Sevgililer Günü ertesi yazıyorum bu yazımı. Aşk’a, Sevda’ya dair söyleyecek sözü çok çok olan bir Aşk Kadını olmama rağmen kendini sevmenin gücünden bahsetmek istiyorum. Ama bir ricam olacak kendini narsistlik derecesinde sevenleriniz var ise okumasınlar lütfen. Maazallah kaş yapalım derken göz çıkarırız. Narsisizm, kişinin kendisine tapması, kişinin kendisine aşık olması ve her şeyin üzerinde tutması olarak tanımlanan bir terim. İnsanların giderek daha çok benmerkezci olduğu, duyarlılıklarının giderek azaldığı ve empatinin önemini her geçen gün biraz daha kaybedildiği günümüz dünyasında narsist insanların sayısında artış olsun ya da narsistlerin dozu artsın istemiyorum.
Narsistleri bir yana koyalım Yıldız Tilbe’nin dediği gibi “İnan inan çok üzülürsün kendinsin geç kaldığın” durumuna düşme tehlikesinde olanlarınız için bu köşe yazım. Kendinizi sevmenizin önemini, yani kendinizi sevmenin size katacağı gücü anlatmak telaşındayım.
Ben kendini sevme konusunda geç farkındalık kazananlardanım, siz olmayınız! En güzel sevgi insanın kendine duyduğu öz sevgi olmalıymış ben biraz geç öğrendim…Yıllarımı ‘Kendimi Sevmem Gerektiği’ gerçeği ile flört ederek, düşe kalka geçirdim. Bir yandan hırsları bırakıp derinliği öğrenirken diğer yandan bütünün hayrına olacak şekilde pozitif eylemlerle hareket ederken öte yandan başkalarını koşulsuz severken hala kendimi sevmeyi (kendimi koşulsuz sevmeyi) bilmiyordum.
Bir aşk kadını olarak kendini sevme meselesine gelince. Kendimizi sevdirmek için harap bitap büyütülen kızlarız biz. Kadın olduk ve koşulsuz sevmeyi bilmeyen adamlara, arkadaşlara, ailemize vs. herkese diyebilirim. Kendimizi sevdirmek için elimizden geleni yaptık. Kendi kul hakkımıza girdik, gücümüzü kaybettik. Belki de kendimize geç kaldık.
Birisi kafamızı okşasa aşk sandık, bir güzel laf etse dünyaları yakıp yıkıp peşinde koştuk, yalan söylese de acıtmadan söylediği, azar azar üfleyerek kemirdiği ruhunuzu “Yeter ki yalnız kalmayayım” korkusuyla yok saydık. Sonra elimizde kocaman bir sıfırla, aşka inancımızı yitirerek kendimize geç kaldık. Güçlüsü güçsüzü tüm kadınlar aşk karşısında biraz böyleyiz.
Oysa Maria Puder’in dediği gibi “Mümkün olana kanaat etseniz, hayallerinizi hakikat zannetmekten vazgeçseniz bu böyle olmaz! Bu haliyle herkes acınacak durumdadır, ama insan önce kendine acımalı.” Kendini sevmeye başladığında, her zaman ve her fırsatta doğru zamanda ve doğru yerde olduğunu, her ne olursa olsun, bunun kendin için doğru ve en yüksek hayrıma olduğunu ve bundan sonra kaygısızca yaşayabileceğini anlıyor insan. Kendi hayatın dışında başka bir hayata özenmekten vazgeçtiğinde, çevrede olup biten her şeyin sadece büyümene bir davet olduğunu ve gelişimimize hizmet ettiğini anlıyorsun.
Boş zamanlarımda, gelecek için büyük projeler tasarlayıp zamanımı harcamak yerine; bugün şu anda sadece kendine zevk ve neşe veren, kalbini güldüren şeyleri kendi tempomda yapmaya başlıyorsun. Kendine dürüstsün artık. Her zaman haklı olduğumu düşünmekten vazgeçmek, daha az yanılmanıza yarıyor. Geçmişte yaşamaktan ve gelecek için kaygılanmaktan vazgeçebilmek gerekiyor. Anın tadını çıkarmak yapılabilecek tek gerçek. Eski düşüncelerinizi ayıklamanız fakirce ve hasta edici olduğunu anlayıp salıvermek gerekiyor. Kalbinizdeki güçleri ayağa kaldırdığınızda, kalbiniz ve aklınız dost oluyor. Kendinizle ve başkalarıyla çatışmaktan, anlaşmazlıklardan, sorunlardan korkmamam gerekiyor. Bazen gezegenler ve yıldızlar bile birbirlerine çarpıyorlar. Sonra yeni ufuklar açılıyor. Sevilmek adına yaptığımız birçok kalıptan kurtulduğumuzda ve kendiniz için sağlıklı olmayan yiyeceklerden, içeceklerden, durumlardan ve insanlardan vazgeçmeye başlıyorsunuz. Fazla fedakârlık kişinin kendi kul hakkına girmesinden başka bir şey değil. Önce kendini sevmen ve enerjini kendine kullanman gerekiyor. Sen değiş, değişince dünyanda değişiyor. Kimseyi değiştirmekle zaman kaybetme, herkesin yolu başka…