçekten kaderimizi sevmemiz mi gerekiyor; yoksa Carl Jung’ın dediği gibi, kendimizle yüzleşemediğimiz şeyler kader olarak mı karşımıza çıkıyor; bunun ayrımını yapmak zorundayız.