Kadir Has Üniversitesi 2018 Türkiye’sinin röntgenini çeken sosyal - siyasal eğilimler araştırması yapmış. Araştırmada öne çıkan konulardan birisi ise toplumun yüzde 75’inin hiç kitap okumaması.
Bir diğeri ise toplumun yüzde 70’nin televizyon izliyor olması.
Kültür ve sanat etkinliklerine katılım da çok düşük olarak saptanmış.
“Tiyat-roya hiç gitmem” diyenlerin oranının yüzde 70 olduğu belirlenmiş.
Sine-mayla ise sadece toplumun yüzde 35’i ilgileniyormuş.
---
Araştırma sonuçlarından anlaşılacağı üzere durum vahim ama bence durum araştırma sonuçlarında çıkandan bile daha vahim. Neden mi?
Çünkü kitap okuyorum diyen yüzde 25’lik kesimin, hatta gerçekten okuyanların büyük bir bölümünün yaptığı da hoş ama boş bir eylem.
Üstelik kitap okumamak, kültürel etkinliklerde bulunmuyor olmak da yerine ne konduğuna bağlı olarak aslında o kadar kötü bir şey olmayabiliyor.
Yeter ki aydınlanma yolunda ilerleniyor olunsun.
---
Aslına bakacak olursanız rakamlar bu konuda beni gerçekten o kadar da ilgilendirmiyor. Kültürel yaşam komada falan deniyor, haklılar tabi ama ben an az onun kadar vahim bir durum daha olduğu kanısındayım… Okumuş, okumamış, tiyatroya gitmiş gitmemiş bunlar bir yana ilgilendiğim tek şey tüm bunların bizi ne kadar bilge yaptığı?
Kültürlü ve bilgili olmak, sinema, tiyatro ve kitapla haşır neşir olmak çok çok önemli ama tekamül sürecinize bir katlısı olmuyor ve bilgelik yolunda pirinç tanesi kadar yol alınamıyorsa işte o zaman benim için sorgulama bölümü başlıyor. Ve ne yazık ki gözlemlerime dayanarak söylüyorum ki okuyan, sinemaya tiyatroya giden azınlık grubun içinden de çok çok azı gerçek faydayı sağlıyorlar. Okumuş olmak için okunan, izlenmiş olmak izlenen asıl amacı sosyal medyada paylaşımda bulunabilmek ve yeri geldiğinde bu konuda 2-3 laf edebilmek, entelektüel apoletini takabilmek için yapılan kültürel ve sanatsal aktivitelerin bireye yarardan çok zararı olduğu bile kanısındayım.
“Hiç okuyanla, okumayan bir olur mu!” sözünün sonuna kadar arkasına durmakla birlikte, bilgi olarak hafızaya depolanmaktan ibaret, anlam üretmeye bunu sonucunda eyleme dönüşmeyen bilginin yararından çok çoğu zararı olup olmadığını sorguluyorum.
Platon’un dediği gibi “Zoraki edilinmiş bilgi asla akılda durmaz.” Öğrenmeye, değişmeye gönüllü olmadıktan sonra sen ne yaparsan yap ya da başkaları senin için ne yaparsa yapsın bir işe yaramıyor!
---
“Bilgelik artıkça, bilgi azalır. Bilgiyi arayana inan, bilgiyi bulana inanma” derler. Bilgeliğe giden yol sadece okumaktan, izlemekten geçmiyor. Aksine büyük data gibi ne yapacağımızı nasıl kullanacağımızı bilmediğimiz, üstelik buna sahip olduğumuz içinde kendimizi bir halt zannettiğimiz, entelektüel zeka ve multidisipliner beyin yapısından uzak kocaman bir bilgi deposuna dönüyor beynimizi.
Bilmek başka bir şey, yapabilmek başka bir şey, ermek başka bir şey ne de olsa! Okumakla olsaydı keşke yani sadece okumakla olsaydı. Tıpkı Leonardo Da Vinci’nin “Bakıp görmeyenlerden, konuşup dinlemeyenlerden, dokunup hissetmeyenlerden uzak durun...” sözünde anlatmak istediği gibi sorgulanmış, hayata geçirilememiş, yaşama yansıması olmamış bir bilginin pek bir anlamı yok aslında.