Sakin denizde dümen tutmak kolaydır da kaptanın mahareti fırtınalı denizde seyrederken anlaşılır. Hayat, her zaman kolay değildir. Kişinin gücü zor zamanlarda ortaya çıkar. Gerçekte ‘fırsatlar’ dışında hak ettiğimiz hiçbir şey yoktur aslında. Fırsatlarımızı da ancak kendimiz yaratırız. Hayatın kolay olduğu, çok çalışmadan, emek sarf etmeden kazandığımız istisnai durumlar da vardır elbette. Bunlar aslında tuzaklarımızdır; irademizi zayıflatır, inisiyatif kullanma gücümüzü ve verimliliğimizi köreltir. Gün gelip önemli olduğuna inandığımız ve uğruna çaba sarf etmemiz gereken durumlarda kolaya kaçmamıza neden olur. İnsan, emek vermeden kazandığı şeylerden kolay vazgeçer. Uğruna mücadele ederek kazandığı, hak ettiği her şey daha değerli ve vazgeçilmezdir. Hangi konuda olursa olsun, başarı sürdürülebilir olduğu sürece var olur. Uğruna emek harcama, çok çalışma ve disiplinle sağlanır. İş için çok çalışmaya alışkınızdır da konu özel hayat oldu mu bunun için de aynı çabayı göstermemiz gerektiğini kabul etmek istemeyiz.
Yaşadığımız hayat ile yaşamak istediğimiz hayat arasında fark vardır. Bu farkı düşlerimiz doldurur. Düşünmek güç, yapmak kolaydır. O nedenle düşünmekten, gerçeklerle yüzleşmekten kaçarız. Yapmamız gereken tek şey, bu hayatı anlamlı kılmakken sabırsızlık ve tembellik günahına kapılırız. Kolay elde edemediğimiz şeylerden vazgeçeriz. Üstelik kendimize en büyük kötülüğü yapıp yalan söyleyerek... Kendine yalan söylemek, zor anlarla baş etmenin en kolay yolu gibi görünse de uzun vadede bunun bedelini ağır öderiz.
Gerçeklerle yüzleşin
En büyük düşmanımız kendi algımız, kendi cehaletimiz ve kendi egomuzdur. İmkânları da, imkânsızlıkları da biz var ederiz. Sonra bunlar için bahaneler üretip kendimizi inandırırız. Gerekirse zihnimizde başka şeyler uydurup, kendimizce kanıtlar buluruz. Kendimizi değil, başkalarını yargılarız. Herkes, istediğinde vazgeçmek için bir bahane bulur ve vazgeçer. Oysa Halil Cibran’ın dediği gibi “Istırap, en güçlü ruhları ortaya çıkarır. En büyük karakterler, kurumuş yaralarla doludur.” Hayatı zevkli kılan da tüm bu zorluklarla baş etmek, canımızı yaksa da mücadele etmek, bu oyunu oynamaktır.
Sigmund Freud’un dediği gibi, “Bedenimizi hasta eden, ruhumuzun baskısıdır.” Ruhun baskısından kaçmak için gerçeklerle yüzleşmeliyiz. Bir sorunu çözmek, karar vermek ya da bir değişiklik gerektiğinde önce gerçeği bilmek gerekir. Flu bilgilerle doğru kararlar alınmaz. Gerçeklerle yüzleştikten sonra fikirler, izlenimler ve yargılar devreye girer. Bir yandan mantık çerçevesinde düşünürken diğer yandan olayın sosyal, duygusal ve ilişki boyutunu da göz önünde bulundurmalıyız.
Suçlamak en kolayı
Geçmişe takılıp kalmaktan kaçınılmalıdır. Yapılması gereken, bugünden sonrası için çabalamaktır. Tarih önemlidir. Probleme kimin ve neyin neden olduğuyla uğraşmaktansa, çözüm yaratmaya odaklanılmalıdır. Suçlama oyunu, kimin hatalı olduğu kısmıyla bizi oyalar. Oysa ne olduğuyla ilgilenilmelidir. Vazgeçmek, birini suçlamak kolay olandır. Kontrolsüz duygular, zeki insanları bile aptallaştırabilir. Zeki olsalar da olumlu düşünme ve kendine hâkim olma, disiplin konusunda zayıf olanlar kaybetmeye mahkûmdurlar. Bu halleri sorunu şiddetlendirir; kabalaştıklarını, bencilleştiklerini görürsünüz. Hayat, her zaman cesur olandan yanadır ve gücünü kontrol edebilip zamanında kullanabilenden... Anlaşmazlıkları olgunlukla ele almak, insanlara değil duruma odaklanarak, sorunu ele almak yerine çözüme odaklanmak gerekir.
Gerçekleri ele alın; yargıları, kanıları, fikirleri değil. Bahaneleri boş verin. Olmazı yoktur aslında bu dünyanın. Nasıl bakarsanız öyle görürsünüz. Greville der ki, “İnsanı kendisi kadar kimse kandıramaz.” Kendinizi kandırmaktan vazgeçin, istediğiniz şeyler için emek sarf edin. Hayatı anlamlı kılmak sizi mutlu edecektir.