Hüznün ve ayrılığın mevsimi sonbahar gelmişken bitişler, vedalar, ayrılık, yalnızlık ve aşk üzerine yazmamak olmayacaktı. Sonbahar rüzgârının yerlerde sürüklediği dalından kopmuş sararan bir yaprak gördüğünde, hangi insan ayrılığı hatırlamaz ki zaten diye de düşünebilirsiniz. Ama ayrılığa gelmeden önce Aşk’tan bahsetmek istiyorum ya da Aşk’a düşmeye kaçmaktan. “AŞK mı kaldı ki günümüzde?” , “Bütün aşklar daha önceki yüzyıllarda yaşandı ve tükendi mi?” acaba diye de içim içimi kemirmekte olduğu için ‘Yalnızlık Senfonisi’ başlıklı bu yazıyı yazmaya karar verdim. Belki dayanamaz bir sonraki haftaya da bir aşk yazısı yazarım.
Aşkı, sevdayı çoktan dizilere, filmlere bıraktık…
İster aksiyon olsun, ister korku, polisiye ya da romantik hiç fark etmez her senaryoda aşk yok mudur zaten? İçinde aşkın sevdanın olmadığı bir hayat düşünebilir mi? Ama vazgeçtik! Yaşam öykümüzün tuzu, biberi, acısı, tadı olan aşkı filmlere, dizilere bıraktık… Hiç canımız yanmasın diye yalnızlık senfonimizi yaşıyoruz.
Çoğu zaman tercihler artık “Seni uzaktan sevmek, aşkların en güzeli” oldu. Evli olanlar birer birer boşanıyor. Her gün yeni bir ayrılık haberi duyuyorum. Ardından “Bir daha mı? Asla evlenmem” cümlelerini. Sobadan eli yanan çocuk misali bırakın tekrar evlenmeyi, aşka düşmeye korkar oluyorlar.
Henüz hiç evlenmemiş, genç nesil ise asla evlenmek istemiyor. Evlilik bir yana ilişki dedin mi köşe bucak kaçıyorlar. Zaten onlar için ilişkinin anlamı facebook statüsü! İlişkileri de sosyal medyada başlayıp, sosyal medyada bitip yine sosyal medyada arkadaş listesinde yedekte bekleyen bir yenisi ile devam ediyor.
Kadınlar için ise durum tam da böyle değil aslında. Onlar içgüdüsel olarak, günün birinde anne olup, çocuk doğuracağım dürtüsüne yenik düşüyorlar. Sadece, bu neden için bir gün evlenirim diyorlar. Bir de parmaklarına çok yakışan tek taş mevzu var tabii. Ama buna da öyle eskisi kadar hevesli değiller. Önce biraz can yakalım sonra sıra ona da gelecek, ama ne zaman bilinmez felsefesindeler.
Romantizm deseniz arkasına bakmadan kaçacak herkes… Aman deyim duygusal bir şey yaşamayalım, “Ne sen üzül ne ben, zaten bitecek yakında…” Hem sonrasında bir de aşk acısı çekmek var. “Ben hiç almayayım, alana da mani olmayayım sen aşkı başkalarında ara” modu hakim.
Bunlar sadece benim gözlemlerimde değil. Araştırmalara göre de geçtiğimiz yıllara oranla boşanmalar hızla artarken, evlilikler azalıyor. Milletçe ‘Yanlızlık Sefonimiz’i çalar, dinler olduk. Git gide bireyselleşiyoruz.
Aşka, sevdaya isyan bayrağı açıp hayır demenin, dizilerde izleyerek tatmin olmamızın da iki basit nedeni var; hayat zaten zor, kendine anca yetebiliyor iken bir başkasının sorumluluğunu almak istememek ve aşk acısı. Sonrasında üzülmeyi göze alamamak.
İşte bu nedenlerden, aşka kalbimizi kapatıyoruz. Yalnızlık sanki çok kolay bir şeymiş gibi! Günübirlik ya da yüzeysel ilişkilerin bedenlerde ve ruhlarda bıraktığı ‘İnsan izleri’ ile baş etmek çok kolaymış gibi. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmaya gidiliyor. Varsın sevdalar canınızı yaksın. Aşkın acısı da güzel. Sezen Aksu’nun yazdığı Sertab Erener’in söylediği şarkının sözlerindeki gibi; “Alışır her insan alışır zamanla kırılıp incinmeye, Çünkü olağan yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkmak.”
Zaten, her aşk acısı bir gün mutlaka biter. Yeter ki siz aşkı hakkını vererek yaşayın. ‘Yalnızlık Senfonisi’nin bedeli aşk acısından daha ağırdır. Her ne kadara sonbahara hüznün ve ayrılığın mevsimi deniyor olsa da siz kalbinizi kavuşmalara, barışmalara, aşka açın, kalbinize ilkbaharı yaşatmak ve yaz sefası sürdürmek sizin elinizde.